Kur’ân-ı Kerîm, insanlığın en büyük rehberi ve ebedî saadetin anahtarıdır. Onu okumak, anlamak ve öğretmek; bireysel olduğu kadar toplumsal kurtuluşun da temelini oluşturur. Bu bağlamda Nur Talebeleri, Kur’ân’a hizmeti hayatlarının merkezine yerleştirmiş, her bir harfinin ebedî meyveler verdiğine inandıkları bu kudsî vazifeyi öncelikli bir hizmet düsturu olarak benimsemişlerdir.
İnsana düşen en önemli vazife, Kur’ân’ın nurunu kalbine yerleştirip hayatına taşımaktır. Kur’ân yalnızca okunmak için değil, yaşamak ve yaşatılmak için gönderilmiştir. Dolayısıyla mü’minler, Kur’ân’ı okumakla kalmayıp, onun ilkelerini gündelik hayatlarında tatbik etme gayreti içinde olmalıdırlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu hakikati şu hadis-i şerifiyle ifade etmiştir:
“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”1
Ayrıca Hz. Osman (r.a.) da Kur’ân’la olan sürekli irtibatın önemine şu sözüyle dikkat çekmiştir:
“En ziyade hüsranda olduğum gün, Kur’ân okumadığım gündür.”
Nur Talebeleri, bu hakikatlerden ilhamla haftada en az bir cüz Kur’ân okumayı bir düstur hâline getirmişlerdir. Bununla birlikte, çevrelerindeki insanlara Kur’ân öğretmek için her fırsatı değerlendirmeyi bir iman hizmeti olarak görürler. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası’nda bu hususta şöyle buyurur:
“Nurların bir vazifesi olan, çocuklara Kur’ân okutmak ve îman derslerini vermek hizmetiyle meşgul...”2
Bediüzzaman Hazretleri farklı bir yerde şöyle buyurmuştur:
Kur’ân’ın her bir harfinin en az on sevap kazandırdığı, bazı âyet ve sûrelerde bu sevabın yüzlerce hatta binlerce katına ulaştığı rivayet edilmiştir. Mübarek zamanlarda bu sevapların daha da artması, Kur’ân okumanın kudsî bir imtiyaz olduğunu göstermektedir.3
Bediüzzaman, Rumuzât-ı Semâniye adlı eserinde de Kur’ân öğretmenin ehemmiyetini şu ifadelerle vurgular:
“Her birimiz evladı varsa lâakal (en az) bir veledini yoksa müsteid başka bir çocuğa Kur’ânı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeliyiz.”4
Nur Talebeleri, sadece Kur’ân okumakla yetinmez; Risâle-i Nur’dan öğrendikleri Kur’ân hakikatlerini hayatlarında tatbik eder ve çevrelerine öğretmeye gayret ederler. Bediüzzaman Hazretleri bu misyonu şu sözlerle özetlemiştir:
“Bizler, Kur’ân’ın kâinât vüs’atindeki elmas gibi hakikatlerine çalışıyoruz.”5
Nur Talebeleri ayrıca Kur’ân harfleriyle yazılan Osmanlıca (hurûf-u Arabiyye) yazısını okumayı ve yazmayı öğrenmeye, bunu isteyen herkese öğretmeye büyük önem verirler. Üstad Bediüzzaman bu konudaki hizmeti şu şekilde ifade eder:
“Risâle-i Nur’un mühim bir vazifesi, Âlem-i İslâm’ın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyye’yi muhâfaza etmektir.”6
Netice itibarıyla, Kur’ân okumak, anlamak, yaşamak ve öğretmek, her Müslüman’ın asli vazifesidir. Nur Talebeleri, bu şuurla hareket ederek Kur’ân’ın nurunu hem kendi kalplerinde hem de toplumda parlatmayı hedeflerler. Bediüzzaman Said Nursî’nin de belirttiği gibi, Kur’ân’a hizmet etmek yalnızca bir ibadet değil; aynı zamanda ebedî saadetin anahtarı olan bir hayat tarzıdır.
Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15
Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lâhikası II, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2019, s.199
Bediüzzaman Said Nursi, Âsâ-yı Mûsâ, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2011, s.118
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta
Bediüzzaman Said Nursi Ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak
Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lâhikası I, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2018, s.115