Ebû Mansûr el-Mâturîdî (333/944) ve Alauddin es-Semerkandî (539/1144) gibi bazı Hanefî-Maturidî âlimler, ilham ile sadece kalbe gelen iyi ve güzel bilgileri kastetmişlerdir. Fakat dönem dönem birçok insan kalbe gelen ilham ile vesveseyi karıştırmakla kalmamış, hatta onu kötüye de kullanmıştır. Böylece "Galatı meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır" sözünde ifade edildiği gibi kalbe gelen her şey,- yanlış olsa dahi- yaygın olarak ilham diye isimlendirilmiştir. Bütün bunlardan dolayı birçok Mâturîdî âlim, kalbe gelen her bilgi için ilham kelimesini kullanmak zorunda kalmıştır. Öte yandan zamanla bana ilham geldi diye müslümanları aldatmaya çalışan kimseler ortaya çıkmış ve Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmak istemişlerdir. Bunun üzerine Ebu’l-Yüsr Muhammed el-Pezdevî ve Ömer en-Nesefî gibi Hanefî-Maturidî âlimler, Müslümanları bu konuda uyarmışlar ve ilhamın kötüye kullanılmasına engel olmaya çalışmışlardır.
İlhamın bir kısmı “sahih” bir kısmı “fâsid” olabilir. Bu sebeple, hakkında ilhamın dışında delil olmadıkça ilham yoluyla elde edilen bilgi doğru kabul edilemez. Bu durumda ilham dışındaki delillere müracaat edilir. Eğer deliller, ilham yoluyla elde edilen bilgiyi desteklerse doğru kabul edilir, yoksa kabul edilmez.(Ebû’l-Muîn en-Nesefî, Tabsiratü’l-Edille, I/22)
es-Semerkandi, ilhamı, “Hak İlham” ve “Bâtıl İlham” olmak üzere iki kısma ayırır. Ona göre Hak İlham, Allah tarafından gelen “vahyen hafiyyen” yani gizli bir vahiydir ki, bu tür ilham, irşat ve hidayet etmek üzere peygamberlere de peygamber olmayanlara da gelebilir. Alauddin es-Semerkandî’ye göre şeytanın ve nefsin vesvesesi sebebiyle insanın kalbine bazen de bâtıl ilham gelir. Aslında ona göre bâtıl ilham diye de bir şey yoktur. Çünkü hakikatte insanın kalbinde şeytanın ve nefsin iğvâ ve idlâli vardır. Bu sebeple buna ilham denilemez. Asıl ilham, Cenabı Hak tarafından insanın kalbine getirilen iyi ve hayırlı şeylere denir (Alauddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-Usûl, s. 678-679.)
(Ahmet Ak, Mâturîdî Âlimlere Göre İlhamın Bilgi Kaynağı Olması Sorunu)