İlgili kısım Risale-i Nurda şöyle geçmektedir:
Üçüncü Muhâl: اَلْوَاحِدُ لَا يَصْدُرُ اِلَّا عَنِ الْوَاحِدِ kāide-i mukarreresiyle, “Bir mevcûdun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, bir elden sudûr edebilir.” Hususan o mevcûd, gayet mükemmel bir intizâma ve hassâs bir mîzâna ve câmi‘ bir hayata mazhar ise, bilbedâhe sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddid ellerden çıkmadığını, belki gayet Kadîr ve Hakîm olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz, câmid, câhil, mütecâviz, şuûrsuz, karmakarışıklık içinde; kör, sağır esbâb-ı tabîiyenin karmakarışık ellerine; ve hadsiz imkânât yolları içinde ictimâ‘ ve ihtilât ile, o esbâbın körlüğü ve sağırlığı ziyâdeleştiği halde; o muntazam, mevzûn ve vâhid bir mevcûdu onlara isnâd etmek, yüz muhâli birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.1
Bediüzzaman Hazretleri’nin “Bir mevcudun vahdeti varsa elbette bir vâhidden ve bir elden sudûr edebilir” kaidesiyle ifade etmek istediği hakikat şudur: Buradaki “vahdet” kavramı yalnızca teklik değil; daha çok çokluk içinde birlik, tam uyum ve bütünlük mânasındadır. Yani bir varlık, çok parçadan ve çok unsurdan oluşsa da, bütün bu unsurların tam bir ölçü, düzen ve maksatlılık içinde birleşmesi, onun tek bir merkezden, tek bir irade ve kudretten çıktığını gösterir. Çünkü muntazam bir sanat eserinin vahdeti, ayrılık sebebi olan çok ellerden değil, bilâkis tek bir ustanın iradesinden sudûr (ortaya çıkmak) ettiğini gösterir. Nasıl ki pek çok parçadan oluşan bir otomobil veya bir binanın planı ve neticesi bir tek mimar ve merkezden çıkar; aynı şekilde kâinattaki her bir varlığın birbiriyle uyumlu bütünlüğü de bir tek Allah'ın varlığına delildir.
Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati sinek üzerinden açıklar. Bir sineğin mükemmel yapısı, içinde bulunduğu hayat kanunları, organlarının hassas mizanı—hiçbir duyusu olmayan, kör, sağır, şuursuz sebeplerin karmakarışık tesadüf müdahaleleriyle meydana gelemez. Zira hadsiz sebeplerin bir araya gelmesi birlik değil, bilakis karışıklık doğurur. Böyle bir eserin çok sebeplerden çıktığını iddia etmek, “yüz yalanın kabulü” gibidir. O hâlde varlıklardaki mükemmel vahdet, yani parçaların tam uyumu ve gayeli düzeni, onların “Kadîr ve Hakîm olan bir tek elden” çıktığını açıkça ispat eder. Çünkü bu sanat çokluğun değil, mutlak vahdetin eseridir.
Bir başka manada ise şöyledir: Kâinata baktığımız zaman atomlardan yıldızlara varıncaya kadar her şeyde birlik mührü olduğunu görürüz. Her insanda ses vardır ama her insanın sesi diğerinden farklıdır. Her hayvanın da sesi tıpatıp birbiriyle aynı değildir. Tüm varlıklara farklı sesi veren zat, ancak her şeyin yaratıcısı olan Allah olabilir. Zira bütün sesleri bilmeyen ve yaratmayan, başka farklı bir sesi o varlığa veremez. Bu misali varlıkların suretlerinde, parmak izlerinde, ten ve göz renklerinde, DNA'larının farklılığında kısacası her bir sıfatında ve özelliğinde uyarlayabiliriz. Bu nazarla kâinata aktığımız vakit, her varlığın kendine has ve özel birlik mühürleri olduğu görülecektir. Bu sayede diğer varlıklardan fark edilmektedir. Bu da Ehad, Ferd ve Alim olan Allah'ın birlik mühründen başka bir şey değildir.
Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 138.

