Allahı bir yaşlıya ve bir çocuğa nasıl anlatabiliriz?
Cenab-ı Hak Kur'an'da şöyle buyurur: “(Habibim Ya Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle da’vet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Şübhe yok ki (Allah’ın)yolundan sapanları en iyi bilen ancak Rabbindir; hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.” (Nahl /125)
Hikmet, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Bu tarife göre “insanları Allah’a hikmetle davet” etmeyi, “herkesin seviyesine göre konuşmak” olarak anlayabiliriz. Bu hususta peygamberimiz (sav) da şöyle buyurmuştur:
“Biz peygamberler, insanlara akıllarının derecesi miktarınca konuşmakla emr olunduk.” Bu ayet ve hadisten anlaşılacağı üzere, her şeyden evvel, yaptığımız nasihatin tesirli olması için muhatapların seviyesini ve ihtiyacını göz önünde bulundurmamız gerekir. Zira insanların ihtiyaçları zaman ve zemine göre ve onları etkisi altına alan hadiselere binaen elbette farklı olacaktır. Nasıl ki hastalığın çeşidine göre ilaçlar değişiyor, öyle de dinleyenlerin seviyelerine uygun bir sohbet yapılmalıdır ki hikmetli ve güzel bir nasihat olsun. Yoksa o sohbetten istifade ya az olur veya hiç olmaz. Evet, yapılan vaaz ve nasihat az dahi olsa anlaşılması şarttır. Anlaşılmayan bir ders çok olsa da bir mâna ifâde etmez.
Öyle ise konuştuğumuz kişilerin anlayış ve hissiyatlarına göre konuşmak icab eder. Fakat Cenab-ı Hakk’ın varlığı hususunda getirilecek delil akıl ve mantığa hitap ettiğinden çocuk, genç, ihtiyar için fark etmez. Ona deriz ki:“Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz ve bir ev sahipsiz olabilir mi?”Şübhesiz “olamaz” diye cevap verecektir. Çünki fizik kaidesine göre etkisiz tepki olmadığından her harfin bir kâtibi, her iğnenin bir ustası vardır.
Mesela her çeşit malzemenin ve gıda maddelerinin düzenli bir şekilde içinde istif edildiği, her yaşta insanın her türlü ihtiyacına cevap verebilecek özelliğe sahip bir markete giriyoruz. Bakıyoruz ki o marketin gıda maddelerinde çikolatadan tut ta ete kadar; çoraptan tut, ta paltoya kadar; inşaat malzemesinden araba parçasına kadar her kimin ne ihtiyacı varsa o ihtiyacına cevap verecek özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. O marketi bu hale getiren elbette birisi vardır.
Şimdi düşünelim! Acaba bu markete gelmeden evvel bizim gibi müşteriler mi veya bu marketin güçsüz, şuursuz malzemeleri mi bizim geleceğimizi ve ihtiyaçlarımızı bilip önceden gelip bunu hazır hale getirmişlerdir? Acaba böyle bir durumu aklımız kabul eder mi? Şüphesiz ki kabul etmez. Ancak bu işi yapan bizi bilen ve bize lazım olan ihtiyaçlarımızı da düşünen ve bu marketi bizim için hazırlama gücüne ve imkânına sahip olan bir zat olabilir. Evet, hiç şüphe yok ki bu marketin bütün özellikleriyle varlığı, sahibini gösterir ve isbat eder.
Aynen bu misal gibi bu dünyamız da büyük bir market gibidir. Değil yalnız insanların belki sinekten balığa kadar, çiçekten meleğe kadar bütün mahlûkatın bütün ihtiyaçlarını giderecek maddelerle doludur. İşte bu dünya, içindeki bütün eşyasıyla bize ve bütün ihtiyaç sahiplerine hizmet ediyor. Şüphesiz biz gelmeden evvel bu dünyayı hizmetimize hazır hale kendimiz getirmediğimiz gibi, bu dünya ve içindeki varlıklar dahi bizi bilip bir araya gelip bizim hizmetimiz için hazır hale gelmeleri de mümkün değildir. Çünkü bu işlerin olması nihayetsiz bir kudret, hikmet ve ilim ile mümkün olabilir. Hâlbuki dünyamızı teşkil eden unsurlar ve varlıklar ise âciz ve şuursuz mahlûklardır. Bu işi onlara vermek mümkün değildir. Öyle ise bu dünyamızın da nihayetsiz Kadîr, Hakîm, Alîm ve Rahîm bir sahibi ve yaratıcısı vardır. Bizi ve bütün mahlûkatı yarattığı gibi, ihtiyacımıza binaen dünyayı, içindeki her şeyi ile beraber yaratıp hizmetimize veren de O’dur. Demek bu dünya marketine bilerek ve düşünerek baktığımız da kendi varlığından bin kat daha fazla kendi yaratıcısını bütün isim ve sıfatlarıyla bildirir, isbat eder.
Bununla beraber şunu da düşünmeliyiz ki, nasıl bir marketten aldıklarımıza bedel kasaya uğrayıp para ödediğimiz gibi elbette ilahî bir market olan dünyadan da istifade ettiğimiz bütün nimetlere bedel iman ve ibadetle şükür etmemiz gerekir. Eğer biz bu varlıklardan ve nimetlerden istifade ettiğimizden için onlara minnettarlık duysak, fakat Kâinatı ve bizleri yaratan Allah’ı kabul edip şükretmezsek O’na ve verdiği hadsiz nimetlere karşı nankörlük etmiş olmaz mıyız?
İşte, Allah’a inanıp O’nu kabul etmeyen, böylece her şeyi rab edinip onlara tapmak mecburiyetinde kaldığı gibi, buna bedel kâinatın sahibine inanıp O’na ibadet eden, her şeye tapmaktan kurtulur. Ve bütün varlıkların Allah tarafından kendine merhameten verilen hizmetçiler olduklarını anlamış olmak ile yeryüzünün halifesi rütbesine yükselir.
Çocuklara gelince, anne ve babaların çocuklarına olan şefkat ve hizmetleriyle veya çocukların oynadıkları yap-boz evler gibi kendilerini alakadar eden şeyler ile örnek vererek Allah’ın varlığını çocuklara izah etmemiz mümkündür. Mesela çocuğa:
-“Senin yemeğini hazırlayan ve bütün ihtiyaçlarını şefkatle yerine getiren kimdir?”diye sorduğumuzda şüphesiz:
-“ Şefkatli annemdir” diyecektir.
-“Demek ihtiyaçlarını gören annenmiş. Pekâlâ, sonsuz şefkat ve merhametiyle otların, ağaçların ve hayvanların ihtiyaçlarını da veren olmasaydı onlar bu ihtiyaçlarını nasıl temin ederlerdi? Mesela ağaçlar ve bitkiler güçsüz takatsiz olarak yerlerinde dururken su ihtiyaçlarını gidermek için yağmurlar ve sular onların ayaklarına geliyor. Annemiz ve babamız şefkatleriyle bizim bütün ihtiyaçlarımızı giderdikleri gibi şüphesiz onların da su gibi bütün ihtiyaçlarını gideren sonsuz şefkat ve merhamet sahibi birisi vardır ki O da Allah’tır.
Veyahut:
- “yap-boz oyuncak evini birbirine takıp yapan kimdir?”dediğimizde, şüphesiz:
-“ benim” diyecektir.
-“Öyleyse, o oyuncak evi sen yaptığın gibi içinde oturduğumuz evi de bir usta yapmıştır. Elbette dünya dediğimiz büyük ev de ustasız olamaz. Onu yapan birisi vardır. O dünya evini yapan usta ise Allah’tır.”
Buna benzer örneklerle Cenab- Hakk’ın varlığı çocuğa anlatılabilir.
İhtiyar birisine ise, ihtiyarlıktan dolayı kaybettiği gençlik, dost ve ahbablarının ölümünden duyduğu üzüntü ve vücudundaki kuvvet, görme, işitme gibi duyguların tükenmeye yüz tutmasından ortaya çıkan elem ve kederine teselli olabilecek şekilde çok hassaslaşmış duygularını düşünerek örnekler verilmesi gayet derecede etkileyici olur.
Mesela, gayet mükemmel binalarla imar edilen bir şehri düşünelim. O şehirde yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre binlerce evler, fabrikalar, dükkânlar ve binalar bulunuyor. Bir harf kâtipsiz bir iğne ustasız olmadığını biliyoruz. Şüphesiz o şehirdeki yapıların da malzemeleri başka yerlerden uçuşarak bir araya gelip onları icad etmedikleri gibi bütün o ev ve binaların kendiliğinden oluşmaları da mümkün değildir. Ancak hem onları yapma gücüne, hem de o malzemelere sahip birinin yapmasıyla mümkündür. Eğer bazı binalar yıkılmışsa, önceden o binaları yapan zat yeniden o yıkılmış binaları daha güzel bir şekilde yapabilir. Hatta bu yıkılan binaların bir kısmının yeniden yapıldığını da gözümüzle görüyoruz. Demek o şehir ve içindeki binalar, o şehri kuranların ve o binaları yapanların var olduğunu gösterir.
Aynen misalde olduğu gibi şu dünyamız sonsuz derecede ölçülü ve düzenli bir şehir hükmündedir. Her baharda her bir ferdi mükemmel bir binadan daha mükemmel olan bir milyondan ziyade hayvan ve bitki çeşitleri yaratılıyor. Bu yaratılan varlıkların öyle bir yapısı vardır ki, bir hücresi bile eksiği olmayan bir saraydan daha mükemmeldir. Öylesine ki eğer bir hücreyi insanlar maddi imkânlarıyla yapmış olsa Konya Ovası kadar yer kaplayacağı söyleniyor. Hâlbuki normal bir insanın vücudunda 60-70 trilyon hücre vardır.
Bununla beraber sonbaharda bu canlıların birçoklarının yıkıldığını ve ikinci bir baharda daha mükemmel ve güzel bir şekilde yeniden yapıldığını görüyoruz. Acaba bu kadar düzenli ve mükemmel olan dünya ve içindeki bütün varlıkların kendiliğinden oluşması ve bir kısmının öldükten sonra ikinci bir baharda kendiliğinden dirilmesi mümkün müdür? Veyahut o dünyanın ve içindeki varlıkların yapımında kullanılan güçsüz ve şuursuz malzemelerin uçuşup bir araya gelerek yapılmasını akıl hiç kabul eder mi? Elbette böyle bir şey olamaz. Demek şüphesiz bu dünya, büyüklüğü ve mükemmelliği nisbetinde ve içindeki varlıkların görülmemiş bir sanatla yapılması derecesinde, onları yaratan sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi bir zatın var olduğunu kör gözlere de gösterir isbat eder.
Hem O zat, bu harika icraatıyla ihtiyarların ölüm ve ayrılık acılarını giderecek bir müjde veriyor. Çünki bahardaki diriltmeyle, o ihtiyarları ve bütün sevdiklerini hatta bütün varlıkları öldükten sonra haşrin baharında tekrar diriltebileceğini isbat ediyor. Bu şekilde ölümün yokluk olmadığını, ayrılık acısının da sonsuz bir kavuşma ile biteceğini göstererek teselli veriyor.
Sorulan suale numune olması için Risale-i Nurlardan istifade ederek bu üç misali verdik. Bunlara kıyasen daha çok misaller verilebilir. Fakat bu mevzu‘da en mühim olan nokta ihlasla anlatmaktır. Dinleyenlerin de kâbil-i hitab, yani kendileriyle konuşumaya uygun kimseler olmalarıdır. Anlatanın ihlâsı muhafaza etmesi nisbetinde tesiri olacaktır. Rabbimiz ihlâsla anlatmayı ve anlattıklarımızla faydalı olabilmeyi nasib eylesin. Âmin…