Soru

Gâibâne ve Hâzırâne Ubudiyetin (Kulluğun) Farkı

Gâibâne ve hâzırâne ubudiyetin (kulluğun) farkı nedir? Bu iki ubudiyeti misallerle izah eder misiniz? 

Tarih: 20.09.2024 14:05:11
Okunma: 160

Cevap

İnsanın bu dünyaya gönderiliş amacı Allah’a ibadet edip, O’nu tanımaktır. Bu cihetle insan, âleme bir misafir ve memur olarak görevli gönderilmiştir. Bu görevleri esnasında kendi istidat ve kabiliyetlerine göre vazifeler kendisine verilmiştir. Bu vazife ve görevlerde insanın çalışması için çok büyük teşvikler ve dehşetli tehditler kendisine yapılmıştır. İnsanın vazifelerinin esası ve özü ubudiyettir. Allah’a kulluk yapmaktır. İbadet belirli zamanlarda ve durumlarda olurken (namaz, oruç, zekât vb.) ubudiyet ise devamlıdır. Bu ubudiyet yani kulluk vazifesi iki temel esas üzerinde ifa edilebilmektedir.

Bunların birincisi gâibanedir. Fatiha süresindeki ilk âyetler buna işaret eder. “Fâtiha-i Şerîfe’de başından tâ اِيَّاكَ  kelimesine kadar, gāibâne medh ü senâdır.”[1] “Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (O,) Rahmândır, Rahîmdir. Dîn (hesab) gününün mâlikidir.”[2] Buraya kadar fatiha süresine bakıldığında gayba yani üçüncü şahıstan bahseder. “O” zamiriyle anlatım söz konusudur. Dolayısıyla gâibanedir.

Bu kısım ubudiyette tefekkür vardır. Kâinatta Allah’ın saltanatının büyüklüğü tefekkür edilir ve ona itaat edilmesi gerektiği anlaşılır. Kâinatı tefekkür eden birisi harika bir terbiye edicilik ve buna karşılık bir itaatin olduğunu anlar. Eşsiz sanatlarla süslenmiş ve bu sanatlarını teşhir eden varlıklar âdeta kendi üzerlerinde harika sanatı gösterip okuttururlar. Bu sanatı yapan zata itaat edilmesi ve O’na kullukta bulunulması gerektiğini en güzel şekilde bildirirler. Yaratıcıya dellallık eder ve O’nun varlığını ve birliğini ilan ederler. Âdeta birer hazine hükmünde bulunan Allah’ın isimlerini bildirir ve gösterirler. Kalbin hayranlığını ve imanının artmasını sağlarlar. Bütün bu sanatların Allah’ın kudretinin eserleri ve mektupları hükmünde olduğunu bildirirler. Şuur sahibi varlıkları yeryüzündeki ve gökyüzündeki bu sanatları tefekkür etmeye ve bu süslü mektupları okuyup anlamaya davet ederler. Mevcudat üzerindeki süslü ve latif ziynetleri izlemeye çağırırlar. Bu şekilde başta insanlar olmak üzere şuur sahibi varlıkların Allah’ı tanımasını, marifetini kazanmalarını ve O’na muhabbet ederek O’nun huzuruna çıkmalarını ve iltifatlarına mazhar olmalarını teşvik etmektedirler. İşte bu ubudiyet gaibanedir. Eserleri okumak suretiyle yaratıcıyı tefekkür etmek makamıdır.

İkincisi ise hâzırânedir. Bu makam, huzur ve hitap makamıdır. Fatihanın ikinci kısmı bunu ifade eder. “(Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle! Kendilerine ni‘met verdiğin kimselerin yoluna; gazab edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin (yoluna) değil! (Âmîn!)”[3] Fatihanın bu kısmında ise bir muhataplık vardır. “Sen” zamiriyle bir anlatım vardır. Dolayısıyla hâzırânedir.

Eserden eseri yaratan, inşa eden, yapan, meydana getiren zata bir intikal vardır. Yani herşeyi sanatlı yapan Allah, kendisini sanatındaki mucizeler ile tanıttırmak ve bildirmek ister. Birincisinde sanatlar Allah’ı tanıtırken burada doğrudan Allah kendisini tanıtmaktadır. İnsan ve şuur sahibi olan varlıklar da iman ile marifet ile mukabele edip karşılık verirler.  Allah’ın rahmet eserleri olarak yarattığı meyvelerle kendisini sevdirmek istediğini anlar. Bu vesile ile bütün muhabbetlerini ve sevgilerini ona yönlendirerek ona olan kulluk yani ubudiyetle kendilerini ona sevdirirler. Sonra fark ederler ki bu kadar nimetleri cömertçe kendilerine ihsan eden, maddi ve manevi lezzetleri kendilerine sunan zat, onları kendisine çekiyor. Onlar da bu nimetlere mukabil fiilleriyle, sözleriyle, hatta ellerinden gelse bütün duygu ve düşünceleriyle Rablerine şükür ve hamd ve O’nu sena ederler. Yaratıcılarının yarattığı varlıklar üzerinde celal ve cemalini ortaya koyup gösterdiğini ve bu şekilde onları kendisine çektiğini anlarlar. Buna mukabil “Allâhü Ekber, Sübhânallâh” deyip, tam bir kulluk bilinciyle, hayret ve muhabbet ile secde ederler. Allah’ın kendilerine sonsuz bir cömertlikle ikram ve ihsanlarda bulunduğunu ve âdeta hazinelerini kendilerine sunduğunu anlarlar. Buna mukabil tazim ve hürmet ederler. Allah’ın yeryüzünü âdeta bir sergi hükmünde yaptığını ve kendilerine ikramda bulunduğunu idrak ederler. Her biri birer antika sanat şeklinde ve değerinde onların müşahadesine sunulduğunu fark ederler. Buna karşılık “Mâşâllâh!” diyerek takdîr ile, “Bârekellâh!” diyerek tahsîn ile, “Sübhânallâh!” diyerek hayretle, “Allâhü Ekber!” diyerek istihsân ile mukābele ederler.[4]

Tek ve bir olan Allah’ın taklid edilemez mühürleriyle mühürleyip, kendi turrasıyla mevcudata birliğinin damgalarını vurduğunu anlarlar. Âdeta her şeyin üzerinde kendisinin tevhid âyetlerini ve mühürlerini nakşediyor. Bütün âleme böyle tevhid ve birlik bayraklarını dikiyor. Rablığını ilan ediyor. İnsana düşen de bunları görüp iman ile, tevhid ile, anlayış ve kavrayış ile, şehadet ile, tam bir kulluk ile mukabele etmektir. 

İşte bu şekilde bir kabul ve ubudiyet hâzırânedir. Adeta Allah’ı görüyormuşçasına ona kulluk etmektir. Sanki karşısındaymış gibi ona hitap etmektir. Çünkü burada Allah’ı kabul edip sanatlarını görmek, okumak ve hayran kalmak söz konusudur.

İşte Fatihanın ikinci kısmı burayı izah eder. Bu birinci kısımdan daha üstün bir kulluk yani ubudiyettir.[5]

İşte bu çeşit ibâdât ve tefekkürâtla insan hakîkî insan olur. Ahsen-i takvîmde olduğunu gösterir. Îmânın yümnüyle emânete lâyık, emîn bir halîfe-i arz olur.[6]

Sonuç olarak üçüncü tekil şahıs dediğimiz “O” ifadesi şeklindeki konuşma gâibane iken, “sen” diye hitap ettiğimiz muhatap ile olan konuşmamız hâzırânedir.

“Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle.” vb. hitap şekli gâibanedir.

Gaibane olan tefekkürler mü'mini öyle bir makama yükseltir ki; Allah’a doğrudan hitap edecek bir iman kazandırır.

“(Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.” vb. gibi artık hâzırâne yani muhatap bir şekilde hitaba başlamış olur. 


[1] Şualar-1, 134.

[2] Fatiha. 1/1-4.

[3] Fatiha. 1/5-7.

[4] Bunun için bkz: Sözler, 120-123.

[5] Bunun için bkz: İşarat’ül-İ’caz, 18.

[6] Sözler, 122.


Yorum Yap

Yorumlar