Mesnevi Nuriyede “Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler o ubudiyete ve o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüzi olsa o ubudiyeti kısmen iptal eder, belki o hasiyetli virdi akim bırakır, netice vermez.” diye geçiyor. Mesela Cevşenül Kebir'de çok güzel dualar var, hoşumuza gitti. Gerçekten ben bunları istemeliyim veya bunlardan korunmalıyım diye düşündük ve okuduk. Allah'ın rızasını düşünmedi. Hiç bir şekilde netice göremeyecek miyiz? Boşuna mı okumuş oluyoruz? Üstad Hazretlerinin akim kalır dediği duaya örnekler verir misiniz?
Allah'ın rızasını niyet etmeden yapılan hiç bir amel makbul değildir. Zira ihlaslı değildir. Neticesiz kalır. Bu önemli konuyu biraz etraflıca izah edelim:
Mesela “Şu duayı okursanız şifa bulursunuz” şeklinde bir cümleyle karşılaşırız. Ama o duayı okuduğumuzda şifaya kavuşamayabiliriz.“ "Şu duayı okuyan zengin olur” diye bir dua görürüz. Fakat defalarca okusak da zengin olmayabiliriz. Yağmur duası yaparız ama hemen yağmur yağmayabilir. Bunlar, neticesi akim kalan dualara örnek olarak söylenebilir.
Burada bizim asıl düşünmemiz gereken şu olmalı; Bu tarzda dünyevi faide ve menfaatler, bize sadece şevk vermeli. Asıl maksadımız bir ibadet olarak, sadece Rıza-yı İlahi için bu duaları okumak olmalı. Okuduğumuz duaların dünyevi faidelerini Cenâb-ı Hakk, eğer hikmetine uygun ise bize verir. Veya bizim için daha hayırlısı ne ise o şekilde verir. Veya bu dünyada hiç vermeyip ahirette ebedi surette verir.
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, Rabbimiz “(Habîbim, yâ Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şüphe yok ki ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevab veririm”[1] buyuruyor. Fakat bizim bütün dualarımız istediğimiz tarzda kabul edilmiyor. Dolayısıyla sanki âyete zıt bir hâl ortaya çıkıyor. Fakat meselenin aslı şudur ki, cevap vermek ile kabul etmek farklı şeylerdir. Bizim her duamıza cevap verilir ama isteklerimizin birebir aynı şekilde gerçekleşmesi Rabbimizin hikmetine tâbi’dir. Mesela bir hasta, doktordan bir ilaç ister. Doktor ya hastanın istediği ilacı aynıyla verir, veya daha iyi bir ilaç verir, veya hastalığını artıracağı için hiçbir ilaç vermez. Bu üç şıktan hangisini yaparsa yapsın, doktor o hastanın isteğine cevap vermiş ve onun için en iyi kararı almış olur. Zira doktor, hastayı da hastalığı da gereken ilacı da bilendir.
Aynen öyle de, mesela birisi bir erkek evlâd sahibi olmak için çokça dua eder. Fakat Cenâb-ı Hakk ona Hazret-i Meryem (ra) gibi bir kız evlâd verir. “Duası kabul olunmadı” diyemeyiz. “Daha güzel bir sûrette kabul edildi” deriz.
Hem bazen insan dünya saadeti için dua eder. Duası âhiret saadeti için kabul olunur. “Duası reddedildi” denilmez. Belki “Daha faydalı bir sûrette kabul edildi” denir.
Özetle, Rabbimiz sonsuz hikmet sahibidir. Biz O’ndan isteriz. O da bize en güzel bir şekilde cevap verir.
Bununla birlikte, dua bir ubûdiyettir (kulluktur). Ubûdiyetin meyveleri ahirette karşımıza çıkar. Dünyevi maksatlar ise, bu dua ibadetinin vakitleridir, gayeleri değildir. Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet, ihlaslı olmadığından kabule lâyık olmaz.
Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, güneş ve ay tutulmaları da küsûf ve husûf namazlarının vakitleridir. Yoksa güneşin veya ayın o hâlden kurtulması için kılınan bir namaz değildir.
Başımıza bazı musibetlerin gelmesi, o sıkıntıları giderecek olan bazı duaların vaktinin geldiğini gösterir. İnsan o vakitlerde acizliğini anlayıp niyâz ile Rabbine sığınır.
Eğer çokça dua etmemize rağmen başımızdaki sıkıntılar geçmezse, “Dua kabul olmadı” demek yerine “Henüz dua ibadetinin vakti bitmedi” demeliyiz. Eğer Cenâb-ı Hakk lütfundan, kereminden o sıkıntıyı giderse, nur üstüne nur olur. Artık o zaman duanın vakti sona erdi diyebiliriz. Demek ki dua, bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, sadece Cenâb-ı Hakk’ın rızası için olmalıdır. Acizliğimizi bilip Rabbimize sığınmalı, O’nun icraatlarına karışmamalıyız. Hikmetine i‘timâd edip, Rahmetini ithâm etmemeliyiz.
Duanın en güzel, en latîf, en lezzetli ve en hazır meyvesi ise şudur: Dua eden insan bilir ki, bir Allah (c.c) var ve onun sesini duyup derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Dua ettiği o Rabbinin kudret eli, her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o insan yalnız değildir. Sonsuz ikram edici bir Zât, ona yardım eder. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilecek ve hadsiz düşmanlardan koruyabilecek bir Zât’ın huzurunda kendini düşünerek, büyük bir ferahlık içinde dünyanın bütün yüklerinden kurtulabilir. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ der.
İlave malumat için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/duanin-kabulu
[1] Bakara, 2/186