Tevbe Suresi 111. âyette : "Şüphesiz Allah, mü’minlerden nefislerini (canlarını) ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır." buyuruluyor. Âyette geçen nefsini Cenab-ı Hakk'a satmak ifadesini nasıl anlayacağız ve satmaktaki kasıt nedir?
Nefis Ve Malını Allah’a Satmak
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
“Şübhesiz ki Allah, mü'minlerden nefislerini ve mallarını, karşılığında Cennet hakikaten onların olmak üzere satın almıştır!” [1]Bu ayeti kerimenin nüzulü şu şekilde olmuştur:
İkinci Akabe gecesi, Ensardan yetmiş kişi Resûl-i Ekrem (asm)’a bîat ettiklerinde, Abdullah bin Revâha (ra): “Yâ Resûlallah! Rabbin için de, kendin için de dilediğin şartı koş!” demesi üzerine buyurdular ki: “Rabbim için, sırf O’na ibâdet edip, aslâ ortak koşmamanızı, kendi hakkımdaki ise, kendinizi ve mallarınızı neye karşı nasıl müdâfaa ediyorsanız, beni de öylece müdâfaa etmenizi şart koşuyorum.” Ashâb tekrar sordular: “Bunları yapsak bize ne vardır?” Resûl-i Ekrem (asm): “Cennet vardır!” buyurdular. Ashâb-ı Kirâm (radıyallahü anhüm ecmaîn) de: “Ne kârlı ticâret! Biz bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” demeleri üzerine, bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur.[2]
Nefs; Bir şeyin zatı, kendisi, öz varlığı, ruh, kalp manalarına geldiği gibi, daha çok insandaki bedeni canlılık, şehvet, yiyip içmek gibi biyolojik ihtiyaçlara karşı duyulan tabii istek manalarında kullanılan bir kelimedir. Kur’ân nefisten söz ederken beden ve ruhtan oluşan insanın beşerî varlığına ya da kişiliğine vurgu yapmaktadır.[3]
Müfessirler “nefs” kelimesini şehvet ve gazap anlamına kullandıkları gibi, kötü vasıfları kendisinde toplayan, şerre sevkeden, şehevî istekleri kamçılayıp hayırlı ve iyi işlerden alıkoyan kuvvet anlamında da kullanmışlardır.[4]
Tevbe Suresi 111. âyet-i kerimede ifade edilen nefs kavramı “beden ve ruhtan oluşan insanın kendisi” manasında kullanılmıştır.
Kur’ân âyetlerinin çok yönlü manaları vardır. Âyetteki satıştan maksadın bir tanesi, nüzul sebebinde de izah edildiği gibi “cihat” manası olduğu gibi bir manası da Bediüzzaman Hazretlerinin de ifade ettiği gibi Allah’a kul ve asker olmak'tır. Yani bize emanet olarak verilen vücut ve azalarımızı, kendi isteklerimiz doğrultusunda değil de, Allah’ın emir ettiği doğrultuda kullanmak, nefsimizi Allah’a satmak manasına gelmektedir. Misal verecek olursak;
Mesela, göz bir azamızdır. Bu gözler ile Kur’an okumak, yaratılan sanat eserlerini tefekkür etmek, haramlardan sakınmak gibi cenabı hakkın marziyatı dairesinde kullanmak, bir nevi Allah’a satmak manasına gelir. O zaman şu göz hakiki değerini kazanır. Mesela akıl, eğer onun asıl sahibi olan Allah’a satılsa ve Onun hesabına çalıştırılsa, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbani derecesine çıkar.[5]
“Şimdi (nefis ve malımızı Allah’a) satmağa bakacağız. Acabâ o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat‘â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zîrâ helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfî gelir. Harâma girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye (Allah’ın farz olan emirleri) ise hafiftir, azdır. Allah’a abd (kul) ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, ta‘rîf edilmez. Vazîfe ise, yalnız bir asker gibi, Allah nâmına işlemeli, başlamalı ve Allah hesâbıyla vermeli ve almalı ve izni ve kānûnu dâiresinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusûr etse, istiğfâr (tevbe) etmeli. ‘Yâ Rab! Kusûrumuzu affet, bizi kendine kul kabûl et, emânetini kabzetmek (almak) zamânına kadar bizi emânette emîn kıl! (Âmîn)’ demeli ve O’na yalvarmalı.”[6]
[1] Tevbe 9/111
[2] Kurtubî, c. 4/8, 267
[3] Bkz. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25, 30, 145, 161, 185
[4] Tefsir Terimleri Sözlüğü
[5] Sözler, 6. Söz, 16
[6] Sözler, 6. Söz, 16