İnsanın yaratılışında iki temel unsur vardır. Biri acz-i mutlak, diğeri fakr-ı mutlaktır. Bu iki vasıf veya sıfat insanın zati bir hassası yani özelliğidir. Bu da insana kul olduğunu anlatmak ve kulluğa sevk etmek içindir.
Acz: Devamlı bir şeylerin kendini incittiği ve rahatsız ettiği insan bunlara karşı kendine göre mücadele eder. Fakat takatinin çok üstünde olan bir çok şey onu aciz bırakır. Bu şekilde güçsüzlüğünü ve zayıflığını anlayan ve hisseden insan sığınacak ve dayanacak bir yer, bir müracaat yeri arar. Bakar ki sonradan yaratılan varlıklar da kendisi gibi acizdir. Çünkü mesela dünyanın en kuvvetli ve kudretli insanı da bazı dertlere, hastalıklara, belalara karşı gücü yetmez ve çare bulamaz. O zaman insan, her şeye gücü yeten ve kendisine hiçbir şeyin aciz bırakıp da zarar veremediği birini arar. İşte tam bu noktada her şeye gücü yeten ve merhametli bir dayanak noktası olan Cenab-ı Hakk'a yönelerek kudretine istinad eder. Böylece insanın aczi onu Aziz ve Kadir olan Allah'a yaklaştırır. Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle demektedir:
"Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah'a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar."1
Yani “Kâmil insan”, nefsiyle mücadele etmiş, benliğini aradan kaldırmış, Allah’a tam bir teslimiyet göstermiş insanlar, acz ve Allah korkusunda “lezzet” bulurlar. Çünkü acizliklerini fark ettikçe Allah’ın kudretine daha çok sığınırlar. Korktukça, O’nun rahmetine daha çok yaklaşırlar. Böylece içlerinde bir huzur doğar.
Fakr: Bununla birlikte nihayetsiz şeylere muhtaç olan ve bu ihtiyaçlarına karşı sermayesi hiç hükmünde olan insan, bu şekilde "fakr"ini tam olarak hissettiği zaman hem zengin hem de cömert olan birinden yardım ister. Fakat müracaat ettiği kimsenin ya zenginliği ya da cömertliği sınırlıdır. Yani ihtiyaçlarını karşılama noktasında diğer mahlukat kendisi gibi fakir ve ihtiyaç sahibidir. İnsanın bütün ihtiyaçlarına cevap veremez. İşte tam bu noktada hem nihayetsiz Ganiy (zengin) olan hem de hadsiz cömertliği bulunan Allah'a yönelerek bütün ihtiyaçlarını O'na arz eder. Cevvad, Kerim, Muhsin, Vehhab, Rahman ve Rahim gibi bir çok isimlerine sığınarak Allah'ın rahmetini ve merhametini kendi üzerine celbeder. Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle demektedir:
"Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. (gururlanmışlar). Sakın yanlış anlama! Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir."2
Bediüzzaman hazretleri acz ve fakr noktasında şöyle demiştir:
"Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eslem(selametli) bir tarîktir(yoldur) ki; ubudiyet(kulluk) tarîkıyla(yoluyla) mahbubiyete(sevgililik makamına) kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder(ulaştırır)."3
Yukarda izahı geçtiği üzere aczini ve fakrını tam olarak hisseden insan, acz ve fakr yoluyla dua ve kulluğunu daha iyi yerine getirir. Rabbine tam bir kul olur. Kulluk vasıtasıyla makam-ı mahbubiyete yani sevgili ve sevilen makamına kadar çıkar. Hatta denilebilir ki, en büyük makam olan makam-ı mahbubiyete kulluk vasıtasıyla çıkıldığı için insanın en büyük ve önemli makamı ve hali kulluktur. Bu sırla şehadet getirirken bizler Peygamberimizin (s.a.v) önce kulluğuna şahidlik ediyoruz. Zaten Cenab-ı Hakk'ın bizlerden istediği de güzel bir kulluktur. Kulluğun özü kişinin kendini aciz ve fakir ve zayıf görerek Allah'a el açıp yalvarması ve O'nu İlah ve Rabb ve Ma'bud olarak tanımasıdır. Tabir-i diğerle kendini kul ve köle olarak görmesi, Allah'ı da Allah olarak kabul edip O'na hakiki kul olmasıdır. Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle demektedir:
"İbadetin manası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd (kul), kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir."4
Şükür: Kulluğun önemli göstergelerinden birisi de hamd ve şükürdür. Nasıl ki, insanın kendisine yapılan bir iyiliğe karşı minnettarlık ve teşekkür etme hissi uyanır. Öyle de bizleri yoktan var ederek vücut, göz, kulak, akıl, kalb, ruh gibi bir çok nimetler veren, bu nimetlerin üstüne de insanlık, iman ve İslam gibi çok daha büyük nimetler ihsan eden Cenab-ı Hakk'a karşı da insanın içinde bir teşekkür ve minnettarlık hissi uyanır. İşte insanın kendisine verilen bütün nimetlerden istifade ederken bunun Allah'tan geldiğini bilmesi ve bu nimetlerden Allah'ın istediği şeklide istifade etmesi, arkasından da Allah'a verdiği sonsuz nimetlerinden dolayı hamd ve şükretmesi de kulluğun güzel bir neticesidir.
"Enva'-ı zîhayat(çeşitli canlılar) içinde en ziyade rızkın enva'ına(çeşitlerine) muhtaç, insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi' bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını(biriktirilmiş miktarını)tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu'cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerini ve san'atlarının inceliklerini mizana(ölçüye) çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve manevî rızkın hadsiz enva'ına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en a'lâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i safilîne düşer; bir zulm-ü azîmi irtikâb eder." 5
Şükür için bakınız: Sonsuz Nimetlere Şükretmenin Yolu
Şevk: Bütün bu izah edilen şeyleri yani dua, şükür ve acz ve fakri idrak etmenin neticesi kulluğu yapmak noktasında insanın şevke ihtiyacı vardır. Allah'a karşı olan bütün vazifelerimizde ve bütün amellerimizde şevk olması lazımdır. Hatta insanın hayatındaki bütün mücadelelerinde ve işlerinde onun atı ve bineği şevktir. Şevk olursa devam eder ve lezzet verir. Şevk olmazsa lezzet ve zevk de olmadığı için mecburiyetten yapmak durumu olur. Bu da devam ve istikrarı etkiler. Belli bir zaman sonra o ameli veya vazifeyi terk etme durumu olabilir. Bunun için bütün işlerimizde ve vazifelerimizde bize şevk-i mutlak lazımdır. Buna telmihen Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir:
Hayat cidâldir. Şevk ise matiyesidir. İşte himmetiniz şevke binip, mübâreze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rast gelir. Kuvve-i ma‘neviyesini kırar. Siz o düşmana karşı لَا تَقْنَطُوا kılıcını isti‘mâl ediniz.6
Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesi yani bineğidir. İşte himmetimiz, çalışma gayretimiz şevke binip hayat mücadelesi meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis (ümitsizlik) rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin" kılıcını kullanınız.
Risale-i Nur bizlere kulluğun esasını ve ne için kulluk yapmamız gerektiğini güzel bir şekilde anlatır. Bizlere kulluk şuurunu tam olarak yerleştirir. Risale-i Nur talebeleri, hem kendi kulluğunu yapmak hem de başkalarına da bu kulluk şuurunu vermek gibi diğer iman ve Kur'an hizmetlerinde ve vazifelerinde de bu dört esası kendilerine düstur etmeleri gereklidir.
Ayrıca bakınız:
Risale-i Nur'un Takip Ettiği "Acz, Fakr, Şefkat ve Teffekkür" Esasları
Acz ve Fakrın Tevhide Delil Olması
Acz-i Mutlak, Fakr-ı Mutlak, Şükr-ü Mutlak, Şevk-i Mutlak
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 163
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 163
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 88
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 24
Bediüzzaman, Asay-ı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 258
Bediüzzaman, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 428

