Soru

İslam’da Anne Baba Hakkı

Bir çocuk buluğ çağına girdikten sonra anne babasını kırdığı veya incittiği için anne babası haklarını helal etmese bu çocuk mesul olmadığı zamanlarındaki  haklardan neden sorumlu olur? Bebekken zaten anne baba o çocuğa bakmak zorunda. İslam'da anne babanın hakkını ve hukukunu izah eder misiniz? 

Tarih: 2.06.2025 17:41:28

Cevap

Öncelikle İslamiyet'te mükellefiyet (sorumluluk) âkıl – bâliğ olmakla başlar. Yani aklı başında Müslüman bir çocuk buluğ çağına geldiği zaman dinî emirlerden sorumludur. Âkıl – bâliğ olan bir çocuk Allah'a ibadetle yükümlü olduğu gibi yine Allah'ın bir emri olan ana-babaya itaatle de yükümlüdür.

"Çocuğa dünyaya gelmek için bir seçenek sunulmadı" meselesinde Cenâb-ı Hak her şeyi yoktan var etti. Henüz var olmayan birisine teklifte bulunulmaz. Mülkün yegâne sahibi Rabbimiz dilediğini yaratır, dilediğini ise yaratmaz. Yarattığını ise şu imtihan dünyasında imtihana tabi tutar. İmtihan (teklif) için ise akıl, şuur ve irade gereklidir.

"Çocuk mesul olmadığı zamanlarındaki (buluğ çağından önceki yaşları için) anne-baba haklarından neden sorumlu olur?"

Çünkü çocuk âkıl-bâliğ olup sorumluluk sahibi bir ferd olduğu zaman şunları düşünmelidir:

Allah beni yok iken var etti. Varlığıma anne babamı vesile kıldı. Annem beni büyük zahmetlerle 9 ay karnında taşıdı. Dünyaya gelince iki yaşına kadar şefkatli kucağında emzirdi. Çocukken her türlü tehlikeye karşı bana kol kanat gerdi. Babam evimizin geçimini sağladı, beni okuttu. Masraflarımı karşılamak için gece gündüz çalıştı, didindi. Annem ve babamın üzerimde çok büyük emekleri var. Ben bu hakkı ödemek için onlar nasıl benim küçüklüğümde bana sahip çıktılarsa ben de onlara yaşlı hallerinde hürmet etmeliyim, ihtiyaçlarını görmeliyim.

Aile büyüklerimiz özellikle anne - babamız ailemizin temel taşıdır, bir bütünün iki parçası, bir elmanın iki yarısı gibidirler. Hiç şüphesiz anne – babalarımız sevgiyi, saygıyı, hürmeti fazlasıyla hak ediyorlar.

Anne babaların çocukları üzerine bir takım haklarını özetle şöyle sıralayabiliriz:

Anne ve babanın meşru/helal olan istek ve arzularını yerine getirmeliyiz.

Anne - babamızı asla azarlamamalı, onlara öf bile dememeliyiz.

Onlara elimizden geldiğince yardımcı olmalı, kalplerini kırmamaya gayret etmeli, hayır dualarını almaya çalışmalıyız. Çünkü “Üç çeşit duanın müstecâb olduğu (kabul edildiği) hususunda şüphe yoktur: Mazlumun (haksızlığa uğrayan kimsenin) duası, yolcunun (misafirin) duası ve anne babanın çocuklarına duası.”[1]

Anne babamızdan dolayı utanmamalı, göğsümüzü gere gere bunlar benim annem ve babamdır diyebilmeliyiz.

Bizi rahatsız eden bazı halleri varsa onlara sabretmeli, onları bir yük olarak görmemeliyiz.

Örnek hadise: Bir gün yaşlı bir amca, oğluyla parkta oturmaktadır. Bir süre sonra bir kuş yakın bir yere konar ve orada bulabildiği yiyecekleri yemeye başlar. O sırada kuşu izlemekte olan yaşlı amca, oğluna sorar: Evladım! Bu kuşun adı ne? Güvercin diye cevap verir oğlu. Bir süre sonra baba yine sorar: Evladım! Bu kuşun adı ne? Oğlu sesini yükseltir ve güvercin baba güvercin, der. Aradan kısa bir zaman geçer, baba oğluna aynı soruyu 3.kez sorar fakat oğlu sinirlenir ve öfkeyle daha kaç defa soracaksın diye babasını azarlar. Biricik babası belki 40 sene öncesini hatırlar ve oğlunun küçükken aynı parkta aynı tür kuşu gördüğünde aynı soruları kendisine tekrar tekrar sorduğunu ve kendisinin hiç bıkmadan sevgili oğluna sabırla cevap verdiğini hatırlar ve der ki: Oğlum bir zamanlar yine burada aynı soruyu sen bana tam 20 kere sormuştun!

Ana – babaya hürmetle ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri şöyle demiştir:

Evet, dünyada en yüksek hakīkat peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı olan şefkatleridir ve en âlî (yüce) hukuk dahi onların o şefkatlerine mukābil (karşılık) onlara hürmet etmek, onların haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemâl-i lezzetle (tam bir lezzetle) evlâdlarının hayâtı için fedâ ediyorlar, sarf ediyorlar. Öyle ise, insâniyeti sukūt etmemiş (kıymetinden düşmemiş) ve canavara inkılâb etmemiş (canavara dönmemiş) her bir veledin (çocuğun) farz olan bir vazîfesi de, o muhterem sâdık fedâkâr dostlara hâlisâne (sâfî) hürmet ve samîmâne hizmet ve rızâlarını tahsîl (rızâlarını kazanmak) ve kalblerini hoşnûd etmektir. Amca ile hala, peder hükmündedirler. Teyze ile dayı, ana hükmündedirler. İşte o mübârek ihtiyarların vücudlarını istiskāl edip (varlıklarını ağır bir yük gibi görüp) ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır, bil, ayıl!

Evet, hayâtını senin hayâtına fedâ edenin zevâl-i hayâtını (ölümünü) arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm ve ne kadar çirkin bir vicdansızlık olduğunu anla! Ey derd-i maîşetle (geçim derdiyle) mübtelâ olan insan! Bil ki: Senin hânendeki bereket direği ve rahmet vesîlesi ve musîbet dâfiası (belâları def'eden), hânendeki o istiskāl ettiğin ihtiyar veya kör akrabândır. Sakın deme, maîşetim (geçimim) dardır, idâre edemiyorum! Çünki onların yüzünden gelen bereket olmasa idi, elbette senin dıyk-ı maişetin (geçim sıkıntın) daha ziyâde olacaktı.”[2]

"Hem ana - babayı şefkat ile techîz eden ve seni onların mer­hametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine âittir. O mu­habbet ve hürmet ve şefkat, Allah için olduğunun alâmeti şudur ki, onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve hürmet ve şefkat etmektir.

"Ve Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi ve ana-babaya iyilik etmeyi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa erişirse, sakın onlara “öf!” bile deme! Onları azarlama ve onlara güzel söz söyle!"[3] âyeti beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi, Kur’ân’ın nazarında vâlideynin (anne-babanın) hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukūkları (anne-babaya asi olmak) ne derece çirkin olduğunu gösterir.

Madem baba kimsenin değil, yalnız evladının kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil çocuk dahi babasına karşı hak dava edemez. Demek anne - baba ve çocuk ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıbta ve hasedden gelir, babada oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Çocuğun hakkı yoktur ki, babasına karşı hak dava etsin. Babasını haksız görse de ona isyan edemez. Demek babasına isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır."[4]

Anne babaya iyilik yapmak hususunda İsra suresinde geçen ayetin tefsiri için Fahreddin Razi Hazretleri şöyle demiştir:

Cenâb-ı Hak, "...Ana ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse, onlara "Öf" (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını indir ve "Yâ Rabbî onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet eyle" de! Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız, şüphesiz ki Allah da daima kendine dönenleri cidden bağışlayıcıdır" (İsra, 23) buyurmuştur.

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Sıralamadaki Hikmet

Bil ki Allahü Teâlâ, önce kendisine ibadet etmeyi emretmiş, peşinden de ana-babaya itaati emretmiştir. Kendisine ibadet etmeyi emretmesiyle ana-babaya itaati emretmesi arasındaki münasebeti birkaç yönden izah edebiliriz:

Birinci Vecih: İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allahü Teâlâ'nın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahirî sebebi ise, onun anne-babasıdır. Böylece Cenâb-ı Hak, ilk önce pek çok sebebe ta’zim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahirî sebebe tazim edilmesini emretmiştir.

İkinci Vecih: Mevcûd, var olan, ya kadîmdir, ya da muhdes (sonradan olan). Binâenaleyh, insanın, kadîm ilâh ile olan muamelesinin tazîm ve kulluk ile, muhdes ile olan muamelesinin de ona karşı şefkatini ortaya koyarak tezahür etmesi gerekir ki, Hz. Peygamber (sav)'in  “Allah'ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek” şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahlûk ise, ana-babadır. Çünkü onların, o insana karşı in'âm ve lütufları son derece fazladır. O halde, "Rabbin, "kendinden başkasına kulluk etmeyin..." diye hükmetti" buyruğu, Allah'ın emrine itaat edip tazîm göstermeye; "Ana ve babaya iyi muamele edin" buyruğu da, Allah'ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir.

Ebeveynin Evlat Üzerindeki Hakları

Üçüncü Vecih: Nimet verene şükretmekle meşgul olmak vaciptir. Gerçek nimet veren ise Allahü Teâlâ'dır. İnsanlardan birisi de sana in'âmda bulunmuş olabilir. O halde ona da teşekkürde bulunmak gereklidir. Çünkü Hz. Peygamber, “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez” buyurmuştur. Hâlbuki insan üzerinde, ana-babanınki kadar hiç kimsenin bir nimet ve iyiliği bulunmamaktadır. Bunu da birkaç bakımdan izah edebiliriz:

1) Çocuk, ana-babanın bir parçasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (sav), "Fatıma benden bir parçadır'' buyurmuştur.

2) Ana-baba çocuğuna, olabildiğince şefkat duyar ve onların, çocuklarına her türlü iyiliği yapmadaki çaba ve gayretleri tabii bir haldir. Yine onların, çocuklarına herhangi bir zarar vermekten kaçınmaları da tabii bir haldir. Binâenaleyh, her ne zaman, ona hayır ulaştırmaya vesile olan sebepler çok ve bol; engeller de o nispette bertaraf edilmiş olursa, hiç şüphesiz, o çocuğa sayısız iyi ve güzel şeyler ulaşmış olur. Dolayısıyla, ana babanın, çocuklar üzerindeki lütuf ve ihsanlarının, insanlardan başkasına ulaşan nimetlerden çok çok fazla olması gerekir.

3) İnsan, son derece zayıf ve son derece aciz olduğu o çocukluk devresinde, ana-babanın in'am ve iyilikleriyle kuşatılmıştır. Binâenaleyh o vakitte, ana-babanın muhtelif nimet ve lütufları o çocuğa ulaşmıştır. Yine, o çocuğun o vakitteki acıma duygusu ana-babaya ulaşmakta, vasıl olmaktadır. Binâenaleyh, bu tarz üzere yapılan lütuf, in'âm ve ihsanın değerinin çok büyük olacağı malûmdur.

4) Bir kimsenin bir başkasına yapacağı iyilik, bazen, o kimseden göreceği iyilik münasebetiyle olabilir. Bu maksada, bazen başka gayeler de karışabilir. Hâlbuki çocuğa iyilik yapmak, sadece bu maksattan dolayı (o da bana baksın diye...) olmaz. Binaenaleyh, bu hususta yapılan iyilik (karşılık gözetilmeksizin yapıldığı için), daha tam ve daha mükemmel olur. Böylece, hiç kimsenin, insan üzerinde, ana-babası kadar hakkının, nimetinin ve iyiliklerinin bulunmadığı kesinlik kazanmış olur.

İşte bu sebeple Cenab-ı Hak sözüne, yaratanın nimetine şükretmeyi emretmekle başlamıştır ki, bu O'nun,   "Rabbin,   kendinden   başkasına  kulluk etmeyin... diye hükmetti" buyruğudur. Daha sonra bunun peşinden de, ana-babanın iyiliklerine teşekkürde bulunmayı getirmiştir ki, bu da O'nun, "Ana ve babaya iyi muamele edin" ayetidir. Bunun sebebi, daha önce de beyan ettiğimiz gibi, yaratan ilâhın in'âm ve lütfundan sonra, nimetlerin en büyüğünün, ana-babanın yaptığı iyilikler olmasıdır." (Tefsir-i Kebir)

 Taberi tefsirindeki izah ise şöyledir

"Rabbin, kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin. Anne ve babaya iyilik edin. Anne ve babadan biri veya her ikisi, yanında yaşlanır ve düşkünleşirse (bezginliğini hissettirir bir şekilde) onlara “Öf” bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel ve tatlı sözler söyle. Onlara, merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için "Rabbim, onlar beni küçüklüğümde yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet eyle." Diye dua et.

Allahü Teâla bu âyet-i kerimelerde, sadece kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra hemen arkasından anneye babaya iyilikte bulunulmasını emrediyor. Anne babanın, çocuklarının yanında ihtiyarlamaları halinde, çocuklarının onları söz ile dahi incitmemelerini ve onlara tatlı sözler söylemelerini emrediyor. Bu da anne babaya itaatin İslam’da ne kadar önem taşıdığını gösteriyor.

Bu hususta birçok Hadis-i Şerif zikredilmiştir. Resulullah (sav) bu Hadis-i Şeriflerinin birisinde buyuruyor ki:

"Burnu yere sürülsün. Tekrar burnu yere sürülsün. Tekrar burnu yere sürülsün." "Ey Allah’ın Resulü, kimin burnu yere sürülsün?" diye sorulduğunda "Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlı oldukları halde kavuşup ta kendisini cennete koyduramayanın." buyurdu.

Abdullah bin Mes'ud diyor ki

"Ben, Resulullah’a Allah katında "amellerin hangisi daha sevimlidir?” diye sordum. "Vaktinde kılınan namazdır." dedi. "Sonra hangisidir?" dedim. "Anneye babaya iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Ondan sonra hangisi daha sevimlidir?" diye sordum "Allah yolunda cihad etmektir." buyurdu. Sonra sustum. Eğer ben, sormaya devam edecek olsaydım Resulullah da devam edecekti.

Peygamber Efendimiz  (asm), annenin hakkının daha çok olduğunu başka bir Hadis-i Şerifinde şöyle beyan ediyor:

"Bir adam Resulullah’a gelip "Kendisine güzel davranmama en layık olan insan kimdir?" diye sordu. Resulullah da "Annendir." buyurdu. Adam "Ondan sonra kimdir?" dedi. Resulullah yine "Annendir." buyurdu. Adam "Ondan sonra kimdir?" dedi. Resulullah "Babandır." Buyurdu." (Taberi)

“Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, bana, ana-babama ve (bütün) mü'minlere mağfiret eyle![5] Âmin.

Ayrıca lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/anne-hakki


[1] Tirmizî, Birr ve Sıla, 7.

[2] Said Nursî, Hayrat Neşriyat, Isparta 2021, Lem‘alar, 26. Lem‘a, s. 282.

[3] İsra, 17/23.

[4] Said Nursî, Hayrat Neşriyat, Isparta 2021, Sözler, s. 308.

[5] İbrahim, 14/41.


Yorum Yap

Yorumlar