Soru

Allah İçin Mekânın Olmaması / Allah Nerede? Sualinin Cevabı

Allah (cc) nerededir? Allah (cc) için bir mekân var mıdır? Eğer varsa, bu mekân kâinatın içinde mi yoksa dışında mıdır?

Tarih: 3.08.2024 21:24:57
Okunma: 333

Cevap

Bir yerde olmak yaratılmış olan varlıkların özellikleridir.  Yaratılmış varlıklara benzemek ise Vâcibü’l-Vücud olan bir varlık için söz konusu olmaz. Allah’a (cc) yer veya mekân nispet etmek, O’nu (cc) bir cisimmiş gibi düşünerek, yarattığı varlıklara benzetmek, doğru değildir. Eğer bir yer veya makam nisbeti söz konusu olursa bulunduğu yerin veya makamın da ezeli olması gerekir. Bu da inanç açısından “taaddüd-i kudemâ” olarak tabir edilir ve caiz değildir.[1] 

Allah (cc), vâcib'ül-vücuddur, mekândan münezzeh olmakla beraber her mekânda hazır ve nazırdır. Mekanlar ve makamlar yokken de Allah (cc) vardı. Allah (cc), bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğu için O’na zaman ve mekân kavramları nisbet edilemez. Nesnelerin hacimleri ve sonlu oluşları zaman ve mekâna bağlıdır. Çünkü zaman ve mekân noksan varlıkları ilgilendirir. Noksan varlıklara nispet edilen kavramların Allah (cc) için kullanılması O’nun ulûhiyet sıfatına halel getirmektedir, dolayısıyla Allah için mümtenidir, imkânsızdır. Yani Allah (cc) için bir mekân ifade etmek itikadi olarak sıkıntılı bir durumdur. Rabbimiz yaratılmışlar gibi bir varlık değildir. Dolayısıyla mahlukların ihtiyacı olan hiçbir şeye O (cc) muhtaç değildir. O’nun (cc) bir yere de ihtiyacı yoktur.[2]

Allah’a (cc) mekân nisbet etmek caiz olmadığı gibi, yön, cihet vb. nisbet etmekte caiz değildir.[3]

Kâinatın yaratıcısı, elbette kâinât cinsinden değildir. Mâhiyeti hiçbir mâhiyete benzemez. Öyle ise, kâinât dâiresindeki mânialar (engeller), kayıdlar (sınırlandırmalar), onun önüne geçemez. Onun icrââtını takyîd edemez. Bütün kâinâtı birden tasarruf edip çevirebilir.[4]

İslâm itikadına göre Allah (cc), tasviri olarak değil, tavsifi olarak bilinir. Onun güzel isim ve sıfatlarının tecellileri üzerinden düşünen bir kimse, yarattığı varlıkların şehadetiyle Allah’ı (cc) tanımaya çalışır ve hayretler içinde kalır. O’na (cc) olan sevgisi ve teslimiyeti kat kat artar. Çünkü bu varlıkları bu kadar mükemmel bir düzen içerisinde ve harika bir şekilde vücuda getiren zat elbette bütün eksik ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Yaratılmış bir varlık olan insanın, O’nun (cc) zatını anlaması mümkün değildir. Ancak yarattığı sanat harikası varlıkları gören, müşahade eden, inceleyen birisi Allah’ın (cc) yüceliğini anlayabilir. Buna da marifetullah denir. Bundan dolayı, bir rivayette Hz. Peygamber (sav): “Allah’ın (cc) zatını değil, Allah’ın (cc) nimetlerini düşününüz.”[5] buyurmuşlardır.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, Allah’ın (cc) zatını bizim gibi yaratılmış fanilerin kavraması mümkün değildir. Bu sebeple, gerek Allah’ın (cc) yarattığı varlıklar üzerinde ve gerekse kullarının istifadesine takdim ettiği sayısız nimetler ve eserler üzerinde akıl yürütmek O’nun (cc) azameti karşısında takdir duygusunu artırmaya yarar.

Bazı şeyleri anlamamız için, misaller suretinde aklımızın anlayacağı ve idrak edeceği şekilde ifade etmek gerekir. Mesela; Ruh nasıl ki insan bedeninin her yerinde olduğu gibi, hiçbir yerinde değildir. İnsanın parmağında ruh vardır. Ancak insanın ruhu parmağındadır! Denilmez.

Zaman ve mekân Allah tarafından yaratılmış olup sınırlılık ifade eder. Bu nedenle zaman ya da mekânla sınırlı olmak yaratılmışlara ait özelliklerdir. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla Allah zaman yahut mekânla sınırlı olacak şekilde ifade edilemez.

Ancak insan genel olarak fiziki kâinatı esas alarak düşünür ve çıkarımlarını ona göre yapar. Halbuki kâinat, Allah’ın (cc) dışında diğer varlıkların hepsine denir. Yani yaratılmış olan her şey kâinatın bir parçasıdır. İnsan da yaratılmış olması hasebiyle bu kâinatın bir parçasıdır. Düşünce de bu var olan varlıklar üzerinden şekillenir. Dolayısıyla insan bir şeyi düşündüğünde onu madde ile kıyas edip ona göre anlamlandırmaya ve anlamaya çalışır. Halbuki Allah (cc) maddeden ve insanın düşündüğü şeylerden münezzehtir. Yer ve mekân onun için söz konusu olamaz.

Zaman ve mekândan münezzeh olarak Allah, her daim kullarına yakın ve onlarla beraberdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamı ifade eden pek çok âyet vardır;

“(Habîbim, yâ Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şübhe yok ki ben(onlara) pek yakınım.”[6],

“Celâlim hakkı için, insanı (biz) yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini biliriz! Çünki biz, ona şah damarından daha yakınız!”[7] ,

“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmedendir. Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve orada yükseleni bilir. Ve nerede olsanız, O sizinle berâberdir. Çünki Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.”[8]

“Cenâb-ı Hakk, her şeye herşeyden daha yakındır. Fakat her şey, O’ndan nihayetsiz uzaktır. Nasıl ki güneş yaratılan bir mahluk olduğu halde Nur ismine olan mazhariyetinden dolayı, elimizdeki bir ayna vasıtasıyla bize oldukça yakın olur. Şeffaf olan cisimlerdeki yansımasıyla her yer güneşe bir menzil, bir ev mesabesindedir. Eğer güneşin şuuru olsaydı elimizdeki ayna vasıtasıyla bizimle konuşabilirdi. Halbuki biz güneşten yaklaşık 150.000.000 kilometre uzaklıktayız. (Misalde hata aranmaz.) Güneş; ışığıyla, ısısıyla ve yedi rengiyle her yerde olduğu gibi, dünyada hiçbir yerde de değildir. Aynen bunun gibi Allah ilmiyle, kudretiyle ve diğer sıfatlarıyla her yerde hazır ve nazır olduğu gibi, azameti ve zatı itibariyle hiçbir belli yerde değildir.[9]

Allah’a bir mekân belirlemek veya Allah’ı bir şeye benzetmek ehl-i hak olan ehl-i sünnet itikadına göre sıkıntılı ve yanlış bir inanıştır.

Allah “mütemekkin” değildir; yani bir mekânda yer tutmaz. Allah “mütehayyiz” de değildir; yani boşlukta yer kaplamaz. Çünkü bir mekânda yer tutmak veya boşlukta yer kaplamak, o mekân veya boşluğa ya hulûl ve nüfuz etmeyi veya temas etmeyi gerektirir. Halbuki bu vasıflar ve özellikler “cisim ve cismânî” varlıkların özellikleridir. Allah ise cisim ve cismaniyattan münezzehtir.

Bazı şeyler vardır ki akıl idrakte zorlanabilir. Çünkü aklın da bir haddi ve sınırı vardır. Böyle durumlarda teslimiyet devreye girmelidir. İdrak-i meali bu akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

“ittisali (Allah’ın kâinatla bitiştiğini) veya ittihadı (Allah’ın varlıklarla birleştiğini) veya hulûlü (Allah’ın  varlıkların içine girdiğini) iddia eden, marifet-i İlâhiyeden hiçbir şey istişmam etmemiştir (koklamamıştır, hissetmemiştir). Evet, mümkün (yaratılmış bütün varlıklar) Vacib (Allah) ile nasıl ittisal (bitişme) veya ittihad (birleşme) edecek? Kellâ! Evet, mümkünün ne kıymeti vardır; tâ ki, Vacib onda hulûl ede, hâşâ!”[10]

Ayrıca aşağıdaki linki inceleyebilirsiniz:

https://risale.online/soru-cevap/kainatin-disinda-ne-var


[2] Bunun için bkz: Ebu Mansur el-Mâturîdî, Kitabü’t-tevhid, trc. Bekir Topaloğlu, 12.baskı (Ankara: TDV Yayınları, 2018) 224-227.

[3] Bunun için bkz: Mâturîdî, Kitabü’t-tevhid, 178.

[4] Bediüzzaman, (Said Nursi), Mektubat-1, (İstanbul: Altınbaşak Neşriyat Osmanlıca Nüsha, 2011), 98.

[5] Aclûnî (İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî), Keşf’ül-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, thk: Yusuf b. Mahmud el-Hac Ahmed (Dimeşk: Mektebetü­’l-İlmi’l-Hadis, 1421), I, 357.

[6] Bakara, 2/186.

[7] Kâf, 50/16.

[8] Hadîd, 57/4.

[10] Bediüzzaman, (Said Nursi), Muhâkemât, (Isparta: Hayrat Neşriyat, Osmanlıca Nüsha, 1445/2023), 122.


Yorum Yap

Yorumlar

Miraç hadisesini anlamakta zorlanıyor insan bu sefer de.
Gönderen: MUSTAFA SİNAN GÜN
Tarih: 10.09.2024 12:12:11