Risale-i nur’da değişik yerlerde geçen İbni Cevzî isimli zat kimdir?
Ebü’l Ferec lakabıyla meşhur olan, mudakkik, muhaddis bir hanbeli hocasıdır. İbn-i kayyim el-Cevziyye ile karıştırılmaktadır. Ondan yaklaşık 100 yıl önce yaşayıp, Cevziyye medresesini kurmuştur.
“510 (1116) yılı civarında Bağdat’ta doğdu. Soyu Hz. Ebû Bekir’e dayanır. Dedelerinden Ca‘fer b. Abdullah el-Cevzî’ye nisbetle İbnü’l-Cevzî diye tanındı. Üç yaşında iken babası vefat ettiğinden amcasının himayesinde büyüdü. Babasından kalan servet sayesinde kimseye muhtaç olmadan öğrenimini sürdürdü. Amcası tarafından İbn Nâsır es-Selâmî’nin ders halkasına dahil edildi ve ondan tarih, hadis ve ahlâk ilimlerini okudu. Ebü’l-Kāsım Hibetullah b. Husayn eş-Şeybânî, Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, İbnü’t-Taber Ebü’l-Kāsım Hibetullah b. Ahmed el-Harîrî, İbnü’z-Zâgūnî ve Abdülvehhâb el-Enmâtî gibi ilim adamlarının da aralarında bulunduğu seksenden fazla âlimden ilim tahsil etti. Hocası İbnü’z-Zâgūnî’nin vefatından (527/1132) sonra onun yerine geçerek Mansûr Camii’nde vaaz etmeye ve daha sonra halife ile vezirlerin yanı sıra fakihlerin de katıldığı meclislerde ilmî konuşmalar yapmaya başladı. 553 (1158) yılındaki hac yolculuğu dışında Bağdat’tan pek ayrılmadı. 12 Ramazan 597 (16 Haziran 1201) tarihinde vefat etti ve Bâbü Harb Kabristanı’nda bulunan Ahmed b. Hanbel’in mezarının yanına defnedildi.
el-Mevżûʿât Yaklaşık 1850 haberi ihtiva eden ve fıkıh bablarına göre düzenlenen eseri Abdurrahman Muhammed Osman el-Mevżûʿât (Medine 1386/1966; Beyrut 1404/1983; Kahire 1407/1986), Nureddin Boyacılar el-Mevżûʿât mine’l-eḥâdîs̱i’l-merfûʿât (Riyad 1418/1997) adıyla yayımlamıştır.
İkinci eseri olan Câmiʿu’l-mesânîd ve’l-elḳāb (Câmiʿu’l-mesânîd bi-ḥaṣri’l-esânîd). Bir ansiklopedi niteliğindeki eserde Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i esas alınmakla birlikte sahâbenin Buhârî, Müslim ve Tirmizî’de bulunan rivayetleri de derlenerek her sahâbînin müsnedi daha geniş biçimde tesbit edilmeye çalışılmış ve bu kaynaklardaki âlî isnadlı hadislere işaret edilmiştir. Eserde sahâbîler alfabetik olarak sıralanmıştır. İbnü’l-Cevzî ayrıca hadislerde anlaşılması zor kelimeleri, sened veya metinlerde mevcut illetleri açıklamış, zayıf rivayetleri de belirtmiştir. Ebû Muhammed Cemmâîlî el-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl’inde, Mizzî, Zehebî, İbn Hacer ve İbn Kesîr çeşitli eserlerinde Câmiʿu’l-mesânîd’den faydalanmışlardır.”[1]
Risale-i nurda Üstad Hazretleri 4 ayrı yerde atıfta bulunarak hadiste muhakkikliğine işaret etmiştir:
İmâm-ı Beyhakî ve Hâkim olarak kütüb-ü sahîha Hazret-i Ömer’den haber veriyorlar ki: Hazret-i Ömer Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan yağmur duâsını niyâz etti. Çünki ordu suya muhtaç idi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı. Birden bulut toplandı. Yağmur geldi. Ordunun ihtiyacı kadar su verdi, gitti. Âdetâ yalnız orduya su vermek için me’mur idi. Geldi, ihtiyaca göre verdi, gitti. Şu hâdise nasıl ki, sekizinci misâli te’yîd ve kat‘î isbat eder. Öyle de, şu hâdisede meşhur allâmelerden ve tashîhde çok müşkilpesend, hatta çok sahîhlere mevzu‘ deyip kabul etmeyen İbn-i Cevzî gibi bir muhakkik der ki: “Şu hâdise, Gazve-i Meşhûre-i Bedir’de vukū‘ bulmuş.[2]
Hangi mes’ele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilmesin. Hatta İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddis, bazı sahîh ehâdîse mevzu‘ dediğini, ulemâlar taaccüble nakletmişler. Hem her zayıf veya mevzu‘ hadîsin ma‘nâsı yanlıştır, demek değildir; belki an‘aneli sened ile hadîsiyeti kat‘î değildir, demektir. Yoksa ma‘nâsı hak ve hakîkat olabilir. İttifâk olmadığına, bin seneden beri ehl-i hadîsçe ve ümmetçe bu hakîkatin devamı, kat‘î bir delildir. Bu da hata içinde bir hatadır.[3]
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifâdesine ve üslûb-u âlîsine ve sûret-i ifâdesine ünsiyet edip meleke kesb etmişler ki, yüz hadîs içinde bir mevzuu görse, “Mevzu‘dur” der. “Bu hadîs olmaz. Ve Peygamber’in (asm) sözü değildir” der, reddeder. Sarrâf gibi hadîsin cevherini tanır. Başka sözü ona iltibâs edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler, tenkîdde ifrât edip, bazı ehâdîs-i sahîhaya da mevzu‘ demişler. Fakat her mevzu‘ şeyin ma‘nâsı yanlıştır, demek değildir. Belki bu söz hadîs değildir, demektir.[4]
Tercümânü’l-Kur’ân olan Abdullâh ibn-i Abbâs ve Abdullâh ibn-i Amr İbni’l-Âs, bâhusus otuz-kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdîsi ve mu‘cizâtı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imâm-ı müctehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler. Yazı ile muhâfaza ettiler. Daha hicretten iki yüz sene sonra, başta Buhârî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbûle vazîfe-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp, bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu‘ ehâdîsi tefrîk ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdîkiyle yetmiş def‘a Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza hâlinde onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddîn-i Süyûtî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdîs-i sahîhanın elmaslarını, sâir sözlerden ve mevzuâttan tefrîk ettiler.[5]
[1] TDV, İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec, XX, 543-549.
[2] Zülfikar, Osmanlıca Nüsha, 257.
[3] Şualar-2, Osmanlıca Nüsha, 480.
[4] Zülfikar, Osmanlıca Nüsha, 232.
[5] Zülfikar, Osmanlıca Nüsha, 246.