Soru

Agnostizme Risalelerde Cevap Var mı

Risale-i Nur’da agnostizim konusuna değinilmiş midir? Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu fikrin batıl ve muhal olduğunu ispat etmiş midir? Bu fikre sahip bir insana ne tarz deliller sunmamız gerekiyor?

Tarih: 18.10.2022 07:28:17
Okunma: 517

Cevap

Kısa cevap: Risale-i Nurlarda fikri akımlar bir tasnife tabi tutularak tüm görüş ve iddiaları ele alınarak incelenmemiştir. Risale-i Nurlar “varlığı ispat” etmek kabilinden bir yol takip ettiği için bu tarz iddialara top yekün cevap vermiştir. Bu taraz fikirlerin hepsi  Allah'ın varlığını inkar noktasında çeşitli görüşler ortaya attıkları için Risale-i Nur varlığı ispat etmekle aslında hepsine de cevap vermiş olmaktadır.

Yani yok diyenler birçok ve çeşitli sebeplerden yok derlerken var olanı ispat eden ispatını yapmakla diğer tüm yoktur diyenlerin de düşüncelerini çürütmüş olacaktır. Agnsotizm de bir nevi inkardır. Allah’ın varlığınının veya yoklıuğunun kesin olarak ispat edilemeyeciğini iddia eder. Kendi içinde farklı dallara da ayrılmaktadır. Halbu ki Üstadımız Allah’ın varlığının kesin olarak ispat edileceğini ve yokluğunun ise kesin olarak ispat edilemeyeceğini yazdığı risalelerde fazlasıyla göstermiştir. Yani aslında Üstadımız Allahın varlığını inkâr mümkün değildir diyerek, Allah’ın varlığı kesin olarak ispat edilemez diyen Agnsotizm’e karşı delil getirmiştir. Bu deliller Risale-i Nurda Allah’ın varlığını kesin olarak iddia ve ispat eden risale-i nurlarda bulunmaktadır. Fakat Risale-i Nurlarda az da olsa, agnostizme işaret eden bazı paragraflar bulunmaktadır (pargaflar için aşağıya bakınız). Onlardan “la edri” veya bazen “sofestai” yani şüpheciler olarak bahsedilmiştir. Bu fikre inanan insanlara “Allah’ın varlığının kesin olarak ispat edilebileceğini” göstererek cevap verebiliriz. Yani Allah’ı ispat eden her risale Agnsotizm’e karşı verilmiş bir cevaptır.

Geniş İzah: Agnsotizm, kısaca bilinmezcilik ve şüphecilik olup buradan yola çıkarak bir tanrının varlığının veya yokluğunun kesinlikle bilinemeyeceğini iddia eden bir düşüncedir. Risale-i Nurlar’da Agnostizim gibi felsefi düşüncelerin bir tasnif halinde tek tek ele alınarak bir eleştirisi yapılmamıştır. Zaten buna gerek de yoktur. Çünkü onlarca felsefi düşünceyi bizzat ele alıp incelemek, iddialarını dillendirmek, görüşlerini ortaya koymak, birçok insanın bu düşüncelerden fakında olmadan etkilenmesine neden olabilmektedir. Her dönemde başka isimler altında yeni akımlar ve bu akımların yan dalları alt dalları gibi bir sürü çeşitleri çıkmaktadır. Safi zihinleri idlal etmemek için üstadımız Risale-i Nurlarda onların bu tarz evhamlarını, tereddütlerini ve safsatalarını dile getirmemiştir. Çünkü önce, tahribat yapan görüşleri anlatmak kolay olsa da sonrasında onu çürütecek tamiratı yapmak zor olabilir. Bu yüzden üstadımız çok mantıklı bir yol takip ederek hariçteki batıl ve safsata ideoloji ve inançların görüşlerini anlatmadan her insanın kabul edeceği tarzda imani ve islami meseleleri kendi içinde ispat etme yoluna gitmiştir. Yani bize gerekli olan ispat etme yöntemlerini anlatmış ve öğretmiştir. Tabiri caizse inancımızı kalbi, akli ve mantıki delil ve bürhanlarla techizatlandırarak dışarıdan gelebilecek her türlü ideolojilere karşı bir koruma kalkanı oluşturmuştur. Risale-i Nurları dikkatle okuyan birisi, inanç noktasındaki sonu “-izm” ile biten her düşünceye, ne olursa olsun cevap verecek düzeye gelebilir. Mesela risaleleri okuyan biri daha önce hiç duymadığı bir ideoloji ile karşılaştığında korkmasına gerek yoktur, çünkü iddia edilen her şüphe ve soruya cevap verecek mantıki bir delili cebinde bulacaktır. Hatta üstadımız bazen kalbimize ve aklımıza bir delil bırakır. Biz ilk başta bu delilin bazen ne işe yaradığını bilmeyebiliriz. Fakat çok sonra şeytanın veya başka birilerinin ortaya attığı ve atacağı bir şüphenin cevabının olduğunu görürüz. O yüzden risalelerdeki her bir delilin, önümüze çıkacak bir şüphe kapsının anahtarı olduğunun bilincinde olmalıyız.

Üstadımız başka ideolojileri çürütmek için onların düşüncelerini öğrenmeye gerek duymadan onların sorabileceği soruların veya şüphelerin cevaplarını bize bildirmiş ve öğretmiştir. Bu eserleri mütalaa edenler, önelerine çıkabilecek, nereden geldiği ister bilinsin ister bilinmesin her türlü şüpheye cevap verecek bir kabiliyet ve yetenek kazanmaktadırlar. Mesela nur talebeleri ateizimin ne olduğunu bilmeden de onların şüphelerine cevap verebilmektedir. Yani atezime cevap vermemiz için onların düşüncelerini öğrenmemize gerek olmadığını her nur talebesi bilmekte ve görmektedir. Risale-i nurların bir özelliği de varlığı ispat etmenin yöntemini göstermektir. Diğer akımlar ise var olanın nasıl var olamayacağını ispat etmeye yöneliktir. Yani biri varlığı diğerleri yokluğu ispat etmeye çalışmaktadırlar. Yokluğu ispat edenler çok sebeplerden dolayı bir şeyin varlığını inkâr edebilirler ki bu deliller o şeyin olmadığı konusunda delil olamaz. Mesela elmanın olmadığını ispat etmeye çalışanlar her biri kendisine göre bir mantık ileri sürerek inkâr edebilir ki bu sonu da yoktur. Mesela birisinin gözleri bozuktur, diğeri kördür, bir diğeri başka bir sebepten dolayı görmemiştir ve inkara kalkışmıtır. Elma vardır diyen varlığı ispat etmek için diğerlerinin arıza ve kusurlarını bilmesine öğrenmesine gerek duymadan elmanın varlığı üzerinden delil ve ispat çalışmasına girişebilir. İşte Risale-i Nurlar’ın yönteminde ise Allah’ın varlığını çeşitli sebeplerden dolayı inkara sapan ve kendi aralarında da ittifak edemeyen bu düşüncelerin ne olduklarını değil onların inkar ettikleri şeyin varlığını ispata yönelik bir yol takip etmiştir.

Agnostizm de bilinmezcilik ve şüphecilik olduğu için Risale-i Nurlar’da Allah’ın varlığını isbat eden tüm konular aslında bu fikre karşı bir reddiyedir. Çünkü risale-i nurların iddiası, iki kere iki dört eder derecesinde Allah’ın varlığını ispat etme amacı taşır, yani Allah’ın kesin olarak ispat edilebileceğini göstermektir. Agnostizim ise tam tersi Allah’ın varlığının ve yokluğunun kesin olarak ispat edilemeyeceği yönündedir. Demek ki Risale-i Nurlarda Allah’ın varlığını ispat eden her delil Agnostizm’e karşı ortaya atılmış bir delildir.

Şüphecilik veya bilinmezcilik olarak bilininen agnostizim düşüncesinin kendi içinde de tutarlı olmadığı görülmektedir. Eğer “birşeylerin kesin olarak bilinmesi mümkün değilse veya hiçbir bilgi bizi doğruya hakikate ulaştıramaz” denilirse o zaman bu düşüncenin de yanlış olduğu ortaya çıkar. Yani “kesin bir bilgi yoktur demek” cümlesi “-kesin bir bilgi yoktur demek- de kesin değildir” demek olur ki bu bir çelişkidir.

Bir tartışma esnasında agnostik bir kişiyle bir müminin muhaveresini(konuşmasını) aşağıya alıyoruz? Bu düşüncenin ne olduğu çok kısa olarak tartışılmıştır.

Mü’min: Agnostizm nedir?

Agnostik: Tanrının varlığının ispatı kesin değildir. Yokluğu da kesin değildir. Yani bir açıdan şüphelidir. Biz herşeye bu şüphe ile bakarız ve bunun böyle olmasını daha doğru buluruz.

Mü’min: Peki herşeyden şüphe duyduğun gibi bu düşünceden de şüphe duyuyor musun?

Agnostik:???

Mü’min: Demek ki senin savunduğun bu düşünce de şüphelidir ve gerçek değildir. Senin, doğruya ulaştıracağını düşündüğün bu bilginin yanlış olduğunu, aslında yine senin içine düştüğün durum göstermektedir. Çünkü senin kuruduğun sistem sana bu kendisini yalanlamakta ve bu şekilde düşünmenin yanlış olduğunu ifade etmektedir.

Demek ki bu bilgi bir açıdan kendi kendisini yalanmlamakta ve kendi doğru olduğunu düşündüğü ölçütlerine kendisi şüphe ile bakmaktadır.

"Hulâsa: Nefs-i emmâre devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya sofestai gibi, münâkaşa edenlere der ki: “Delîlleri birbirini reddeder. Taâruzan tesâkutan kabîlinden, hiçbirisi de hak değildir” diye hükmeder.” (Mesnevi Nuriye Osmn. Zerre s.174)

“Hem de onları hayrette bırakan tevehhümleridir ki, imkân-ı zatî, yakîn-i ilmîye münafidir. O halde yakîniye olan ulûm-u âdiyede tereddüt ettiklerinden, lâ edrî’lere yaklaşıyorlar. Hattâ utanmıyorlar ki, mesleklerinde lâzım gelir: Van Denizi, Sübhan Dağı gibi bedihî şeylerde tereddüt edilsin. Zira onların mesleğince mümkündür, Van Denizi düşâb ve Sübhan Dağı da şekerle örtülmüş bala inkılâp etsin. Veyahut o ikisi, bazı arkadaşımız gibi küreviyetten razı olmayarak sefere gittiklerinden, ayakları sürçerek umman-ı ademe gitmeleri muhtemeldir.” (Muhakemat, Birinci Makale, Unsurul Hakikat On İkinci Mukaddime.)

 

 

 


Yorum Yap

Yorumlar