Acz elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl’e verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefsinden elini çeker, fakat ma‘şûk-u mecâzîye yapışır. Onun zevâlini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakîkî’ye gider.
Yukardaki yeri izah eder misiniz?
Nefs-i emmare her daim insanı zehirleyen, kötülüğü emr eden, insana acizliğini histtermeyen bir latifedir. İnsan, sürekli olarak nefis penceresiyle olayları, hadiseleri değerlendirmeye başlasığında kendisi için hakka giden yolları tıkamış olur. Eğer acz o nefsin o çürük kulpuna yapışmaktan kurtulursa, elini nefisten cekmeyi başarabilirse, nefisle bağlantısını azaltırsa işte o vakit kişi kendisinin aciz olduğunu/güçsüz olduğunu, sermayesinin bir hiç olduğunu, icada ve icraata malik olmadığını,zail ve fani olduğunu anlar. Cenab-ı hakka direkt vasıl olur. Bu anlayışla bütün mahlukatın acizliğini anlar. Ve kainattaki bütün fiilleriin, güzelliklerin, mükemmlliklerin de masdarı,kaynağı Cenabı hak olduğunun farkına varır ve herşeyi mülk-ü ilahiye teslim eder.
Aşk mesleğinde ise aşk elini nefisten çekerse, onun boyunduruğundan kurtulabilirse dahi aşk vesilesiyle o kişi güzel olan, mükemmel olan, kendisine menfaati olan dünyadaki güzelliklere yapışır, fani mahbubata bağlanır, aşk-ı mecaziyi bulur. Eğer İnsan o aşık olduğu mevcudatın üzerindeki fanilik ve çirkinlik damgasını görürse, fani mahbubata bağlanma tehlikesine düşmeden arkasında ki aşk-ı hakikiyi bulabilir. Bu sebeple acz yolu, aşk yolundan daha selametli, daha kısa ve daha istikametlidir.
"Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eslem(selametli) bir tarîktir(yoldur) ki; ubudiyet(kulluk) tarîkıyla(yoluyla) mahbubiyete(sevgililik makamına) kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder(ulaştırır)." (Sözler)
Yukarda izahı geçtiği üzere aczini ve fakrını tam olarak hisseden insan, acz ve fakr yoluyla dua ve kulluğunu daha iyi yerine getirir. Rabbine tam bir kul olur. Kulluk vasıtasıyla makam-ı mahbubiyete yani sevgili ve sevilen makamına kadar çıkar. Hatta denilebilir ki, en büyük makam olan makam-ı mahbubiyete kulluk vasıtasıyla çıkıldığı için insanın en büyük ve önemli makamı va hali kulluktur. Bu sırla şehadet getirirken bizler Peygamberimizin(s.a.v) önce kulluğuna şahidlik ediyoruz. Zaten Cenabı Hakk'ın bizlerden istediği de güzel bir kulluktur. Kulluğun özü kişinin kendini aciz ve fakir ve zayıf görerek Allah'a el açıp yalvarması ve O'nu İlah ve Rabb ve Ma'bud olarak tanımasıdır. Tabir-i diğerle kendini kul ve köle olarak görmesi, Allah'ı da Allah olarak kabul edip O'na hakiki kul olmasıdır.