Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.[1]
Kâlû Belâ, bir Kur’ân deyimidir. Söz konusu hadise, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda insanların ilk duruşları, Allah’ın sorgusuna ilk muhatap oluşları, ilk imtihanları ve Rabb-i Rahîm’e verdikleri ilk ve tek sözleri ile ilgilidir.
Bazı müfessirler: “Kâlû belâ” hadisesi dünyada değil, ruhlar âleminde gerçekleşti. İnsan, dünya hayatına geldiğinde ruh bedene bürününce bu hatıra örtülmüştür. Bu unutma, imtihanın bir parçasıdır. Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını, ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına tanık kılmıştır. Kendisinin onların Rabbi olduğunu yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiştir.
Bazı tasavvuf ehli şöyle der: O söz, fıtratımıza yazılmıştır. Biz onu hafızamızda hatırlamayız, ama kalben hissederiz. Bu yüzden insan, fıtraten bir Yaratıcıyı arar, inkâr etse bile içinde bir “Rab” duygusu vardır. Tasavvufî geleneğe göre çok yüksek derecede manevî hâl yaşayan bazı veliler, ruhani hâllerinde “Elest bezmini” hatırladıklarını idrak edebilirler. Bu hatırlama, normal hafıza gibi değil, manevî bir şuur hâli olarak yaşanır.
Bu hadiseyi hatırlamayışımız, bizim hâfıza ve hatırlama melekemizin zayıflığını gösterir. Pek çok duyu organlarımız sınırlı yaratılmıştır. Örneğin görme, işitme, koklama ve duyma gibi duyu organlarımız sınırlıdır. Hatta bu konuda pek çok hayvan bizden daha iyi görebiliyor ve koklayabiliyor. Bunun gibi hafızamız da sınırlı yaratılmış ve Allah’ın birçok hikmeti gereği pek çok hadiseleri unutabiliyoruz. Nasıl geçmiş hayatımızın ayrıntısını unutabiliyor isek, bir yaşındaki hastalığımızı veya annemizin sütüne şiddetli ihtiyâç duyduğumuz anları hatırlamıyor isek, yaratılışımızdan hiçbir şey hatırlamıyor oluşumuz da bizim hâfıza ve hatırlama gücümüzün zaafiyetindendir.
Dünyada rûhumuzun ve vicdânımızın iyilikten, hayır ve hasenâttan, güzel ahlâktan, olgunluktan hoşlanması ve huzur bulması; inkârdan, günahlardan, haramlardan, kusurlardan ve kabahatlerden ise sıkılması ve huzursuz olması, ezeldeki ‘elest’ bezmine, yani Rabb-i Rahîm’e verilen bu ahde olan sadâkatin içimizdeki bir göstergesi ve şâhididir. Bu yüksek hadisenin, vicdânî hatırdan uzak tutulmaması halidir. Çünkü bu yüksek hadise bizim öz varlığımızın ve fıtratımızın hamuru mahiyetindedir.
Ayrıca lütfen bakınız:
https://risale.online/soru-cevap/yaratilmadan-once-insana-soru
[1] Araf suresi 7/ 172

