24. Mektub'da geçen ilgili kısmı, devamıyla birlikte cümle cümle izah eder misiniz?
İzahtan evvel metinde geçen bazı kavramların manalarına kısaca değinelim.
Alem-i Misal: Ruhlar âlemi ile şehadet âlemi ortasındaki âleme denir. Şekil yönüyle şehadet âlemine, manasıyla gayb âlemine benzer. Şehadet ve gayb âlemlerinde bulunan şeylerin suretleri bu âlemde görünür. Sadık rüyalar, evliyanın keşifleri, şeffaf şeyler ve hayal vasıtasıyla bu âlem seyredilebilir. Evliyaların seyrangâhıdır. Acayipliklerin sergisidir. Misal âleminden bir numune olarak insanlara hayal verilmiştir.
Elvah-ı Mahfuza: Levhi mahfuzun çoğul halidir. Levh-i Mahfuz, Arapça'da korunmuş levha demektir. İslâm'da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir. Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın ilmine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilgilidir. Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır.
Hüviyeti Misaliye: Varlığın temsilî kimliği, yani onun manevî yansımasıdır.
Kuvve-i Hafıza: İnsanın hayatı boyunca gördüğü, duyduğu, yaşadığı her şeyi kaydetme hususiyetidir.
Mevcudat-ı Arziye: Dünya üzerindeki varlıklar, özellikle bitkiler kastedilmiştir.
Kalem-i Kader-i İlâhî: Allah’ın takdiriyle, yani ilahî irade ile varlıklara bir şekil ve düzen verilmesidir.
Şimdi ilgili kısmı cümle cümle kısaca izah edelim.
Bir mevcut, vücuttan gittikten sonra, zâhiren kendisi ademe, fenâya gider; fakat ifade ettiği mânâlar bâki kalır, mahfuz olur.
Burada "vücuttan gitmek" ifadesi, o varlığın ölümünün gerçekleşmesi anlamına gelir. Görünürde bir varlık öldükten sonra, bize göre yok olmuş gibidir. Fakat o varlığın ifade ettiği mânâlar devam eder ve korunur. Bir varlık, pek çok mânâ ifade edebilir. Mesela, insan vefat ettiğinde bedeni toprak olur ama onun yaptığı iyilikler, öğrettikleri, bıraktığı eserler ve hatırası unutulmaz. Hem mesela bir gülün ifade ettiği manalara baktığımızda, Allah'ın birçok güzel ismini ifade edip gösterir, bildirir ve okutturur. Melekler için başka şeyler ifade ederken, insanlar için hem umumi hem de hususi pek çok anlam taşır.
Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin nümuneleri olan elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı mahfuzanın nümuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır. Demek, bir vücud-u sûrî kaybeder, yüzer vücud-u mânevî ve ilmî kazanır.
Gül misalinden devam edecek olursak, mânâlarını ifade ettikten sonra o gül ölür. Görünürde yok olur. Fakat onun misali, hüviyeti, sureti ve mahiyeti, misal âleminde kayıtlıdır. Misal âleminin örnekleri ise levh-i mahfuzlardır. Levh-i mahfuzlar, eşyanın suretinin ve mahiyetinin kaydedildiği levhalardır. Levh-i mahfuzların bir benzeri ise insanlarda bulunan hafızalardır. İşte, herhangi bir mevcut, görünürde yokluğa gitse de çok yerlerde kayıtlı kalır. Sadece maddi suretini kaybeder; fakat mânâları, hafızalarda ve elvâh-ı mahfuza da hıfzedilir. Yani korunup muhafaza edilir. Yani, bir varlık madde olarak yok olsa bile, onun sureti ve mahiyeti manevî boyutta, Allah’ın ilminde ve varlıkların hafızalarında muhafaza edilir. Demek ki o gül fiziksel olarak görünmese de sureti, güzelliği, kokusu ve anlamı misal âleminde, hafızalarda, fotoğraflarda veya sanat eserlerinde yaşamaya devam eder.
Meselâ, nasıl ki bir sahifenin tab'ına medar olan matbaa hurufatına bir vaziyet ve bir tertip verilir ve bir sahifenin tab'ına medar olur ve o sahife ise, suretini ve hüviyetini, basılan müteaddit yapraklara verip ve mânâlarını çok akıllara neşrettikten sonra, o matbaa hurufatının vaziyeti ve tertibi de değiştirilir. Çünkü daha ona lüzum kalmadı; hem başka sahifelerin tab'ı lâzım geliyor.
Burada matbaa ve harf düzeni, yaratılışı ve varlıkların oluşumunu temsil eden bir benzetme olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri, matbaanın çalışma sisteminden misal vermiştir. Eski matbaalarda bir eseri yazmak için, dizgi kasalarında bulunan harfler, kelime ve cümleler oluşturacak şekilde dizilerek bir baskı formu hazırlanırdı. Bu harfler ters basıldığı için, matbaacılar bunları doğru yerleştirmek için büyük bir dikkat gösterirdi. Sayfa yazıldıktan sonra, diğer bir sayfa için bu düzenleme bozulur ve yeniden harf tertibi yapılırdı. Çünkü önceki harfler artık kâğıda ifadelerini bırakmıştı ve onlara gerek kalmamıştı. Tekrar bir düzenleme yapılırdı ki, başka sayfalar da tab edilip basılabilsin. Bu misal, yaratılışın sürekli yenilendiğini ifade için kullanılmıştır. Allah, her baharda yeni yeni baharları ve sayısız varlıkları yaratır. Tıpkı bir matbaanın her seferinde yeni kitapları basması gibi.
İşte, aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı arziye, hususan nebâtiye, kalem-i kader-i İlâhî onlara bir tertip, bir vaziyet verir; bahar sahifesinde kudret onları icad eder; ve güzel mânâlarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki, o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi mânâlarını ifade etsinler.[1]
İşte bu matbaa misalinde olduğu gibi yeryüzündeki varlıkları, özellikle de bitkileri Allah kader ile önce onları düzenliyor. Miktarlarını, şekillerini ölçülerini sonsuz ilmiyle belirlyip ayarlıyor. Sonra bahar sayfasında onları yaratıyor. O varlıklar güzel manalarını ifade ediyorlar ve suretleri misal aleminde ve gayb alemlerinde kaydediliyor. Allah sonsuz hikmet sahibi olduğu için onların vazifeleri tamamlanınca vaziyetlerini değişip yeni varlıkları getiriyor. Bundan dolayı o varlıkların vazifesinin bitmesiyle ölüp gidiyorlar, ta ki yeni vazifedarlara yer açılıyor. Eğer o varlıkları öldürüp yenilerini getirmeseydi hikmete ters ve abes olurdu. Çünkü yeni manalar ifade edecek yeni mahluklara yer açılmazdı.
Her baharda yaratılan varlıklar, dünyada Allah’ın eşsiz sanatını ve marifetini gösterirler. Bu varlıklar, anlamlarını ifade ettikten sonra görünüşte yok olurlar. Fakat onların hüviyetleri ve suretleri âlem-i misale ve âlem-i gayba kaydedilir. Sonra yeni bir bahar gelir, yeni varlıklar yaratılır ve bu yenilenme her yıl böylece devam eder.
[1]Bediüzzaman Said Nursi, Tılsımlar Mecmuası, Hayrat neşriyat, İstanbul 2015, s.74