”Halbuki zulümden tenezzühü kâinatın şehadetiyle sabit olan adalet…” Bu cümle, Tılsımlar mecmuası sayfa 111' de geçiyor. Sorum şu ki: Cenab-ı Hakk'ın Adl ismine kâinat nasıl şehadet ediyor? Buna misaller verir misiniz?
Öncelikle bahsi geçen cümle; Tılsımlar mecmuasında olan 29. Sözün 2. Maksadında bulunmaktadır. Bu maksad; kıyâmet ve âhiret hayatı hakkındadır.
Adl; sözlükte her şeyi kendi yerine koyma, aşırılıklara kaçmadan ortada ve dengede olma, insafla davranma, bir şeyi kıvamına getirme, biçimlendirme, doğrultma, düzene koyma, düzeltme gibi anlamlara gelmektedir. Zıddı ise zulümdür.
Adl; varlıktaki dengeyi idare etmek, her şeye var olma ve hayat hakkı vermekle birlikte varlığı ve hayatı korumak, büyük kitlelerin vereceği zararlardan engellemek, mahşerde cinleri ve insanları sorguladıktan sonra her şeye hakkını vermekten ibarettir.
Söz konusu cümlede kâinatı kuşatmış olan adâletin varlığına atıf yapılmıştır. Hazret-i Üstad; burada burhan-ı innî[1] ve burhan-ı limmî[2] metotlarını kullanarak ahiretin varlığını ispat etmektedir.
“Âlemde çok görüyoruz ki, zâlim, fâcir, gaddar insanlar, gayet refah ve rahatla; ve mazlum ve mütedeyyin adamlar, gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsâvî (eşit) kılar. Eğer şu müsâvât (eşitlik) nihâyetsiz (devamlı) ise, bir nihâyeti (sonu) yoksa, zulüm görünür.”[3] ifadeleriyle zâlimlerin ve mazlumların eşit olarak bu dünyadan göçmesinin kâinatı kuşatmış adâlete uygun düşmeyeceğinden bu adaletin gereği olarak başka bir hayatta (ahirette), büyük bir mahkemede bu adâletin yerine geleceği hakikatini beyan ve ispat eder. Aksi halde gözümüzle gördüğümüz ve asla şüphe duymadığımız adaletin varlığını red etmek gerekir ki bu mümkün değildir.
[وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ] "Rabbin ise kullar(ın)a aslâ zulmedici değildir!"[4] gibi âyetlerin işaret ettiği adâlet kıyâsı bu hakikati ifade etmektedir.
Kainatı kuşatmış olan adalete Bediüzzaman Hazretleri tümden gelim metodu[5] misâller vermektedir.
“Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin (gezegenin) muvazenelerine (ölçülerine) bak.
Ve bilhassa seyyârâttan olan gemimiz, yani küre-i arz (dünya), bir senede yirmi dört bin senelik bir dâirede (yörüngede) gezer, seyahat eder; ve o hârika sür‘atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş ve istif edilmiş olan eşyâyı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezâya fırlatmıyor. Eğer sür‘ati bir parça tezyîd (artsa) ve tenkîs (azalsa) edilse idi, sekenesini havaya fırlatıp fezâda dağıtacaktı ve bir dakika, belki bir saniye muvâzenesini bozsa idi, dünyamızı bozacaktı; belki başka bir cirimle (büyük bir cisimle) çarpışacak, bir kıyâmeti koparacaktı.
Ve bilhassa zeminin yüzünde nebâtî (bitkisel) ve hayvânî (hayvansal) dört yüz bin tâifenin tevellüdât (doğum) ve vefeyâtça (ölüm), iâşe ve yaşayışça rahîmâne muvâzeneleri,
ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efrâdından bir tek ferdin a‘zâsı ve cihâzâtı ve duyguları, o derece hassâs bir mîzânla birbiriyle münâsebetdâr ve muvâzenettedir.
Ve bilhassa herbir ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın (hücrelerin) ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın (akyuvar ve alyuvar) ve o küreyvâttaki zerrelerin o derece ince ve hassâs ve hârika muvâzeneleri var.”[6]
Eskişehir Hapishanesi’nde telif ettiği, [وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ] "Hiçbir şey de yoktur ki, onun hazîneleri yanımızda olmasın."[7] âyetini tefsiri olarak “Adl” isminin geniş izahını yaptığı Esmâ-yı Sitte (Altı İsim) Risâlesinde;
“Âlemde o derece hayret-engîz bir muvâzene (denge) ve bir mîzân (ölçü) ve bir tevzin (denkleştirme) hükmediyor ve bilbedâhe (açıkça) ispat eder ki, bu hadsiz mevcûdâtta olan tahavvülât (değişim) ve vâridât (gelirler) ve masârıfât (giderler), herbir anda umum kâinâtı görür ve nazar-ı teftişinden (inceden inceye bakan bir nazar) geçirir bir tek zâtın mîzânıyla ölçülür ve tartılır.”[8] diyerek şu örneklere de yer verir:
“Yoksa, balıklardan bir balık yüz bin yumurtacık ile;
ve nebâtâttan (bitkilerden) haşhâş gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile;
ve sel gibi akan unsurların ve inkılâbların hücumuyla şiddetle muvâzeneyi bozmaya çalışan ve istîlâ etmek isteyen esbâb başıboş olsalardı veyahud maksadsız serseri tesâdüfe ve mîzânsız kör kuvvete ve şuûrsuz zulmetli tabiata havâle edilse idi,
o muvâzene-i eşyâ (eşyanın dengesi) ve muvâzene-i kâinât (kâinatın dengesi) öyle bozulacaktı ki bir senede, belki bir günde herc ü merc (kargaşa) olurdu.
Yani, denizler karmakarışık şeylerle dolacaktı ve taaffün (kokuşma) edecekti. Hava, gāzât-ı muzırra (zararlı gazlar) ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbeleye (çöplüğe), bir mezbahaya, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından (hayvanın cesedindeki hücrelerinden),
ve kandaki küreyvât-ı hamrâ (alyuvar) ve beyzâdan (akyuvardan) ve zerrâtın (atomların) tahavvülâtından (değişimlerinden)
ve cihâzât-ı bedeniyenin (beden organlarının) tenasübünden (uygunluğundan) tut,
tâ denizlerin vâridât ve masârıfına,
tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyâtlarına,
tâ hayvanât ve nebâtâtın tevellüdât (doğum) ve vefeyâtlarına (ölümlerine),
tâ güz ve baharın tahrîbât (yıkım) ve ta‘mîrâtlarına (onarımlarına),
tâ unsurların ve yıldızların hıdemât (görevler) ve harekâtlarına,
tâ mevt ve hayatın,
ziyâ ve zulmetin, harâret (sıcaklık) ve burûdetin (soğuk) değişmelerine ve dövüşmelerine ve çarpışmalarına kadar o derece hassâs bir mîzân ile ve o kadar ince bir ölçü ile tanzim (düzenleme) edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer (insan aklı) hiçbir yerde hakîkî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği.”[9]
Özetle; kâinatın yaratılışı esnasında, yıldızlar arasında, güneşin ve dünyanın faaliyetlerinde, atmosfer olaylarında, bitki ve hayvanların doğum ve ölüm oranlarında, insanların cinsiyetinde, gıda oranlarında, insan vücudunda, hatta alyuvar ve akyuvarlarımızda harikulade bir denge müşahede edilmektedir. Bu dengelerden herhangi biri bozulsa hayat tehlikeye girmektedir.
Detaylı örnekler ve değerlendirmeler için aşağıdaki linklerdeki yazıları inceleyiniz.
https://irfanmektebi.com/icerik/adl-isminden-yansiyanlar-1
https://irfanmektebi.com/icerik/adl-isminden-yansiyanlar-4
https://irfanmektebi.com/icerik/adl-isminden-yansiyanlar-6
https://irfanmektebi.com/icerik/adl-isminden-yansiyanlar-7
https://irfanmektebi.com/icerik/canli-varliklardaki-denge
https://irfanmektebi.com/icerik/yagmurdaki-denge
https://irfanmektebi.com/icerik/dunyadaki-hassas-dengeler
[1] Burhan-ı İnnî: Eserden müessire, sonuçtan sebebe doğru akıl yürütme metoduna denir. Tepenin arkasında dumanı görüp ateşin olduğunu bilmek gibidir. Kainâttı kuşatan adâlet Adîl olan Allah’ı gösterir.
[2] Burhan-ı Limmî: Müessirden esere, sebepten sonuca yapılan akıl yürütmeye denir. Ateşten dumanının varlığını bilmek gibidir. Adîl olan Allah, mazlumun hakkını zâlimden alır. Dünyada görülmeyen adâlet başka bir diyârın varlığını ispât eder.
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 203-204.
[4] Fussilet, 47’den.
[5] Tümden Gelim Metodu: Genelden özele ve bütünden parçaya doğru, sebeplerden sonuca ulaşmak için yapılan akıl yürütme.
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 368.
[7] Hicr, 21
[8] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 367.
[9] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 367.