Risalelerin yanına veya altına mananın daha iyi anlaşılması için kısa lügat koymak noktasında karşı çıkıp itiraz edenler oluyor. Bu konuyu biraz izah eder misiniz?
Lügatli Risale-i Nur Metni ve Mütalaası
Risale-i Nur metinlerinin lügat ile birlikte okunması veya metinlerin lügatli olması hakkında zaman zaman bazı sorular gelmektedir. Bu mesele, Hz. Üstadın hayatında, Risale-i Nur’da, hâlihazır uygulamada, aklın ve naklin nazarında her ne kadar bedihî ise de, bir kısım evhamı gidermek adına kısa bir açıklama yerinde olacaktır.
Risale-i Nur üst düzey ilimleri hâvî ve câmi’ bir şaheserdir. Şu ifadeler bu hakikati ifade etmektedir:
“Risâle-i Nûr, şems-i Kur’ân-ı Mu‘cizü'l-Beyân’ın elvân-ı seb‘ası, Risâle-i Nûr’un menşûr-u hakikatinde tam tecellî ettiğinden, hem bir kitâb-ı şerîat, hem bir kitâb-ı duâ, hem bir kitâb-ı hikmet, hem bir kitâb-ı ubûdiyet, hem bir kitâb-ı emir ve da‘vet, hem bir kitâb-ı zikir, hem bir kitâb-ı fikir, hem bir kitâb-ı ledünniyât, hem bir kitâb-ı tasavvuf, hem bir kitâb-ı mantık, hem bir kitâb-ı ilmü’l-kelâm, hem bir kitâb-ı ilm-i İlâhiyat, hem bir kitâb-ı teşvîk-i san‘at, hem bir kitâb-ı belâgat, hem bir kitâb-ı isbât-ı vahdâniyet ve muârızlarına bir kitâb-ı ilzâm ve iskâttır.”[1]
Şimdi çok yönlerden fevkalade derin ilimlere sahip böyle bir şaheserin, gazete gibi okumadan, müdakkikane, teennî ve dikkatle mütalaa edilebilmesi için, belli bir seviyede lügat ve ıstılah bilgisine sahip olmanın lüzumu aşikârdır.
Bediüzzaman Hazretlerinin ilmî hayatına baktığımızda Kamus-u Okyanus gibi bir lügati inzivaya çekilerek Kubbe-i Hâsiye denilen yerde ezberlemek için ciddi gayret ve zaman ayırdığını görüyoruz. Lügatlerin bir kelimenin kaç manaya geldiklerini yazmasına bedel, bir mananın kaç kelime ile ifade edileceğini gösteren bir lügati yazma niyet ve teşebbüsü olduğunu biliyoruz. Ne fikre binaen Kâmusu hıfzettiği sorulduğunda verdiği cevap calib-i dikkattir: “Kâmus, her kelimenin kaç manaya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm.”[2]
Hz. Üstadın talebelik hayatında âli ilimlere ve alet ilimlerine ait ders kitapları üzerine not aldığı da bilinmektedir.[3] Şerh olarak Süllem’e yazdığı Kızıl Îcâz ve Burhan’a yazdığı Talikat isimli mantık kitaplarına baktığımızda ise kelimelerin, ıstılahların manalarını verdiğine şahit oluyoruz. Bununla birlikte İşârâtü’l-İ’câz Fî Mezânni’l-İcâz eserinden bizzat kendileri 1951 yıllarında Barla’lı Sıddık Süleyman ve Santral Sabri Ağabeylere verdiği takrirli, tefsirli derslerinde, eserin asıl metninde olmadığı halde bazı kelimelerin lügat manalarını verdiği bir vakıadır.
Mesela asıl metinde “er-Rahîm’de haşre îmâ vardır” ibaresi geçtiği halde, Hz. Üstad bu takrirli dersinde “Çünkü er-Rahîm’in manasında hem affetmek, hem rahmet ve şefkat etmek...” şeklinde Esma-yı Hüsna’nın manasını söyleyerek şerh ediyor.[4]
Bir diğer misal de Konferans isimli eserde: “Bazı lügatlerin manalarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.”[5] denilerek Risale-i Nur’ların lügatli okunmasının daha etkili ve daha faziletli olduğu ifade edilmektedir. Şu halde lügatlere bakmak, feyz almaya veya yüksek imanî hakikatlerden istifade etmeye engel değil, bilakis tekit ettiği anlaşılmaktadır.
Risale-i Nur’un anlayarak okunması gerektiğini anlatan şu ifadeler de çok önemlidir. Mesela sevgili üstadımızın 2. Şua için “Bu risâle, benim nazarımda çok mühimdir. Çünki içinde çok mühim ve ince olan esrâr-ı îmâniye inkişâf ediyor. Bu risâleyi anlayarak okuyan adam, îmânını kurtarır inşâallâh”[6] ifadeleri, yine Barla lahikası, Lem’alar ve Asa-yı Musa mecmualarında geçen “Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim hakikatli bir âlimi olabilir”[7] ifadeleri de mevzumuz hakkında çok anlamlıdır. Keza Kader ve cüz’-i ihtiyârîye âit Yirmi Altıncı Söz için “Gazete gibi okumayınız!”[8] ihtarı Risale-i Nur’un anlayarak okunması gerektiği gerçeğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte cay-ı dikkat bir mesele de Mehmed Feyzi Ağabeyin Hz. Üstadın emri üzere yazdığı ve Üstadın istihsan edip talebelerine gönderdiği ve Asa-yı Musa eserinin arkasına konulan “Lügatname”dir.
Lahikalarda ders edilen şu mektubun bu konuyu yeteri kadar tavzih ettiği kanaatindeyiz. “Madem kudsî Üstâdımız, aczimizi ve liyakatsizliğimizi bizden daha fazla bildiği halde tercüme ile emretmesinde, elbette nice hikmetler vardır diye, nâçîzâne ve fakat mübarek Üstâdımızın affına ve tashîhine i‘timâden bu mecmûadaki kelimât-ı Arabiyeyi bir liste hâlinde tertîb ettik. İnşâallâh ileride Risâle-i Nûr’dan tam ders alarak yetişen müdakkik allâmeler, o kelimâta mühim birer şerh yazarlar. Hem rahmet-i İlâhiyeden temennî ederiz.”[9]
Üstad Hazretleri hal-i hayatlarında Asa-yı Musa’nın sonuna dercedilen bu lügatçe hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Saniyen; çok faal ve imanı ve ihlâsı çok kuvvetli Ahmed Nazif evvelce yazmıştı ki: ‘Zülfikar ve Asa-yı Musa’daki manası anlaşılmayan müşkil bazı Arabî kelimeleri tercüme etmek, makine ile tab’ edilen o risalelerin âhirine rabtetmek, hem yanlışların bir fihristesi yapılsın. Onu da, o kelimelerin tercümesi gibi makine ile tab’ edilenlerin ahirine ilhak edilsin’ demişti. Ve bu hizmeti benden isterdi. Benim şimdiki halim ve devam eden hastalığım ve maddi sıkıntılarım müsaade etmiyor. Sizler iki veya üç zâtı bu vazife ile benim bedelime meşgul ediniz. Fakat çok inceden inceye uzun gitmesinler. Hatta manayı bozmayan yanlışlara çok ehemmiyet verilmesin. Hem dikkatle manası anlaşılan Arabî kelimeler de tercüme edilmesin. Tercüme olsa da kısaca olsun. Hem bir derece Arabî bilen, hem nurları tam anlayan kardeşlerimizden bu ehemmiyetli vazifeyi ve çok büyük sevabı bulunan hizmeti yapsınlar. Hem bu işte İnebolu ve Kastamonu’daki hoca kısmı ve Feyzi bu hizmetin bir kısmını yapsınlar. Hem siz ve onlar yaptıklarınız kısmı çabuk bana gönderin. Ben de göreyim. Sonra makine ile tab’ edersiniz.”[10]
Hz Üstadın saff-ı evvel ağabeylerin teklifi üzerine ‘ehemmiyetli ve çok büyük sevabı olacak’ diye tavsif ettiği bu lügat hizmetini “Size gönderdiğim Asâ-yı Mûsâ'nın lügatnamesini hasta olduğu halde çok güzel ve âlimâne yazan, lügatnamenin başında güzel bir fıkra derceden…”[11] cümleleriyle istihsan ettikten sonra, mesele tavazzuh etmiş olmaz mı?
Bütün bunlara ilaveten önemli bir başka detay da Üstad Hazretlerinin Risale-i Nur’un şerh, haşiye, izah edilmesine yönelik bizzat izin vermesidir. Malum olduğu üzere Risale-i Nur’a şerhin, izahın, haşiyenin yapılabilmesi ıstılahların, lügatlerin manalarını vermekle mümkündür. Bu manalar verilmeden yapılacak bir izah, şerh veya haşiyenin eksik kalacağı bedîhî bir meseledir. Hem yapılacak bu açıklamaların lügat manalarının verilmemesine yönelik herhangi bir takyîd ve tahsîsi gösterir bir ifade de yoktur.
Ehil olanlar arasında asıl metni hiçbir müdahalede bulunmadan olduğu gibi okuyarak zevk etmek ne kadar normalse, bu anlatılanlar çerçevesinde izah ve şerh ederek okumak ve açıklamak da bir o kadar ma’kul ve makbul bir tarzdır. Hem Üstad Hazretlerinin hem hizmette birçok büyük ağabeyimizin bizzat tatbik ve teşvik ettikleri bir usuldür. Üstelik Hz. Üstad’ın Risale-i Nur’ların bir açıklama yapılmadan, olduğu gibi lügatsiz olarak okunmasını istediğine veya lügatli metin aleyhinde olduğunu gösterir bir sözüne, ne 130 parça risalesinde ve ne de sayısız mektuplarında rastlanmamaktadır.
Bu meselenin başta talebelerin ve insanların Risale-i Nur’dan istifadesine ciddi zarar verecek veya istifadelerini men edecek bir boyutu olsaydı, Hz. Üstadın behemehâl bir değerlendirmesi olur, en azından mektuplarında bu meseleye değinirdi.
Hâlbuki talebenin asıl istifadesinin bu açıklamalarla mümkün olduğuna şahidiz.
Kaldı ki bugüne kadar binlerce cilt olarak telif edilen Kur’ân tefsirleri ile bizzat Kur’ân açıklanırken, Efendimiz Asm’ın hadisleri şerh edilirken, onların bu asırda birer şârihi ve müfessiri makamında bulunan Risale-i Nur eserlerinin orijinal halini ve dilini muhafaza etmek şartıyla, farklı bir nazarla bakmanın, doğru olmadığı kanaatindeyiz.
Risale-i Nur’u tahrif ve tağyir etmek isteyen müfsid çevrelere verilecek en güzel cevabın, talebenin bu eserlerin diline âşina olmalarını sağlayacak bu emsal çalışmalardır. Eslafın da bugüne kadar birçok eserde yaptığı tahşiyeler gibi, metnin içine kesinlikle müdahale etmeden sayfa kenarında veya yerine göre sayfa altında ya da eser sonunda takdim edilen böyle açıklamaların, bu ilmî hakikatlerin daha kolay anlaşılmasına hizmet ettiğini ve edeceğini düşünüyoruz.
Bu ilmî hakikatlerin yanında günümüzde özellikle dijital ortamlarda veya sosyal medyada bulunan Risale-i Nur metinlerinin lügatli, mealli olması da şayan-ı dikkattir.
Bu eksende Risale-i Nur’ların lügat eşliğinde mütalaasını veya lügatli eserleri men eden bir rivayet söylendiği gibi gerçekten vaki ise, bu durumda bu rivayetin söylenilen kişilere ait ve hususi olduğunu, herkesi ve her zamanı bağlayıcı mutlak bir kaide olmadığını söylemeliyiz. Zira Kızıl İcâz’da “En büyük zarar takyid makamında mutlak, tahsis makamında tamim etmektir”[12] diye ifade edildiği gibi gerek Hz. Üstad’ın gerekse büyük ağabeylerin uygulamaları, gerekse yukarıdaki açıklamalar ışığında vakıa mutabık ihtiyaç bize bunu göstermektedir.
Bütün bunlarla birlikte aksi istikamette de birçok sözlü rivayet mevcuttur ki elimizdeki yazılı metinleri ve uygulamayı esas tutmak ve meseleyi uzatmamak adına kısa kesiyoruz.
Sözün özü Hz. Üstadın lügat ezberlemesi, bir lügat yazmak istemesi, şerh yazdığı eserlerinde bazı kelimelerin lügatini yazması ve bizzat kendi verdiği derslerinde ihtiyaç duyulan yerlerde anlaşılmadığını değerlendirdiği bazı kelimelerin lügat manalarını vermesi, Mehmed Feyzi Ağabeyin yazdığı lügati istihsan edip talebelerine göndermesi gösteriyor ki Hz. Üstad lügate bakmaya, lügat manasını vermeye, metnin etrafına not alınmasına karşı değildir.
Aksi halde bu kadar bedihi bir meselede fiiliyat ile söylenenler tezat teşkil eder ki hayatın doğal akışında tevcih edilen veya mukadder her sualde her zaman yapılan bir işte böylesine bir mükâbereyi doğru bulmuyoruz.
[1] Osmanlıca Asa-yı musa mecmuası, s.275-276
[2] Tarihçe-i Hayat, s.39.
[3] Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Husrev Altınbaşak, Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, İstanbul, 2013, s.78.
[4] Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, Abdulkadir Badıllı, İttihad Yayıncılık, 2004, s.34.
[5] Konferans, s.
[6] Osmanlıca Şualar mecmuası, s.3
[7] Osmanlıca Lem’alar mecmuası, s. 174
[8] Osmanlıca Mektubat mecmuası, s.30
[9] Osmanlıca Asa-yı musa mecmuası, s.279
[10] Osmanlıca Emirdağ Lahikası 2. Cilt, s.281
[11] Osmanlıca Emirdağ Lahikası 3. Cilt, s. 79
[12] Said Nursî, Kızıl Îcâz, Evkâf Matbaası 1339 s. 10