Soru

Online Sınavlar ve Kopya Çekmek

Pandemi dönemiyle birlikte Online olan üniversite sınavlarında kopya çekmek çok kolaylaştı. Malumunuz olduğu üzere üniversite sınavlarında bulunan çan eğrisi sisteminde bir kişinin aldığı not bütün öğrencilerin notunu ve dersten geçme durumunu etkilemekte. Böyle bir sistemde sınavda kopya çeken kardeşlerimizin nasıl uyarabiliriz. Bu şekilde sınavları geçmek kul hakkına girer mi?

Tarih: 29.06.2021 00:00:44
Okunma: 2271

Cevap

Bu mesele ahlaki bir konudur. Bundan dolayı konuyu ahlaki açıdan değerlendirip, İslami ahlakın buna müsaade edip etmediği irdelenebilir ve bu açıdan izahat yapılabilir. Konumuza doğrudan ışık tutacak Muhammed Şevki Aydın’ın Eğitim Ahlakı adlı eserinde konuya doğrudan temas eden “Öğretme, öğrenme sürecinde ve sınavda dürüst olmak” başlığı altındaki izahatı aynen alıntılayıp, bu minvalde izah yapmanızı tavsiye ederiz. Ayrıca söz konusu eseri elde edip okuyabilir ve okutabilirsiniz.[1]

“Öğretme, öğrenme sürecinde ve sınavda dürüst olmak

Müslüman öğrenci, bilgiyle varoluşsal bir ilişki içine gireceği için, ne kadar bilgilenirse kendini geliştirmek suretiyle kazançlı olacağını düşünür. Bu çerçevaede kendini sürekli test etme, durumda olduğunu, eksiklerini tespit etme ihtiyacı duyar ve sonuçlara göre çalışmalarını yeniden düzenler böyle bir anlayış öğrencinin sınavlara yaklaşımını belirler. O, artık “sınavlarda başarılı sayılayım da nasıl olursa olsun; önemli olan başarılı olacağım notu almamdır, yoksa gerçekten başarılı olmam illa da şart değildir” diyemez. Dolayısıyla, dersi kaynatmak, sınıfta ne kadar az konu öğrenilirse onu kar saymak gibi bilgiyle ilişkisinde kaçamak bir tavır takınamayacağı gibi, sınavlara da iyi not alarak zevahiri kurtarmayı düşünemez. Ona göre sınav olmak, kilosunun ne olduğunu anlamak için kantara çıkmak veya kendini aynada görmeye çalışmak gibi bir işlem haline gelir; ne durumda olduğunu sınav sayesinde görmek ister. Haliyle sınavların, kendi gerçek durumunu olduğu gibi ortaya koymasını arzu eder; olduğundan aşağıda veya yukarıda olduğunu gösterilmesini istemez. Olduğundan aşağıda olmasından gösterilmesinden rahatsız olacağı gibi olduğundan fazla gösterilmesinden de rahatsız olur. Çünkü bu her iki durum da gerçeği saptırmaktır, sahtekârlıktır. Oysa onun derdi, not almak ve bu sayede başarılı görünmek değil, ahlaklı bir duruşa sahip olmanın gereği olarak, ne olduğunu öğrenmek ve duruma göre ihtiyaçlarını, eksiklerini, gidermek üzere tedbirlerini almak suretiyle gerçekten başarılı olmak, kendini geliştirmektir.

İşte bu zihniyete sahip olan Müslüman öğrenci, başarılı sayılmak amacıyla yapılan iş ve işlemlerde gerçeği saptırılmasını düşünemez, sahtekarlık yapmaz. Sınavlarda, ödevlerde ve projelerde, bugünkü yaygın kullanımı olan kavramla söylesek, kopyacılık yapmaz. Bu çerçevede söz gelimi sınavda kopya çekemez, kopya veremez, bir başka öğrencinin yerine sınava giremez, kendi yerine bir başkasını sınava sokamaz, başkasının yazdığı metni kendi yazmış gibi, başkasının ürettiği fikirleri kendisininmiş gibi sunamaz (intihal). Kopyacılık, başkasına ait olan ürünü kişinin kendisininmiş gibi göstermek suretiyle hak etmediği sonucu elde etmeye kalkışmasıdır. Bu ise, tam bir haksızlıktır, hırsızlıktır, hak tecavüzüdür, sahtekarlıktır; yani ahlaksızlıktır. İslam bunları haram saymıştır. 

Müslüman bir öğrencinin, İslam'ın temel değerleriyle çeliştiği için kopyacılık eylemlerinden kesinlikle uzak durması beklenir. Bu amaçla çok ciddi önlemler almak, öncelikle eğitimcilerin, eğitim kurumlarının görevidir. Okul sıralarında, bu gayriahlaki işleri yapan kişi, yarın hayatta daha büyüklerini rahatlıkla yapar. Okulda kopya çekerek hak etmediğini alan biri, yarın söz gelimi, hak etmediği bir makamı, bir serveti elde etmek için benzer sahtekârlıkları gözünü kırpmadan rahatlıkla yapabilir; rüşvet alabilir, vergi kaçırabilir, hayali ihracatçılık yapabilir vs. Kopya çekerek öğretmen olana çocuklarımızı verip eğitmesini beklememiz, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde çökmemesini beklememiz ne kadar gerçekçidir? Aldatma, tam bir şeytanî özelliktir, şeytanlaşmadır. Boşuna mı, "Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, Iman, 164) buyuruluyor?

Ne var ki, bugün okullarımızda bütün çeşitleriyle kopyanın yaygın olduğu bilinmektedir. Öyle ki, örgün din eğitimi kurumlarında okuyan öğrencilerin %76,2 sinin, değişen sıklıklarla da olsa kopya çektikleri tespit edilmiştir. (Dam, 2013: 104) Eğitimde ölçme değerlendirmeyi etkisizleştirerek kaliteyi önleyen kopya sorununun arkasında, bu sahtekarlığı hoş gören, şu veya bu yorumla makulleştiren bir genel kültür; hatta bunu adeta bir sorun olarak görmeyen, bazen kopyacıyı himaye etmeye çalışan bir eğitimci kültürü bulunmaktadır. (Ertekin, 2002: 50'den akt. Yaran, 2015: 138) Pek çokları için kopya yüz kızartıcı bir suç olmak bir yana, dost meclislerini şenlendiren masum bir espri konusuna dönüşmüştür. İslam ahlakıyla bağdaştırılması asla mümkün olmayan kopyayla bütünleşme derecemizi bir yabancının şu gülünesi ama gerçek şahitliği' gözler önüne seriyor:

"Zamanın birinde benden yüksek lisans yapan Japon bir öğrencim vardı. Birkaç yıldır ülkemizde yaşayan bu Japon İslamiyet’i kabul etmiş ve Minori olan ismini İshak'a çevirmişti. Bir gün derste kendisine takıldım:

- İshak, Türkiye macerası nasıl geçiyor? Bize iyice alıştın mı?

- Alışmak ne demek hocam, tam anlamıyla Türk oldum.

Bu cevaba şaşırmıştım:

- Bak hele şuna! Türk olduğun nereden belli bakayım?

- Hocam öyle Türk oldum ki geçen gün sınavda kopya bile çektim...

İshak'ın esprisi onuruma dokunmuştu:

- Peki Japonlar hiç kopya çekmez mi?

Hayır çekmez.

- Niçin?.. Yönetmelikte kopyanın cezası çok mu ağır?

- Hayır. Yönetmelikte kopyayla ilgili bir madde olduğunu hatırlamıyorum. Ama kopya çekmek çok ayıptır. Eğer bir öğrenci ola ki kopya çekerse bir daha utancından okuluna gelemez. Hatta o şehirde bile kalamaz. Başını alıp uzak bir yere gider, kendisini unutturur."

Peki bizde kopyayı sadece öğrenciler mi çeker?

Fi tarihinde... Bir üniversitenin sınav salonunda benim de içlerinde bulunduğum yaklaşık kırk aday doçentlik yabancı dil sınavında ter dökmekte. Hepsi birbirini tanıyan aynı üniversite mensubu bu adaylar arasında... gençler, orta yaşlılar,... hayli yaşlılar var. ... Az sonra sınav kağıtları dağıtılıyor ve 2 buçuk saatlik zorlu sınav başlıyor. Salon görevlisi olarak Ankara'dan gönderilmiş üç hoca dağıtım işlemlerinden sonra sıraları dolaşarak sınavın emniyetini kontrol ediyorlar. Doğrusu bu durumu yadırgıyor, doçent seviyesindeki insanlara öğrenci muamelesi yapılması onuruma dokunuyor. Meğer böyle düşünmekle haksızlık etmişim. Sınavın başlamasından 10 dakika kadar sonra dekan geliyor ve misafir heyeti odasına çay içmeye davet ediyor. Onların yokluğunda da dekan yardımcılarından birisi gözetmenlik görevini deruhte edecek. Ancak bu görevli içerideki bir arkadaşının başına dikilip soruları cevaplamaya başlayınca gözetmen heyetinin çaya davet edilmesinin hikmeti anlaşılıyor. Salonda kısa bir tereddüt hali, durumu kavrama anı geçtikten sonra ortalık birden karışıyor. Hemen herkes önündekine, arkasındakine, sağındaki solundakine cevap verip cevap almaya başlıyor ve sınav, sınav olmaktan çıkıyor. Bu imtihanların gediklisi olduğu için hemen herkesçe tanınan bir fakültenin yaşlı hocalarından biri işi iyice abartıyor, birisinden aldığı cevaplara itimat edemeyerek sıraları dolaşmaya ve diğer cevaplarla mukayese etmeye başlıyor. Ben kendi köşemde bu inanılmaz manzarayı büyük bir teessürle izliyor, gözlerime itimat edemiyorum. Nice zamandır tanıdığım dostlarım, mesai arkadaşlarım, hocalıklarıyla ve dürüst kişilikleriyle saygın isimler sanki bir anda bana yabancılaşıyor, başkalaşıyorlar. Koca salonda yerinden kıpırdamayan, mesleki vakarını koruyan birkaç kişi ya var ya yok. Nasıl olur, diye düşünüyorum, nasıl olur! En az 15-20 yıllık bir mesleki geçmişe sahip bulunan, bu süre içerisinde de kim bilir kaç öğrenciye kopya müeyyidesi uygulayan bu insanlar şimdi mesleki onurlananı böyle kolayca ayaklar altına alsınlar, olur şey değil!

Bu üzücü tablo zihnimi uzun süre meşgul etti ve eğitim problemlerinin konuşulduğu bir dost meclisinde bu tatsız hatıramı naklettim. Bu meclisteki dostlardan birisi benim bu anıma kendi anısıyla iştirak ediyor ve şunları anlatıyor:

"- Doktoramı yapmak üzere Paris'e gittiğimde, teze başlayabilmem için benden bakalorya seviyesinde yabancı dil bilgisi istediler. Böylece bir lisenin bakalorya sınavına alındım. Yaşı otuzu geçkin bir insan olarak 16-17 yaşındaki çocuklarla birlikte imtihana girmek beni biraz sıkmıştı. Yine de kaş altından çevremi izleyebiliyordum. Sınav salonunda çocuklar oldukça rahat hareket diyorlardı. Buna karşılık gazetesini okumakla meşgul hoca, sınıfı unutmuş gibiydi. Bir müddet sonra yanımdaki öğrenci sınav kağıdını sıranın üstünde bırakarak dışarı çıktı. Aynı delikanlı az sonra yine elini kolunu salla yarak geri geldi ve kaldığı yerden yazmaya devam etti. Baktım, kürsüdeki hoca hiç oralı değil. Zaman geçtikçe daha başkaları da aynı şekilde kısa sürelerle çıkıp geri geldiler ve sınava devam ettiler. Müdahale edilmediğini anlayınca bu imkânı ben de kullanmak istedim ve dışarı çıktım. Baktım ki dışarı çıkan öğrenciler uzun koridorda sigara yahut çay-kahve içerek volta atıyor, nefesleniyorlar. Sınavda emin olamadığım bir soru zihnimi kurcalıyordu. Bu fırsattan istifade ederek göz aşinası olduğum çocuklardan birinin önünü kestim ve o sorunun cevabını bilip bilmediğini sordum. Çocuğun gözleri hayretle büyüdü ve sanki yüzüne bir tokat atmışım gibi bir adım geriye sıçradı. Sonra hiç unutamayacağım şu sözleri söyledi: "Mösyö! İmtihanda olduğumuzu unuttunuz mu acaba?" O an utançtan başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Bu yanı yaşımdaki Fransız gencinin bana verdiği ders, hafızamda silinmez bir hatıra olarak kaldı."

Sözünü ettiğim dostum yazısında daha sonra Ahmet M. Büyükçınar Hocamızın Ezher'de son sınıfta bitirme sınavlarının birinde sıkışınca aralarında çok yakınlık bulunan ders hocasının yardım talebini reddettiğini ve kendi imkânlarıyla yazıp sınavda başarılı olunca Hocasının, "Ama ya cevabı hatırlamasaydın neler kaybedeceğini hiç hesaba kattın mı!" çıkışına şu cevabı verdiğini naklediyor:

- Tabii ki düşündüm. Cevabı hatırlamasaydım, bir yıl kaybedecektim. Ama eğer yardımınızı kabul etseydim yaşadığım sürece hak edilmemiş bir mezuniyetin manevi yükü beni ezecekti. Bir yıl kaybetmek bütün bir ömrü kaybetmekten daha makul değil mi?"”[2]


[1] M. Ş. AYDIN. Eğitim Ahlakı : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2018.

[2] M. Ş. AYDIN. Eğitim Ahlakı : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 153-158, 2018.


Etiketler

Yorum Yap

Yorumlar