Niçin Allah'ı sevmemiz gerekir?
ALLAH’I SEVİYORUZ
Cenâb-ı Hak, insanın kalbine bütün kâinatı içine alacak kadar büyük bir sevgi yerleştirmiştir. Rabbimiz bu sevgiyi, kendisini sevmemiz ve diğer varlıkları da kendisinin istediği şekilde sevmemiz için vermiştir. Varlıkları, O’nun istediği şekilde sevmeye, “Allah için sevmek” denilir.
Biz, bütün varlıkları Allah namına sevmemiz gerekirken, bazen yanlışlıkla Allah’ı düşünmeden severiz. Bunun sonucu olarak, sevdiklerimizden ayrılmakla acılarını çekeriz.
Mesela bizler; kendimizi, ailemizi, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı severiz. Onların sevinçleri ve mutlulukları bizi sevindirdiği gibi, onlardan ayrılmak da bizi üzer.
Hem hayatı, çiçekleri, baharı ve lezzetli yiyecekleri severiz. Ama bu sevdiğimiz şeyler, her zaman aynı güzellikte kalmıyorlar. Elimizde durmuyorlar, değişiyorlar bazen de çirkinleşiyorlar. Bu hal bizleri incitip üzüyor. Çünkü lezzetin bitmesi ve sevdiği şeylerden ayrılması ve güzelliklerin yok olması, insana acı ve elem verir. O zaman biz sevgimizi öyle birine verelim ki, içinde ayrılık acısı gibi acılar ve üzüntüler olmasın. İşte elemsiz ve tam lezzet veren sevgi, Allah’a karşı olan ve Allah adına olan sevgidir.
Demek ki bizdeki sevgi duygusu yalnızca geçici ve fani olan varlıklar için verilmemiştir. Bizdeki muhabbet duygusu değişmeyen güzellikler, harika bir kemalat ve sonsuz bir iyilik sahibi olan, daimi ve Baki bir zat için verilmiştir.
Sevgi sebebleri
Bizler, bir şeyi severken üç sebepten dolayı severiz. Bunlar; cemâl, kemâl ve ihsândır.
Güzel olan şeyleri sevmek, insanın yaratılışının gereğidir. Mesela hârika bir manzarayı, masmavi bir denizi, güzel bir çiçeği, rengârenk bir kelebeği ve bunlar gibi hoşumuza giden herşeyi güzel olduğu için severiz.
İşte bütün bu güzellikler, hakiki ve daimi güzellik sahibi Allah’tandır. Madem bütün bu sevdiğimiz güzelliklerin kaynağı Allah’tır. Öyle ise asıl sevmemiz lazım gelen zat Cemîl olan Allah’tır.
Hem insan, mükemmel olan şeyleri sever. Mesela, Güneş sistemindeki muhteşem düzen, arının bal yapmasındaki mükemmellik, bir kalbin harika işleyişi ve insan bedenindeki kusursuz sanat gibi şahane işler insanı hayran bırakır.
Bununla beraber, kemâl sahibi büyük zâtları herkes sever. Onların sevilmesinin sebebi, akrabalık bağı ve herhangi bir menfaat olmayıp, onların fazilet ve kemalidir.
İşte bütün bu hârika düzenler, mükemmel işleyişler, kusursuz sanatlar, fazilet ve kemaller, Allah’ın mükemmelliğinin ve kusursuzluğunun göstergesidir. Öyle ise hakiki sevilmeye lâyık olan zat, Allah’tır.
Bir de insanlar kendilerine karşı iyilik edenleri severler. Hatta bundan dolayı “insan, ihsanın kölesidir” denilmiştir. İşte Allah da kendisini bizlere sayısız ihsanlarıyla sevdiriyor.
Bize sürekli iyilikler yapan, yardımımıza koşan ve hediyeler veren birisini çok severiz. Öyle de Cenab-ı Hak, ihtiyacımız olan her şeyi hem bize hem sevdiklerimize göndermektedir. Mesela bizleri yoktan var ederek bir vücud vermiştir. Göz, kulak, el gibi harika organları hediye etmiştir. Akıl, kalp ve ruh gibi özelliklerle bizi üstün bir varlık olarak yaratmıştır. Sonra soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu ve lezzetli yiyecekler gibi ihtiyacımız olan güzel nimetleri vermiştir. Özellikle de iman, İslam ve Kur’an gibi en büyük nimetleri ihsan etmiştir. Sayısız nimetler vererek bizlere rahmetini ve şefkatini gösteren Rabbimizi çok seviyoruz.
Evet, biz Allah’ı severiz ve Allah’ın da bizi sevmesini isteriz. Rabbimizi sevdiğimizi, sevgili Peygamberimize (s.a.v) uyarak en güzel şekilde gösterebiliriz. Çünkü Allah’ı seven Allah’a itaat eder. Allah’a olan itaatin en güzel yolu, sevgili Peygamberimize (s.a.v) uymaktır. Şu ayet-i kerime buna işaret eder. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.”[1]
Allah’ın varlığını kabul edip iman eden, O’nu tanımak ve bilmek ister. O’nu tanıyan, O’na karşı büyük bir sevgi besler.