Hak dinin İslâm olduğunu nereden biliyoruz? Muhataplarımıza İslâm'ın hak din olduğunu nasıl ispat edebiliriz?
Mukaddes kitabımız Kur'ân'ın hak kelamullah olduğunu ortaya koyan bütün deliller ve Sevgili Peygamberimizin (sav), Allah'ın resulü olduğunu ispat eden tüm deliller aynı zamanda İslâm'ın hak din olduğunu da ortaya koyar. Bununla birlikte İslâm'ın hak din olduğuna dâir delilleden bazıları şunlardır:
Birincisi: Dünyada en doğru bilgi kaynağı Allah'ın kelamı olan Kur'ân'dır. Hükümleri geçerliliğini hiçbir zaman yitirmeyen Kur'ân, İslâm'ın hak din olduğuna gayet açık bir delildir. Kur'ân-ı Kerim'de İslâm hakkında şu bilgiler verilmektedir:
"Muhakkak ki Allah katında (yegâne) din, İslâm'dır! Kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hristiyanlar), ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hasedden dolayı ihtilâfa düştüler. Artık kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, artık şüphesiz ki Allah, hesâbı pek çabuk görendir."[1]
"Kim de İslâm'dan başka bir din ararsa, artık kendisinden aslâ kabûl edilmeyecektir. Âhirette ise o, hüsrâna uğrayanlardan (olacak)tır."[2]
İkincisi: Kur'ân'dan sonra müracaat edilebilecek en sağlam bilgi kaynağı Peygamber Efendimiz'in (sav) sözleri, hadis-i şeriflerdir. Hadisler Kur'ân'ı en doğru şekilde anlamamızı, yorumlamamızı sağlayan çok kıymetli sözlerdir. "O, nefsinin arzusundan konuşmuyor! O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir"[3] âyeti buna işaret etmektedir.
Mesela; Ebu Hureyre (ra)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (sav), bir gün insanların arasında iken bir adam gelip ona:
- 'Ey Allah'ın Resulü! İslâm nedir?' diye sordu. Peygamber Efendimiz (sav):
- 'İslâm, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayarak O'na kulluk etmen, farz olan namazı dosdoğru kılman, farz olan zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman' buyurdu.'[4]
Sevgili Peygamberimizin (sav) sünneti, Kur’ân’ın hayata tatbiki olduğundan bizim için bir istikamet vesilesidir. Peygamber Efendimiz (sav) on binlerce sahabenin huzurunda okuduğu veda hutbesinde bunu şöyle ilan etmiştir: "Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler: Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir."[5]
Üçüncüsü: Kur'ân'ın hak kelamullah olduğunu ortaya koyan bütün tefsirler, aynı zamanda İslâm'ın hak din olduğunu doğrulamaktadır. Örneğin, Bediüzzaman Hazretleri şu tespitte bulunmuştur:
"Hem asr-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhâkeme-i akliye ile ve delîl-i yakînî ile ve İslâmiyet’e tercîh etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avâmın delilsiz, taklîdî bir sûrette başka dine girmesinin bu mes’elede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka mes’eledir. Hâlbuki bütün dinlerin etbâ‘ları ise, hatta en ziyâde dinine taassub gösteren İngilizlerin ve eski Rusların muhâkeme-i akliye ile İslâmiyet’e dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat‘î burhân ile İslâmiyet’e girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar."[6]
Hem Din-i Muhammedî (sav) fikir ve hayata ne verdi sualine karşılık, İslâmiyet fikre tevhid, hayata istikamet vermiştir der Bediüzzaman Hazretleri.
Dördüncüsü: İslâm güzel ahlaktır. Her Müslüman’ın ahlakını güzelleştirmesi üzerine farz olan bir vazifedir. Doğru sözlü olma, dürüst davranma gibi özellikler temelde insanî bir meziyettir fakat hakiki anlamda iman nurundan beslenmektedir. İmandan sonra bize en çok lazım olan doğruluktur, dürüstlüktür. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey îmân edenler! Allah'tan sakının ve doğru söz söyleyin!”[7]
Dinimiz insanların birbirlerine karşı hürmet ve merhamet göstermelerini emretmektedir. Zenginlerden fakirlere zekât, fitre, sadaka gibi merhametli yardım elleri uzanırken fakirlerden de yardımsever zenginlere hürmet duyguları gelişecektir. Bu suretle yoksulların ihtiyaçları giderilmiş, zenginlerin ise malları emniyet altına alınmış olacaktır.
İtaat ve emniyet, ahlak-ı hasenedendir yani güzel ahlaktandır. Bir çocuk anne-babasına, bir asker komutanına, bir işçi ustabaşına itaat etmelidir. Kendisine verilen her görevi layıkıyla yerine getirmeli, verilen emaneti ise muhafaza etmelidir. Konumuzla ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Siz bana şu altı şey hakkında teminat verin, ben de size cennete girmeniz konusunda teminat vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin. Söz verdiğinizde sözünüzü tutun. Size bir emanet bırakıldığında emanete riayet edin. İffetinizi koruyun. Harama bakmaktan sakının. Ve elinizi harama uzatmayın”[8]
Beşincisi: İslâm dini bilim, fen ve teknoloji ile barışıktır. Geçmişten günümüze İslâm âlimlerinin bilime yaptıkları katkılar ortadır. İslâmiyet özellikle Fizik, Kimya, Tıp, Matematik, Astronomi, Coğrafya, Tarih, Felsefe, İlahiyat alanlarında, Cabir b. Hayyan, Ebû Bekir er-Razi, Harezmî, İbn Heysem, Uluğ Bey, Piri Reis, Ferazi, Ferganî, Birûnî, Sabit b. Kurrâ, İbn Battuta, Evliya Çelebi, Kindî, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Gazzali gibi her biri dünyaca ünlü bilim adamları yetiştirerek insanlığın her yönden gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Hatta çağdaş bilim tarihçimiz Fuat Sezgin'e göre “Batı Medeniyeti, İslâm Medeniyetinin çocuğudur.”
Altıncısı: Önceki ilâhî dinlerin de İslâm olarak anılması mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlayışı destekleyen birçok âyet vardır:
Hz. Îsâ’nın havârilerinin cevabının “Şahit ol ki bizler Müslümanlarız” (Âl-i İmrân 3/52) şeklinde ifade edilmesi, Hz. İbrâhim hakkında “O hanîf bir Müslümandı” (Âl-i İmrân 3/67) buyurulması, yine “O size daha önce de bunda da ‘Müslümanlar’ adını verdi” (Hac 22/78) şeklinde ifade edilmesi buna örnektir.
Yedincisi: Asılları bozulmuş diğer semavî dinlerde yer alan hurafelerin, bâtıl fikirlerin İslâm'da bulunmayışı. Mesela; “İslâmiyet’in Hristiyanlık ve sâir dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki: İslâmiyet’in esâsı, mahz-ı tevhiddir (tam bir tevhid inancıdır); vesâit ve esbâba (vâsıtalara ve sebeblere) te’sîr-i hakīkī vermiyor, îcad (yaratmak) ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hristiyanlık ise, ‘velediyet’ (Allah’a oğul isnâd etmek) fikrini kabûl ettiği için vesâit ve esbâba bir kıymet verir, enâniyeti (benlik da‘vâsını) kırmaz. Âdetâ rubûbiyet-i İlâhiyenin (Allah’ın terbiye ediciliğinin) bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir.”[9]
Sekizincisi: Dünyaca meşhur filozofların İslâmiyet hakkındaki müspet görüşleri. Örneğin;
“On dokuzuncu asrın ve Amerika kıt‘asının en meşhur feylesofu Mister Karlayl, en yüksek sadâsıyla, çekinmeyerek, feylesoflara ve Hristiyan âlimlerine neşriyâtıyla bağırarak böyle diyor, eserlerinde şöyle yazmış: “İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sâir dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak, İslâmiyet’in hakkı imiş. Çünki sâir dinler -fakat Kur’ân’ın tasdîkine mazhar olmayan kısmı- hiç hükmündedir.
Hem Mister Karlayl yine diyor: “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammed’in (asm) sözüdür. Çünkü hakîkî söz, onun sözleridir.”[10]
Daha fazla bilgi için;
https://risale.online/soru-cevap/islamiyet-terakki-dinidir
https://risale.online/soru-cevap/kuranin-allah-kelami-oldugunun-delilleri
https://risale.online/soru-cevap/kuranin-tasdiki
[1] Âl-i İmrân, 3/19.
[2] Âl-i İmrân, 3/85.
[3] Necm, 53/3-4.
[4] Sahih-i Müslim Muhtasarı, Polen yayınları, İstanbul 2008, s. 68.
[5] www.vedahutbesi.gen.tr.
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2011, s. 440.
[7] Ahzâb, 33/70.
[8] Ahmet b. Hanbel, V, 323.
[9] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 153.
[10] Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul 2011, s. 444.