Soru

Peygamberlerin Hayat Mertebesi

Peygamberimiz ve diğer Peygamberler (aleyhimüsselam) vefatlarından sonra hangi hayat mertebesindedirler?

Tarih: 24.11.2024 17:07:15

Cevap

Hayat mertebeleri beştir:

1. Mertebe: Bizim hayatımızdır. ki çok kayıtlarla mukayyeddir. [1] Bizim hayatımızın devam edebilmesi için, yemek, içmek, uyumak, hareket etmek ve nefes almak gibi zaruri ihtiyaçları karşılamak zorundayız. Bunlara bağlı bir şekilde yaşamımızı devam ettirebiliyoruz.

2. Mertebe: Hz. Hızır ve İlyas (a.s) hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler... [2]  Yemek içmek zorunda olmamakla beraber, istedikleri zaman cismaniyetin (vücut sahibi olma) gereği olan yeme-içme gibi haller onlarda da vuku bulabilir ve beşeri duruma girerler.

3. Mertebe: Hazret-i İdrîs ve Îsâ aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levâzımâtından (lazım olan şeyler) tecerrüd (sıyrılma) ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek, nûrânî bir letâfet (güzellik) kesb eder... [3] ise vefat etmediler (yani kabir âleminde değil halen cismani âlemdeler). Fakat cismani ihtiyaçlardan soyutlanmış olarak hayatları devam ediyor. Bu zatlar beşeriyet ihtiyaçlarından uzaklaşmışlardır. Melek hayatına benzer bir mertebeye çıktıklarından, bizimle hiç ilişkileri/alakaları olmaz.

4. Mertebe: Şühedâ hayatıdır. Nass-ı Kur’ân ile, şühedânın ehl-i kubûrun fevkınde bir tabaka-i hayatları vardır... [4] Kur’ân'ın ifade ettiği gibi, şehitleri ölü olarak bilmemek gerekir. Çünkü onlar kendilerini ölü bilmedikleri için, kendilerini hayatta bilmektedirler. Ve kabir ehlinden farklı bir mertebede yaşamaktadırlar. Ayrıca –hadislerde geçen ifadelere göre- cismani bazı lezzet ve nimetler onlara kabirde ihsan ediliyor.

5. Mertebe: Ehl-i kubûrun hayat-ı rûhâniyeleridir. Evet, mevt, tebdîl-i mekândır, ıtlâk-ı rûhtur, vazîfeden terhîstir. İ‘dâm ve adem ve fenâ değildir... [5] Ölülerin bile kendilerine münasip bir hayat mertebesinde oldukları imanın ve Kur’ân'ın ifadeleriyle sabittir.

Peygamberlerin ölümden sonraki hayatlarının da şehitlerin üstünde olduklarında şüphe yoktur. Fakat mümkündür ki, “öldüklerini bilmemeleri” hususunda şehitler için özel bir ayrıcalık tanınmış olsun.

Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı izaha göre vefat edenler (ehl-i kubur) beşinci hayat tabakasındadır. Yalnız şehitler diğer ehl-i kuburdan farklı olarak yeme-içme gibi bazı cismani lezzetlere ve nimetlere mazhardırlar. Bu yüzden dördüncü hayat tabakasındadırlar. Çünkü bu beş hayat mertebesi üstünlüğe göre değil, cismani hayatla ne kadar bağlantılı olduğu ile alakalıdır.

Buradaki kıstaslara göre değerlendirildiğinde; Peygamber Efendimiz (asm) da kabir ehlinden olduğuna göre beşinci tabakadadır.

Fakat bazı âlimler Resulullah’ın (asm) şehit olarak vefat ettiğini söylemişlerdir
Bu görüş dikkate alındığında dördüncü mertebede olması da muhtemeldir.
Hz. Aişe (ra) anlatıyor:
Resulullah (asm) kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:
“Ey Aişe! Ben Hayber’de yediğim zehirli yemeğin tesirini hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi.” [6]
Hadis Resulullah’ın (asm) hastalığında Hayber’in fethi sırasında yemiş bulunduğu zehirli etin tesirini göstermektedir. Hatta bu durumu göz önüne alan bazı âlimler Resulullah (asm) şehit olarak vefat ettiğini belirtirler. [7]

“Peygamberler melekler gibi yiyip içmeye muhtaç olmaksızın kabirlerinde ibadet ve namazla meşguldürler.”
Şehitlerin yeme-içme nimetine mazhar olduğu dikkate alınırsa peygamberlerin şehitlerden farklı olarak ehl-i kubur içinde farklı bir vaziyete sahip olmaları muhtemeldir. (Allahu a’lem)
“Âlimler tahkike dayalı olarak; Peygamberlerin, tıpkı melekler gibi yiyip içmeye muhtaç olmaksızın kabirlerinde diri olduğunu, ibadet ve namazla meşgul bulunduklarını kabul ederler. Bu cümleden olarak Resulullah da kabrinde sağdır ve ümmetinin taatiyle sürur duymaktadır. Âlimler, diğer ölülerin de kabirlerinde ilim ve işitme gibi mutlak bir idrak sahibi olduklarını söylerler.” [8]

Hayat Mertebeleri için ayrıca bakınız:

https://oku.risale.online/mektubat/birinci-mektub

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Istanbul 2012, cilt 1, say 1

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Istanbul 2012, cilt 1, say 1

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Istanbul 2012, cilt 1, say 1

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Istanbul 2012, cilt 1, say 2

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Istanbul 2012, cilt 1, say 2-3

[6] Buhari, Megazi 83

[7] Kütüb-i Sitte, c.15, s.217

[8] Kütüb-i Sitte, c.13, s. 141


Yorum Yap

Yorumlar