Soru

Risalede İstişare

Risale-i nurda istişare nasıl geçiyor?

Tarih: 25.04.2020 22:50:54
Okunma: 1838

Cevap

Üstadımız Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde istişarenin ehemmiyetini şu şekilde anlatır. 

 

ASYA KIT’ASININ İSTİKBALİNİN KEŞŞAFI VE MİFTAHI ŞÛRÂDIR

Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı,

meşveret-i şer’iyedir. (وامرهم شوري بينهم) (Onların işleri kendi aralarında İstişâreyledir)

âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.

Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında

asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti,

bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan

Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır

Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır.

Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı

yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş

çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile

şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.

Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun?

Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?

Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem’a-i İhlâsında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir.

Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor.

Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihâyetsiz, ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihâyetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar.

Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun!

Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun.

Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun.

Âmin.. (Hutbe-i Şamiye)

“Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisanın dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır.

Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir.

Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur..(Mektubat)

Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhit idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi,

onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.

Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatın şahs-ı mânevîsinden gelen dehaya karşı mağlûp düşerler.”(Sunuhat)


Yorum Yap

Yorumlar