28. Lema'da geçen bu kısmı kısaca izah eder misiniz?
Sual: “Ama cennetin uzaklığıyla beraber âlem-i bekādan olduğu halde, en yakın yerlerde görülmesi ve bazen ondan meyve alınması ise; evvelki iki temsîl sırrıyla anlaşıldığı gibi, bu âlem-i fânî ve âlem-işehâdet ise, âlem-i gayba ve dâr-ı bekāya bir perdedir. Cennetin merkez-i kübrâsı uzakta olmakla beraber, âlem-i misâl aynası vâsıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn derecesindeki îmânlar vâsıtasıyla, cennetin bu âlem-i fânîde -temsîlde hatâ olmasın- bir nevi‘ müstemlekeleri ve dâireleri bulunabilir; ve kalb telefonuyla, yüksek ruhlarla muhâbereleri olabilir ve hediyeleri gelebilir.”[1]
Bu paragrafta anlatılan konunun anlaşılması, öncesinde yapılan izahlar ve verilen misaller ile mümkündür. Şöyle ki:
Mesela, Nasıl ki bir hükümetin idaresinde farklı daireler bulunur ve o dairelerin her birinin, o memleketin her köşesinde irtibatta olduğu şubeleri vardır. Bu daireler iletişim araçları vasıtasıyla şubeleri ile haberleşebilir. O memleketin her köşesinde sanki o daire iş görüyormuş gibi olur.
Hem mesela bazı devletlerin merkezi bir ülkede olmasına rağmen sömürgecilik vasıtasıyla veya farklı imtiyazlar sebebiyle veya ticaretler münasebetiyle bir tek devletin birçok millette ve devlette irtibatları ve hakimiyetleri bulunur. Sanki o farklı memlekette bulunanlar, o devletin vatandaşı gibi olur.
Yukarıdaki bu misallerden de kısaca anlaşılacağı üzere; birbirinden çok uzak yerlerde bulunan memleketler birbiri içinde iç içe daireler gibi bulunabilir ve birbiriyle irtibatlı olabilir.
Bu misal ve izahtan yola çıkarak yukarıdaki paragrafta, cennetin âlem-i bekada olmasına rağmen âlem-i şehadette şubeleri ve ayna misal bazı vasıtalarda tecellileri gözükmesi mümkündür. Yani içinde bulunduğumuz şehadet âlemiyle beka âleminin iç içe geçmiş daireler gibi olmasından dolayı aslında çok uzak olan bu âlemlerin birbiri içinde etkilerinin gözükmesi makul ve muhakkaktır. Zira Cennet, "âlem-i beka" yani ebediyet âleminde bulunur ve bu nedenle dünyamızdan (âlem-i fani) çok uzaktır.
Cennet, bizim için uzak bir yer olsa da, âlem-i misâl (ruhlar âlemi ile şehadet âlemi ortasındaki âlem) aracılığıyla, bu dünyada da gözlemlenebilir. Yani, hem fiziksel âlemdeki (şehadet âlemi) varlıklar hem de manevi âlemlerdeki gerçeklikler arasında bir irtibat kurularak, cennetin bu dünyada görünmesi ve ondan bazen manevi meyveler (manevi lezzetler, ilhamlar) alınabilmesi mümkün olabilir. Yüksek ruhların (peygamberler, evliyalar vb. ) kalbi bir telefon gibi, bu âlemlerle irtibat kurabilir. Yani insan, kalbiyle cennetle bir bağ kurar ve bu bağ, dünyada çeşitli şekillerde cennet meyvelerini gösterebilir.
Âlem-i misal, gayb âleminin (görünmeyen âlem, âlem-i mana) bir aynası gibidir. Tıpkı bir aynanın uzaktaki bir nesneyi yansıtması gibi, cennetin merkezi çok uzakta olsa da, âlem-i misal aracılığıyla her yerde yansımaları görülebilir. Bu yansımalar, rüyalar, manevi tecrübeler veya ilhamlar şeklinde olabilir.
Hakkalyakin iman (gaybi hakikatleri yaşıyor gibi, kesin ve şüphesiz bir iman) sahibi olan müminler, kalplerinde cennetle bu şekilde bir bağlantı kurabilir. Bu bağlantı sayesinde, cennetin bu dünyada bir nevi "müstemlekeleri" veya "daireleri" gibi manevi alanlar oluşabilir. Böylece cennetin manevi etkileri ve meyveleri bu dünyada hissedilebilir.
Netice olarak:
Cennet, fiziksel olarak dünyamızdan çok uzakta olsa da, manevi olarak bize çok yakındır. Âlem-i misal ve hakkalyakin iman, bu yakınlığın gerçekleşmesini sağlayan araçlardır. Yüksek ruhlu müminler, kalp vasıtasıyla ve ilhamlar yoluyla cennetin varlığını ve etkilerini bu dünyada hissedebilirler.
[1] Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 323