"Sonra o yolcu dağlarda ve sahrâlarda fikriyle gezerken, eşcâr ve nebâtât âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar: “Gel, dâiremizde de gez. Yazılarımızı da oku” dediler. O da girdi, gördü ki: Gayet muhteşem ve müzeyyen bir meclis-i tehlîl ve tevhîd ve bir halka-i zikir ve şükür teşkîl etmişler. Bütün eşcâr ve nebâtâtın envâ‘ları, bil’icmâ‘ beraber لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diyorlar gibi lisân-ı hâllerinden anladı. Çünki bütün meyvedâr ağaçlar ve nebâtlar, mîzânlı ve fesâhatli yapraklarının dilleriyle, ve süslü ve cezâletli çiçeklerinin sözleriyle ve intizâmlı ve belâgatli meyvelerinin kelimeleriyle beraber müsebbihâne şehâdet getirdiklerine ve لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ dediklerine delâlet ve şehâdet eden üç büyük küllî hakîkati gördü. Birincisi: Pek zâhir bir surette kasdî bir in‘âm ve ikrâm ve ihtiyârî bir ihsân ve imtinân ma‘nâsı ve hakîkati, her birisinde hissedildiği gibi, mecmûunda ise, güneşin zuhûrundaki ziyâsı gibi görünüyor."
Birinci hakikatte bahsedilen inam, ikram, ihsan ve imtinan Cenab-ı Hakkın eşcar ve nebatata yaptığı inam ikram ihsan ve imtinan mı yoksa Cenab-ı Hakkın eşcar ve nebatat vesilesi ile başta insan olmak üzere diğer mahlıkata yaptığı inam ikram ihsan ve imtinan mı kastediliyor?