31.155
Peygamberlerin İsmet Sıfatı
Peygamberlerin sıfatlarından olan ismet sıfatı ne anlama gelmektedir?

31.155
Peygamberlerin sıfatlarından olan ismet sıfatı ne anlama gelmektedir?
1.818
Bediüzzaman Hazretlerinin yer yer övdüğü Ankara ehl-i vukufunda kimler bulunmaktaydı ve isimleri nelerdir?
6.441
İhlas Risalesi 4. Düsturdaki "Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir." cümlesini izah eder misiniz?
5.560
Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmek, ilim sahibi olmayan ve tefsir için gerekli ilimlerle donanmamış kimselerin yapabileceği bir iş değildir. Allah'ın kelamını açıklamak, sıradan bir yorumlama işi değildir. Bu, büyük bir emanet, ilim, takva ve basiret meselesidir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:Bilgisi olmadan Kur'anı tefsir eden kimse, cehennemdeki yerine hazırlansın. 1 Kur'an'ı Kerim'i tefsir edecek kimsede bulunması gereken ilimler hakkında İmam Celaleddin Es-Suyuti şunları söylemektedir:Bir kimse âlim veya edip olsa fıkıh, nahiv, tarih ve rivayetler hakkında geniş bilgiye sahip olsa Rasulullah(sav)dan rivayet edilen hadislere dayanmadıkça Kur'anı tefsir edemez. 2 Bu soruya verilen bir başka cevap da şudur: Müfessir muhtaç olduğu ilimleri bilen kimsenin Kur'an'ı tefsir etmesi caizdir. Bu ilimler de aşağıda zikredilen 15 ilimdir:Lügat İlmi: Bu ilimle, kelimenin o dilde ifade ettiği anlamlar bilinir. Mücahit (ra) "Allah'a ve ahiret gününe inanan, Arapçayı bilmeyen kimsenin Kur'an'ı tefsir etmesi haramdır" der.Sarf İlmi: Kelimenin kökünden türetilmesi, çekimlenmesi, vezinlere göre şekil alması.Nahiv İlmi: Kelimelerin cümle içinde nasıl dizildiği, görevleri ve sonlarının harekelenmesi (i'rab).İştikak İlmi: Kelimelerin hangi köklerden türediği üzerinde durur.Maâni İlmi: Cümleye güzel bir anlam kazandırmak gayesi ile cümle kuruluşunun inceliklerini öğretir.Beyan İlmi: Cümlenin ifade ettiği açık veya gizli anlamları, değişik üsluplarla kullanmadaki incelikleri öğretir.Bedi' İlmi: Söz sanatları üzerinde durur. Müfessir, Kur'an'ın ifadesindeki mucizelik yönlerini de bilmelidir. İ'cazı bütün yönleriyle bilmek, Allah kelamındaki inceliklere vakıf olarak tefsir etmek demektir.Kıraat İlmi: Bu ilim sayesinde, Kur'an'ın kıraat incelikleri bilinir. Muhtemel kıraat vecihleri arasında tercih yapılır.Kelam İlmi: Bu ilim, Allah'a isnadı caiz olmayan sıfatlar ihtiva eder gibi görünen ayetleri, zahiri manadan ayırarak tefsir etmeyi öğretir. Kelam uleması bu gibi ayetleri tevil eder. Allah'a isnadı mümkün olmayan, vacip veya caiz olan anlamlarla delil getirir.Usulü Fıkıh İlmi: Ayetlerden hüküm çıkarmak ve istinbatta bulunmak üzere, delil getirmeyi öğretir.Sebeb-i Nüzul İlmi: Sebeb-i nüzul ile, ayetin hangi konuda ve kimin hakkında nazil olduğu bilinir.Nâsih ve Mensuh İlmi: Biri diğerinin hükmünü kaldıran ayetleri bildirir.Fıkıh İlmi: Müslümanın hayatını Allah'ın emir ve yasaklarına göre düzenleyen pratik dinî hükümlerin ilmidir.Ayetleri Açıklayan Hadisleri Bilmek.İlm-i Mevhibe: Bu, bilgisi ile amel edene Allah tarafından verilen ilimdir. Burada şu açıklamada da bulunmak isteriz: Mevhibe ilmini kavramada belki güçlük çekilir. Bunun, insanın kudreti dışında bir ilim olduğu düşünülür. Aslında bunu kavramak zor değildir. Bu ilme sahip olmanın yolu, amelde zühd ve takva hayatı yaşamaktır. Zerkeşî, Burhan'ında şöyle söylemektedir:Kur'anı tefsir edecek, vahyin sırlarını çözecek kimsenin kalbinde bidat, kibir, heva, dünya sevgisi gibi vasıflar bulunmaması, günah işlemede ısrarlı olmaması, imanının zayıf olmaması, aklına gelen her söze uymaması gerekir.3 Bediüzzaman Hazretleri ise tefsir cihetiyle şu hakikatleri söylemektedir:Evet Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın müfessiri, yüksek bir dehâ sâhibi ve nâfiz bir ictihâda mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi hâiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda bu şartlar, ancak yüksek ve azîm bir hey'etin tesânüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenâsübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı ma'nevîde bulunur. İşte Kur'ân'ı, ancak böyle bir şahs-ı ma'nevî tefsîr edebilir.4 Kur'an-ı Kerim'i tefsir edecek kişi, sadece ilim bakımından değil, akıl, kalp ve ruh yönünden de olgun bir kimse olmalıdır. Böyle bir insan, derin kavrayış sahibi, güçlü bir muhakemesi olan ve hakikate nüfuz edebilen bir idrake sahip olmalıdır. Zira yalnızca bilgili olmak yetmez, aynı zamanda doğruyu yanlıştan ayırabilecek kadar hikmetli düşünmek ve kalbi safiyetle dolu bir karakter taşımak gerekir. Çünkü Kur'an, sıradan bir kitap değil, hem lafzıyla mucize hem de manasıyla ilahî bir nurdur ve bu nuru hakkıyla görmek ilimle beraber manevî olgunluk ister. Fakat içinde yaşadığımız asırda bu niteliklerin tek bir kişide toplanması neredeyse mümkün değildir. Günümüzde ilimler dallara ayrılmış, düşünceler dağılmış ve bir alandaki derinlik diğer alanlardan kopuk hâle gelmiştir. Bu yüzden artık bir kişi, Kur'an'ın tüm yönlerini tek başına kuşatamaz. Böyle bir zamanda, Kur'an'ı hakkıyla açıklayabilecek olan, tek bir insan değildir. Bu Ancak İlim, fikir ve kalp birliği içinde çalışan, ihlâslı ve taassuptan uzak bir topluluk olabilir. Bu topluluğu bir arada tutan şey, fertlerin kalplerindeki samimiyet, fikirlerindeki hürriyet ve ruhlarındaki uyumdur. Her biri farklı bir yönü temsil eder. Biri aklıyla, biri kalbiyle, biri sezgisiyle katkıda bulunur ve bu insanların birleşmesiyle ortaya çıkan güç, tek tek kişilerden daha büyük bir ortak ruh oluşturur. Bu ruha şahs-ı manevî denir. Böyle bir manevî bütünlük, Kur'an'ın derin hakikatlerine hem akıl hem kalp hem de ruh açısından nüfuz edebilir.Özet olarak; Kur'an'ı hakkıyla tefsir etmek, artık bir kişinin değil, ilimde derin, kalpte samimi, fikirde hür insanların oluşturduğu manevî bir topluluğun işidir ve Kur'an'ın nurunu tam manasıyla gösterecek olan da bu birleşmiş ve ihlâsla hareket eden ortak akıldır.350 bin TefsirTirmizî,Tefsîru'l-Kur'ân,1İmam Celaleddin es-Suyûtî' El-İtkan Fî Ulûmi'l Kur'an s.461El-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ânBediüzzaman Said Nursi,İşârâtü'l-İ'câz,Hayrat Neşriyat 2015,s.5
5.348
Ayette, “...Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa erişirse, sakın onlara 'öf!' bile deme! Onları azarlama ve onlara güzel söz söyle!” (İsrâ, 23) diye emrediliyor.1- Bu ayetteki “öf bile deme” emri ihtiyarlığa mı bağlıdır?2- Bediüzzaman Hazretleri bu ayeti izah ederken ana babanın rızalarını kazanmanın farz bir vazife olduğunu söylüyor. Razı olmuyorlarsa ne olacak?3- Ayette ana babadan bahsedilirken Üstad, “Amca ile hala baba hükmündedir, dayı ile teyze ana hükmündedir” hükmünü neye binaen söylüyor?
6
Şükr-ü Örfi; İnsan maddî-manevî duyu ve duygularını ve kendisine verilen nimetleri Allahu Tealanın emrettiği yerde kullanmasına denir. 1 Şükr-ü Manevi; nimetin zâhirî lezzet ve güzelliğini aşarak, o nimetin arkasındaki İlâhî ihsanı, rahmeti ve iltifatı fark edip kalben takdir, tazim ve muhabbetle karşılık vermektir. Yani sadece dil ile değil; düşünerek, fark ederek, nimeti vereni hatırlayarak ve nimetin İlâhî kaynağına yönelerek yapılan şükürdür. 2 Şükr-ü Külli; kulun sınırlı şükrünü; kapsamlı bir niyet, geniş bir itikad ve bütün mahlûkatın şükürlerini kendi adına Allah'a takdim etme arzusu ile sınırsız hâle getirmesidir. 3 Şükr-ü Fıtrî; rızka duyulan iştah, istek ve rızıkla alınan lezzetin tabii olarak ifade ettiği, yaratılıştan gelen doğal şükür hâlidir. 4 Bediüzzaman, İşaret-ül İcaz, Hayrat Neşriyat, s. 14- s17Bediüzzaman, Mektubat, Hayrat Neşriyat, s, 250 - s 283 - Sözler, s, 307Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, s 151Bediüzzaman, Asayı Musa, Hayrat Neşriyat, s 256
3
“Herkesle samimî olmak, münafıklık alâmetidir” diye bir söz var mı, hakikati nedir?
3
Hutbe-i Şamiye Risalesi'nde Üstad Bediüzzaman meseleleri izah ederken hangi metodu kullanmıştır?
4
Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri, 1118 yılında Bağdat ile Basra arasında bulunan Bataih bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya gelmiştir. Rifai Hazretleri henüz 7 yaşındayken babasını kaybetmiştir. Seyyid Rifai Hazretlerinin eğitimini devrin büyük sufilerinden olan dayısı Mansur el-Betaihi üstlenmiştir.[1]Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri küçük yaşlarda ilim tahsiline başlamıştır. Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî ve diğer bazı âlimlerden ilim tahsil etmiş ve icazet almıştır. Kendisine icazet veren hocası Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî Rifai Hazretlerine olan sevgisini şöyle dile getirmiştir:Herkes üstadıyla ben ise talebem Rifai ile iftihar ederim.Rifai Hazretleri himayesi altında bulunduğu dayısı Mansûr el-Bataihîden de ders almış onun irşad halkasına dâhil olmuştur. [2] Pek çok İslam âlimi güzel meziyetlerinden dolayı bir kısım hâsud (hasetçi) kimseler tarafından hasete maruz kalmıştır. Bu haset belasından dolayı Ahmed Rifai Hazretleri de bir takım sıkıntılar çekmiştir. Pek çok defa halifeye şikâyet edilmiş ve hatta hakkında tahkikat yapılmıştır. Bu iftiraların ve şikâyetlerin sonucunda bizzat halife tarafından tayin edilen memurlar Seyyid Ahmed Rifai Hazretlerinin çalışmalarını yakından takip etmişlerdir. Sünnete ve şeriata uymadığına dair atılan iftiraların aslı olup olmadığını araştırmak için gelen tahkikat komisyonu halifeye şu raporu sunmuştur:Bu seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir.Bu rapor üzerine halife yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir.[3]Ahmed Rifai Hazretleri 1160 yılında talebeleriyle birlikte hacca gitmiştir. Vazifesini ifa ettikten sonra Medine-i Münevvere'yi ziyaret için yola koyulmuştur. Medine'yi uzaktan görünce hürmet maksadıyla devesinden inmiş yürüyerek Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin huzuruna varmıştır. Ravza-i Mutahhara'ya girdiğinde Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin kabr-i şerifi önüne gelmiş ve “es-Selâmü aleyke yâ ceddî!” diyerek selâm vermiştir. Orada bulunanlar Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin “Aleyke's-selâm yâ veledî!” sözüyle selama karşılık verdiğini duymuşlardır. Bu hal karşısında vecde gelen Ahmed Rifai Hazretleri Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin huzurunda diz çöküp şu meşhur şiirini okumuştur:Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim.Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimizin kabrinden dışarıya bir el uzanmış ve Ahmed Rifai Hazretleri hürmetle kabr-i şeriften uzanan eli öpmüştür.[4] Bu hadiseye şahit olanlar arasında Hayât b. Kays el-Harrânî ve Adi b. Müsâfir gibi zatlarla beraber oldukça kalabalık bir cemaat de vardı. Ahmed er-Rifâî hazretlerinin tarihçe-i hayatını yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde kaydetmişlerdir.[5]Ahmed er-Rifai, dört büyük kutubdan biri olarak bilinir. Rivayete göre Bağdad'da yaşayan Gavs Ahmed b. Halef vefat edince, bu makam Seyyid Ahmed er-Rifai'ye teklif edilir. O ise büyük bir tevazu ile Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in huzuruna yönelerek bu görevden affını ister. Bunun üzerine makam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerine verilir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin vefatından sonra aynı görev tekrar Ahmed Rifai Hazretlerine teklif edilir ve bu defa kabul eder. On altı yıl kadar bu makamda bulunur. Kutbiyyet makamı kendisine iki kez takdim edildiği için “Ebu'l-Alemeyn” (iki sancak sahibi) unvanıyla anılmıştır.[6]Öncüsü olduğu tarikat bir süre Rifaiyye, Ahmediyye ve Batâihiyye adlarıyla anılmakla birlikte sonraları sadece Rifaiyye adı ile kullanılır olmuştur. Ahmed Rifai Hazretleri şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 23 Eylül 1182 yılında vefat etti. Türbesi Bağdat'ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır.[7][1] Yunus eş-Şeyh İbrahim es-Samarrai, es-Seyyid Ahmed er-Rifai Hayatı-Eserleri, (trc. Münir Atalar), Ankara-1995, s. 12.[2] Şeyh Abdülkerim bin Muhammed er-Rafiî, Sevadü'l-ayneyn fî menâkıbi'l-gavs ebi'l-alemeyn, Mısır 1301, s. 6.[3] Çakır, Abdullah. El Yazması İki Menakıb-ı Seyyid Ahmed er-Rifai , "inceleme ve karşılaştırma" İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.s,13[4] Celâleddîn Abdurrahmân Suyûtî, eş-Şerefü'l-muhattem fî m âmenn-allâhü bihî alâ veliyyi'sseyyid Ahmed er-Rifâî min takbîli yedi'n-Nebî , (trc. Hayri Kaplan), Ankara 2002, s. 9-10.[5] Çakır, Abdullah, A.g.e.,s,13-14[6] İmâm Celâleddîn Abdurrahmân Suyûtî, A.g.e., s. 13.[7] Takiyyüddîn Abdürrahmân b. Abdülmuhsin el-Vâsıtî, Tiryâku'l-muhibbîn fî tabakāti'l-meşâyihi'l ârifîn, Mısır 1304, s.37
6
Kitap yazarken peri, simurg/anka gibi mitolojik varlıkları kullanmak caiz midir? Peri kelimesinin mecusî kökenli, simurgun ise mecusiliği yüceltme ihtimali olduğu söyleniyor. Oğuz destanlarındaki yedi başlı ejderha motifiyle 7, 3, 9 ve 40 gibi rakamlar eski inançlarda kutsal kabul edilse de Dede Korkut, Saltuknâme gibi Müslüman destanlarında da geçiyor. Bu unsurları hikâyede “düşman” olarak kullanmak sakıncalı mı? Ayrıca bazı Anadolu anlatılarında zulmeden devler insanı “kurban” diye ister; bu kelimeyi değiştirirsek inanç boyutu ortadan kalkar mı?
6
Bu hadis sahih midir? Sahihse nasıl anlamalıyız?
7
Allah'ın affı, bağışı ve mağfireti arasında ne fark vardır? Günahlarımız dünyada mı silinir, yoksa âhirette mi affedilir?
37
Cehri zikir âdetinin Peygamber Efendimiz'den (asm) bir rivayeti var mıdır? Efendimiz'in (asm) Hz. Ali'ye (ra) sesli olarak zikretmesini emrettiği hadisesi sahih midir? Bu yolu takip eden tarikatların yaptığı muhtelif cehri zikirler ve dualar ve salavatlar sünnet-i seniyye bağlamında nasıl değerlendirilmelidir?
16
Ehl-i tarîk hocaların tebliğ amacıyla eğlence merkezlerine gidip konuştuğu videolar haber kanallarında dolaşıyor. Müslüman, tebliğ amacıyla da olsa bu tip yerlere gidebilir mi? Peygamber Efendimizin (sav) haramların olduğu bir düğün eğlencesinden alıkonulmasının bu konuyla bağlantısı var mıdır?
13
"Envâr-ı Muhammediye'yi ve maârif-i Ahmediye'yi ve füyûzât-ı şem'-i İlâhîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması; ve Kur'ânî ve hadîsî olan işârât-ı riyâziyenin kendisinde müntehî olması; ve hitâbât-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celîlenin riyâzî beyânlarının kendi üzerinde toplanması delâletleriyle o zât, hizmet-i îmâniye noktasında risâletin bir mir'ât-ı mücellâsı ve şecere-i risâletin bir son meyve-i münevveri ve lisân-ı risâletin irsiyet noktasında son dehân-ı hakîkati ve şem'-i İlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur." Risale-i Nur'da 15. Şua'da geçen bu ifadeleri izah eder misiniz ?
37
Bir Müslümanın din kardeşine kesici âlet ve bıçak doğrultması caiz midir?
31
Birinin arkasından tek başımızayken konuşmak dedikodu olur mu? Yani mesela biri bize kötü bir harekette bulundu, biz de arkasından "Bu adam niye böyle yapıyor, insan biraz anlayışlı olur." vb bir cümle kursak ya da daha ilerisini söylesek bu gıybet olur mu?
27
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 1957 tarihinde Tugay Camisi'nin inşasının başlama merasiminde ilk harcı koyduğu Emirdağ Lahikasında vs. yerlerde geçiyor. Acaba bu caminin tamamlanamama sebebi nedir ve konumu şuan ki bilinen askeriye içinde midir?
44
Hazırda cemaat varken ilk rekatları kaçırdığımız için diğer yetişemeyenler ile farklı cemaat oluşturmak uygun mudur? Yoksa o imamın arkasına yine de durmamız mı daha faziletlidir?
15
Bir kimse tarafından tehditle Kur'ân'a saygısızlık etmeye ve dinimizi inkâr etmeye zorlanırsak; tehdide boyun eğip bu fiilleri işlememizin hükmü nedir?
38
Mesnev-i Nuriye de geçen "Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delâlet eder ve nakkāşını ta'rîf eder." cümlesini izah eder misiniz? Bediüzzaman Hazretlerinin metnin devamında söylediği Hebennake'den ne anlamamız gerekiyor?