Bazıları, 'Ben mi istedim yaratılmayı ve dünyada imtihan olmayı?' diyor. Bunlara nasıl cevap vermeliyiz?
Allah âlemlerin rabbi ve her şeyin yaratıcısıdır. İnsan Allah’a karşı hesap soracak makamda değildir. İnsanın yaratıcısı ve sahibi O'dur. Bunun neticesi olarak insanın Allah’a karşı bir itiraz etme hakkı olmadığı gibi, bunun kendisine zarardan başka hiç bir faydası olmaz. Ayet-i Kerime’de, “(Allah) yapmakta olduğundan suâl olunmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” Buyrulmuştur.
Lakin farazi olarak düşünelim; eğer sorulacak olsa idi, herhalde yaratılmazdan önce sorulması mümkün değil. Çünkü olmayan birine nasıl sorulacak.
Geriye tek şık kalıyor dünyaya geldikten sonra sormak. O da ancak çocukken değil, akıl bâliğ olduktan sonra sorulması gerekir. Bu durumda bir insana sorulsa ve denilse ki, “Allah seni ebedi bir saadeti kazandıracak bir imtihan için yarattı. Lakin o ebedi saadet için bu dünyadaki imtihanın hafif meşakkatini çekmen gerekiyor. Eğer kabul etmezsen yaratılış hikmetin iptal olacağı için yok edileceksin!”
Acaba hangi insan “beni yok edin ben bu imtihanın yükünü çekemem” diyecektir. Bazı insanların bunalıma girerek intihar edip adeta yokluğu seçmeleri bizi aldatmasın. Çünkü onlar başka sebeblerle intihar ediyorlar. Hiç kimse “ben bu imtihana dayanamıyorum” deyip intihar etmiyor.
Diğer bir nokta; var olmak, yaşamak o kadar büyük bir nimettir ki, hiçbir kimse gerçekten yokluğa gidip bu nimetten ebediyen mahrum kalmayı göze alamaz. İntihar edenler ne yaptıklarının ve nereye gittiklerinin farkında olmadıkları için bunu yapıyorlar. Eğer fark etseler asla bunu yapamazlar. Yokluğun insan için ne derece korkunç olduğunu Bediüzzaman Hazretleri 13. Lema’da şöyle anlatır:
“Dalâlette (imansızlıkta) öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz şeylere müştak ve hayata âşık olduğu halde, inançsızlığı yüzünden, ölümünü ebedî bir yokluk, sonsuz bir ayrılık ve varlıkların ve sevdiklerinin gözü önünde vefatlarını, bütün sevdiklerinin yok olması ve ebediyen ayrılmaları şeklinde gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?”
Yine, yokluğa gitmenin ne manaya geldiğini ve eğer insan anlasa nasıl şiddetle ondan kaçacağını kendi yaşadığı tecrübesiyle şöyle anlatır:
“Bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra yokluğa ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, ebedi fakat sıradan ve meşakkatli bir varlığı mı istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "Ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.” (Meyve Risalesi)
İnsana böyle bir sorunun sorulmasını imkânsız kılan diğer bir nokta da imtihan sırrının bozulmaması gereğidir. Çünkü diyelim ki, aklı başına gelince insanlara böyle bir teklif yapılıyor. Bu teklifi kim yapacak? Etrafımızdaki sıradan insanlar yapsa, kimse onlara inanmaz ve dinlemez. İkna edici olması için en azından gökten meleklerin inip onların sorması gerekir. Bu takdirde ise imtihan bozulmuş olur. Çünkü dünyadaki imtihanın başı zaten Allah, ahret ve melekler gibi gözümüzle göremediğimiz varlıkları, aklımızla görerek kabul etmektir. Eğer imtihanın daha başında, insan meleklerle görüştürülerek başlasa bu insana aklını kullanarak değil, zorla iman ettirilmiş olur. Böyle bir imanın kıymeti yoktur. Mesela haşir günü ahretin, meleklerin varlığını her kes görecek ama bu imanın kimseye bir faydası olmayacaktır. İmtihan sırrı akla kapı açılmasını fakat iradenin elden alınmamasını gerektirir.
İnsan her ne kadar akıl sahibi ise de yaratılıştaki bütün hikmetleri kavramaktan ve kendisinin lehine ya da aleyhine olan şeyleri tamamen görmekten uzaktır. Bu sebeble, insana imtihanının sorulmaması meselesi biraz ana-baba ile evladlar arasındaki duruma benzer. Onlar evladlarına pek çok meseleyi sormazlar. Çünkü ana-baba bilir ki o meselelerde evladının kesin menfaati vardır. Mesela, “Evladım istersen seni okula yazdıralım, istemiyorsan sen bilirsin. Karar senin…” diyen olmaz.
İşte bu imtihan meselesi de insanların ebedî bir cenneti kazanmaları ve yaratılmışların en seçkinleri olmaları için önlerine açılmıştır. Kendilerinden istenen imtihan meşakkati kaldıramayacakları bir yük olmadığı gibi, neticedeki kazançları ise sonsuzdur. Böyle mutlak bir maslahat insanın iradesine bırakılmaz.
Son olarak, insanın yaratılmasındaki gayelerden bir tanesi insanın şahsına baksa bile pek çok fazlası yaratıcısının yüce gayelerine bakar. Aciz ve cahil bazı kulların hatırı için bu imtihan yapılmasa pek çok cihetlerle Allah’ın hikmetlerine zıt bir hareket olurdu. Allahü Teâlâ insanların mantıksız, böyle hevaî arzularına uymaktan münezzehtir. Buna işaretle bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Eğer hak, onların hevâlarına (nefislerinin arzularına) uysaydı, elbette gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulup giderdi.” (Müminun, 71)
Yani kısacası, bu kâinat ve onun meyvesi olarak yaratılan insan ve onların imtihanı insanların nefsanî arzularına bakılarak düzenlenecek olsa idi, kainatın yaratılmasındaki bütün hikmetler bozulur, abesiyete dönerdi. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.