Soru

Risale-i Nur'da Geçen Sarıklı Genç Kim?

Mektubat 228-229. Sayfalarda geçen sarıklı genç rüyasını gören ve rüyadaki sarıklı genç kimdir? Rüya tam olarak nasıl?

Tarih: 28.04.2024 11:50:28
Okunma: 519

Cevap

Rüyayı gören kişi, İbrahim Hulusi Yahyagil Ağabeydir. Rüyadaki sarıklı genç ise, Bediüzzaman Hazretlerinin tabiri ile Hüsrev Efendi Üstadımızdır. Rüyanın tamamı maalesef elimizde yok. Sadece Bediüüzzaman Hazretlerinin tabir ederken ifade ettiklerini biliyoruz. Diğer rüyasını ağaşıya alıyoruz. Aynı meyanda görülen iki adet rüya ve Bediüzzaman Hazretlerinin tabir ve değerlendirmelerini Risale-i Nur’da geçen haliyle şöyle izah edebiliriz:

HULUSİ BEY’İ GEÇEN TALEBE

Hulusi Bey, 1929 yılında Üstad Bediüzzaman’ı Barla’da ziyaret ettikten üç gün sonra Risale-i Nur Hizmeti’nin istikbali ile alakadar bir rüya görmüş ve üç sene sonra yazdığı bir mektubla bu rüyayı Üstad’ına bildirmişti. Rüyayı gayet manidar gören Bediüzzaman Hazretleri bir kısmını tabir ederek Mektubat’taki rüya bahsi içine almıştı. O tabirin son kısmında Üstad şöyle diyordu:

"O vâsi‘ meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihâyetindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık, çamurlu su, hâl ve zamanın sefâhet ve atâlet ve bid‘atler bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür‘atle mescide eriştiğin, herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sâhib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemâat ise, Hakkı, Hulûsî, Sabrî, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Husrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözler’deki kuvvet ve sür‘at-i intişârlarına işarettir. Birinci safta sana tahsîs edilen makam ise, Abdurrahmân’dan sana münhal kalan yerdir. O cemâat, telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakîkati ise, inşâallâh tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfîk-i İlâhî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zât ise, Hulûsî’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi. Nâşirler ve talebeler içine girmeye nâmzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat‘î hüküm edemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır. Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusi’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır. Sâir noktaları sen benim bedelime ta‘bîr et."[1]

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu rüyayı tabir ettikten sonra, Hüsrev Efendi ve Hulusi Bey’e yazdığı birkaç mektubla, o rüyada görülen ve Hulusi Bey’i geçecek gencin Hüsrev Efendi olduğunu müjdeleyen şu ifadeleri kaleme aldı:

بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Mübarek sıddık kardeşim Hüsrev!

İnşâallah Sözler’in mütalaasından aldığın hisse ve feyiz, dünyanın musibetlerine elemlerine karşı kâfi bir siperdir. Evet, dünya eğer daimi olsa idi, insanlar içinde hakiki fail-i muhtar olsa idiler, pederler evlatlarına hakiki malik olsa idiler, ben de senin elemli hissiyatına iştirak edecektim.[2] Fakat sana pek ağır görünen o ehemmiyetsiz dünya şeyleri; senin çelik gibi kalbin, fikrin sarsılmamalı. Hem en mukaddes bir vazifen olan hizmet-i Kur’ân sana her şeye karşı bir tesellidir, bir sevinç, bir sürurdur; sana bu yeter.

Kaldı şer’î ciheti; senin takvanla vicdanını tevkil ediyorum. Dünya cihetini ise sen benden daha iyi biliyorsun. Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum ki seni benim gibi mücerred (bekâr) bırakıp sırf Kur’ân’a hizmetkâr ediyor. Bu defa bana yazdığın mesail-i müteferrika parçası o kadar güzeldir ki bana bu fikri verdi: Bazı küçükleri Hüsrev’e yazdırmak, yadigâr olarak yanımda muhafaza etmek!

Her ne ise, size bir müjde vereceğim. Hulusi Bey’in kısmen tabiri çıkmış bir sadık rüyasında mihrabda benim yanımda kendinden daha genç birisini kendinden daha ileri görmüş. Benim zannımca siz o adam olmağa namzedsiniz. El-Bâkî Hüve’l-Bâkî 

Kardeşiniz Said Nursî”[3]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ عَلٰي وَالِدَتِكُمْ وَعَلٰٓي اَخ۪يكُمْ وَ اِخْوَتِكُمْ بِعَدَدِ حُرُوفِ مَاكَتَبْتَهُ ف۪ي خِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ

Bahtiyar sıddık kardeşim ve bu hizmet-i kudsiyede fedakâr hakiki bir arkadaşım!

Bu defaki mektubunuz Hulusî Bey’in malumunuz olan rüyasında, “Benden genç birisi, benden daha ileri, gaybdan hedayayı getirmeye vasıta bir arkadaşımız olacak” fıkrasını tabir ediyor gibi görünüyor. Evet kardeşim, İşârâtü’l-İ’caz’ın te’lifinde benim en has ve halis ve yüksek kâtibim ve talebem olan Molla Habib-i Şehid, o zamandan beri en derin kalbimde onun yerini tutacak ve teselli verecek ve ona benzeyecek rahmet-i ilahiyeden istiyordum. Felillahilhamd, siz çok cihetlerle o Habib’siniz, ona tam bir hayru’l-halefsiniz. O zat makbulîndenmiş. Fakat o bilmeden gitmiş. Hem kahramancasına şehadet mertebesini kazanmış. Âlem-i berzahta zannederim size bakıyor. Beni yalnız bırakmadığınız için memnun oluyor. Senin ve Lütfi ve Rüşdü ve Re’fet Bey’in mektublarınızı Yirmi Yedinci Mektub’un (Barla Lâhikası’nın) kısmen zeylinde derc etmek istiyorum.

Şahsıma aid haddimden fazla teveccühünüzü dahi yine envar-ı Kur’âniye’ye devredip öyle kabul ediyorum. Yoksa ben kendimi o fazla teveccühünüze layık göremiyorum. Allah’a şükürden başka mabeynimizde minnetdarlık olsa siz bana değil ben sizlere karşı sarf etmeğe kendimi borçlu buluyorum.                                     El-Bâkî Hüve’l-Bâkî                  

Kardeşiniz Said Nursî[4]

Hulusi Bey bu rüyasını daha sonraları kendisiyle görüşenlere kısaca şöyle anlatmıştır:

“Yine bir gün Eğirdir’de bulunduğum zaman, rüyada sarıklı bir genç gördüm. Bu genç beni ilk defa, Hz. Üstad’a götüren meczup lâkaplı Mustafa Efendi idi. Ona Şeyh veya Hafız Mustafa da denirdi. Rüyada gördüğüm sarıklı genç şeklen o idi. Fakat ne bıyığı ve ne de sakalı vardı. Hafız Mustafa, çocuk meşrebinde birisi idi. Risale-i Nur’un ilk Küçük Sözler’ini l928’de onda görmüştüm. Daha o zaman Üstad Hazretleriyle de muarefemiz (tanışmamız) yoktu. Gayet intizamsız bir yazı ile yazılmış ilk risaleyi onda görmüştüm. Müsvedde halindeydi. Rüyada, elinde leblebi tablası vardı. Fakat içinde leblebi gayet azdı. Ben leblebiden almak için elimi attım. O zaman leblebi tabağı doldu, taştı.[5]

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, yukarıdaki iki mektubda Hüsrev Efendi hakkında işaret ettiği müjdeyi, bahsi geçen rüyanın sahibi olan Hulusî Bey’e de şu ifadelerle bildirdi:

Gayyur, sıddık, ciddi, halis âhiret arkadaşım ve hizmet-i Kur’âniye’de kuvvetli arkadaşım Hulusi Bey!

… Bu defa size yazdığımız İ’cazlı Kur’ân-ı Hakim’in cüzlerinden numune için on sekizinci cüz’ü gönderdim. Fakat daha haşiyeleri yazılmadı. Senin talihinmiş ki bu cüz mükerrer yazılmış. Bunu yazan Hüsrev namında genç bir kardeşimizdir. Arabî hattı yoktu. Kur’ân’ın kerameti olarak birden başladı bu sûreti aldı. Şimdiye kadar yirmiden fazla cüzleri o yazdı.

Senin eskiden gördüğün rüya içinde senden genç daha ileri bir zat, mihrabın gaybî tarafından hedâyâyı getirip verdiğini, -ben de onu öyle tabir etmiştim- Allah-u a’lem bu Hüsrev, o adamdır.[6] Eskiden maaşı vardı, Sözleri okuduktan sonra terk etti. Yeniden elli lira maaşı verip günde iki üç saat çalıştırmak için verdiler. Bin lira da olsa Sözler’le meşguliyetimi terk etmem, deyip o maaşı reddetti. … Başta pederiniz, Fethi Bey, Kemaleddin, Hoca Abdurrahman, İmam Ömer efendiler olarak Sözler’e alâkadar olanlara selam ve dua ediyorum.                                                          Said Nursî[7]


[1] Osmanlıca Mektubat, s. 228

[2] Hüsrev Efendi, Üstad’la tanıştığı aynı sene, 2 Temmuz 1931’de evlenmiş, fakat hanımı o sene içinde ayrılıp tek çocuklarını 1932 yılında kendi babasının evinde dünyaya getirmiştir.

[3] Hayrât Vakfı Arşivi

[4] Hayrât Vakfı Arşivi

[5] Son Şahitler, c. 1, s. 330

[6] Mustafa Sungur’dan naklen: “Eğirdir’den Hulusî Ağabey şarka gittiğinde, (Bediüzzaman Hazretleri) ona yazdığı mektubda ise: Kardeşim Hulusî o rüyada gördüğün, Hüsrev namında bir gençtir. Aynen o sarıklı genç mânâsını gösteriyor’ demişti.” (Mustafa Sungur, s. 142)

[7] Hayrât Vakfı Arşivi


Yorum Yap

Yorumlar