Soru

Anne veya Babanın Günahının Cezasını Çocuklarının/Torunlarının Çekmesi

Evlâd, anne ve babasının günahının bedelini öder mi? Çevremde çok söyleniyor; birinin çocuğu olmazsa anne babanın adına çok tövbe et, sadaka ver hatta kurban kestir diyorlar. Ya da başkasının evladı asiyse onlara aynı tavsiyelerde bulunuyorlar, duası kabul olmuyorsa yani ne sıkıntı varsa bunlara bağlayıp yapanın sıkıntıdan kurtulduğunu söylüyorlar, hatta dedesinin kaç kuşak ötesinin günahı o evladdan çıkabiliyormuş. Dayanılan nokta ise genlerin aktarılıp günahkâr genden gelmesi, evlad temizse de onların günahları çoğu şeye engel olabiliyormuş. Fakat biz biliyoruz ki; "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." (Fatır Suresi, 18. ayet) beni bu konuda aydınlatır mısınız?

Tarih: 8.11.2024 00:38:42

Cevap

“Ayn-ı adâlet (adâletin ta kendisi) olan bu semâvî ve kudsî وَلَاتَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَا اُخْرٰي [Hiçbir günahkâr, başkasının günâhını yüklenmez][1] nass-ı kat‘îsiyle (kat‘î ve açık hükmüyle) Kur’ân’ın bir kanun-u esâsîsi (temel kānûnu) muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi (hakiki sevgi ve kardeşliği) te’mîn eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esâsî ki: ‘Birisinin hatâsıyla başkası mes’ûl olamaz.’ Kardeşi de olsa, aşîreti ve tâifesi de olsa, partisi de olsa o cinâyete şerîk (ortak) sayılmaz. Olsa olsa o cinâyete bir nevi‘ tarafgirlikle yalnız ma‘nevî günahkâr olup âhirette mes’ûl olur; dünyada değil.”[2]

"Adâlet-i mahzayı (tam adaleti) ifade eden وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰي  sırrına göre, bir mü’minde bulunan cânî bir sıfat yüzünden, sâir ma‘sûm sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet (düşmanlık) ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bâhusus bir mü’minin fenâ (kötü) bir sıfatından darılıp küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmîl etmek اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ   "Muhakkak ki insan, (Allah'ın bunca ni'metlerine rağmen) gerçekten çok zâlimdir."[3] sîga-i mübâlağa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakîkat ve şerîat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtâr ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?"[4]

Bediüzzaman Hazretlerinin bu harika ifadelerine göre, günahkâr bir kimse yüzünden ne oğlunu, ne torununu ne de herhangi bir akrabasını sorumlu tutamayız. Yoksa zulüm olur.

Günahkâr gen diye bir şey yoktur. Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere, tertemiz dünyaya gelir. Günahlar kalıtım yoluyla anne-babadan çocuğa aktarılmaz. Örneğin, Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hz. İbrâhim’in babası “Allah'ın düşmanı”dır.[5] Yine "İftiranın büyüğünü üstlenen adam için en büyük azap vardır”[6] âyetinin muhatabı, meşhur münafık İbn Selûl'dür ve oğlu Abdullah, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) ashabındandır. Ebu Cehil'in oğlu İkrime (r.a.) ise Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde irtidad eden Araplar’a karşı açılan savaşlarda (peygamberlik iddiasında bulunan) Müseylime üzerine bir askerî birliğin başında (komutan olarak) gönderilmiştir.[7] Demek baba Allah'a şirk koşmak ve nifak gibi en büyük bir günahın içinde olsa bile oğlu bundan mes'ul değildir.

İnsan, amellerinde hür ve serbesttir. Dileyen hayır işler, dileyen şer… Hayır veya şer, iyi veya kötü işlediği her amelinden kişinin kendisi sorumludur.  Şerler ve günahlar tahribat nev’indendir. Her ne kadar şer olan fiiller de Allah tarafından yaratılıyor ise de bu yaratma insanın isteğine bağlı olduğu için mesuliyet de insana aittir. Bu yönüyle şer olan bir şeyi yaratmak şer değil; şerri işlemek şerdir.

Dua etmek, tövbe istiğfar etmek, sadaka ve zekât vermek, kurban kesmek -bunların hepsi- bir ibadettir. İbadet ise öncelikle Allah'ın rızası için yapılır. Dünyevî maksatlar o ibadetlerin asıl gayesi olamaz. Ancak şu var ki, Allah'ın bir lütfu, ihsanı karşısında şükür niyetiyle kurban kesilebileceği gibi sıkıntı ve musibet zamanında belaların def'i için yine kurban kesilebilir. Allah'ın rızası esas yapılarak kesilen bu kurban vesileyle meşru dairede bir takım isteklerde bulunabilir, Rabbimize dua edebiliriz.

İnsan elinin yetişmediği ve kendi gücüyle elde edemediği şeyleri Allah’tan ister. İnsan dünyevî ve uhrevî birçok talepte bulunabilir. Çünkü dua ettiğimiz Rabbimiz Kadîr-i Mutlaktır. Her şeye gücü yetendir. Lakin dünyadaki imtihan sırrı icabı kimi zaman isteğimiz dünyada karşılık bulmaz, ahirete bırakılır. Böyle bir durumda duam kabul olmadı denilemez. Belki daha güzel bir surette duama cevap verilmiştir denilir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de “Bana dua edin, size icabet edeyim (duanıza cevap vereyim)[8] buyurmaktadır. Demek hiçbir dua cevapsız kalmaz.

Bu konuda detaylı malumat için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/ihlas-7


[1] Fâtır, 35/18.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Hayrât Neşriyat, Isparta 2021, c.4, s.299.

[3] İbrahim, 14/34.

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubât, Altınbaşak Neşriyat, Isparta 2011, c.1, s.110.

[5] Tevbe, 9/114.

[6] Nûr 24/11.

[7] https://islamansiklopedisi.org.tr/ikrime-b-ebu-cehil

[8] Mü’min, 40/60.


Yorum Yap

Yorumlar