Peygamber Efendimizin vefatı nasıl olmuştur? Vefatından önceki son sözleri ne idi?
Resûl-i Kibriya Efendimizin (sav) Hicret'in 11. senesi Sefer ayının 26'sı Pazartesi günü Bizanslılar yani Rumlarla harb için ordu emir buyurup ordu komutanı olarak da Üsame b. Zeyd Hazretlerini tayin etti ve ona bazı emirler verdi. Bu emri verişinden bir gün sonra anîden hastalandı; fakat, cihad için yola çıkacak ordunun hazırlığından vazgeçmedi. Bir gün sonra, yâni Perşembe günü, hasta olduğu hâlde bizzat kendi eliyle sancağı Üsame’ye verdi.
Bakî Mezarlığını Ziyaret
Fahr-i Âlem Efendimizin (sav), bu fânî dünyayı terkedeceği an yaklaşıyordu. Bir gece yarısı, ansızın Hâne-i Saadetinden çıktı. Hz. Âişe Validemiz, "Yâ Resûlallah, nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. Resûl-i Ekrem, "Bakî Mezarlığında medfun bulunan ehlim için istiğfar etmek üzere emir aldım; oraya gidiyorum." diye cevap verdi.
Yanında âzadlı kölelerinden Ebû Rafı ve Ebû Müveyhib vardı. Bakî Mezarlığında kabirler arasında uzun müddet durarak dua ve istiğfarda bulundu. Sonra Ebû Müveyhib'e dönerek yakında ebedî âleme gideceğini, Bâkî-i Hakikî'nin cemâliyle müşerref olacağını şöylece ifade buyurdu: "Ey Ebû Müveyhib!.. Dünya hazinelerinin anahtarları ile âhiret nimetlerini seçme hususunda serbest bırakıldım; ben de âhiret nimetlerini tercih ettim!” Bu sözleri duyan Ebû Müveyhib'in birden nutku tutuldu. Yalnız gözü değil, bütün duygulan, ruhu, kalbi bir anda ağlamaya başladı. Bu manâlı ziyaretten sonra Resûl-i Kibriya, Hâne-i Saadetine geri döndü.
Uhud Şehidlerini Ziyaret
Uhud şehidleri için de dua ve istiğfarda bulunması, Efendimize (sav) emredilmişti. Bu sebeple, bir gün Uhud'a gitti. Orada şehid olan en güzide sahabîleri için uzun uzun dua etti. Oradan döner dönmez, Mescid-i Saadet'e vardı. Minbere çıktı. Müslümanlara hitaben, "Ben, sizin Kevser Havuzuna ilk kavuşanınız ve sizi ilk karşılayanınız olacağım." buyurduktan sonra sözlerine şöyle devam etti: "Ben, sizin hakkınızda, benden sonra müşrikliğe dönersiniz diye korkmuyorum; fakat ben, sizin hakkınızda, dünyaya kapılır, onun için birbirinizi kıskanır, birbirinizi öldürürsünüz ve bunun neticesi olarak sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olup gidersiniz, diye korkuyorum!"
Hastalığın şiddeti, ateşin yüksekliği sebebiyle Peygamber Efendimiz (sav), yatağında bile rahat edemiyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyordu. Başucunda bulunanlar, bu durum sebebiyle, "Yâ Resûlalah!.. Eğer bizden birisi bu derece ızdırap çektiğini izhar etseydi, muhakkak bizi tekdir ederdin!" dediler. Resûl-i Ekrem (sav), cevabıyla, durumunu şöylece izah etti: "Benim hastalığım, bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Teâlâ, sâlih ve mü'min kullarını belânın, hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine mübtelâ eder. Fakat o belâ, o musibet ve o hastalık vasıtasıyla o mü'min sâlih kulunun derecesini yükseltir, günahlarını yok eder." Ve Hz. Âişe Validemiz şöyle der: "Hakikaten, Resûlullah'ın (sav) hastalığından daha zor, daha şiddetli bir hastalık görmedik."
İbn-i Mes 'ud Anlatıyor
Abdullah İbn-i Mes'ud (r.a.) ise, Peygamberimizin (sav) hastalığının şiddetini şöyle dile getirir: "Nebî'nin (s.a.v.) hastalığında vücudu hummanın hararetinden şiddetli sarsıldığı sırada huzuruna varmıştım. '"Yâ Resûlallah!.. Humma hararetinden çok ızdırap çekiyorsunuz! Yâ Resûlallah!.. Bu hummanın iki kat ızdırabı var; elbette sizin için iki kat ecri ve mükâfatı vardır.' dedim. "Resûlullah, 'Evet.' diyerek beni tasdik etti. Sonra da şöyle buyurdu: '"Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah Teâlâ onun hata ve günahlarını, ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin!'
Efendimizin Müslümanlarla Helâlleşmesi
Resûl-i Ekrem (sav), hastalığının en şiddetli olduğu bir günde ashabıyla helâlleşmeyi arzu etti. Yine, bir taraftan Hz. Ali'ye, diğer taraftan da Fazl b. Abbas Hazretlerine dayanarak güçlükle ayağa kalktı ve mescide gitti. Minbere çıkıp oturdu. Hz. Bilâle de (r.a.) şu emri verdi: "Halka nida et; mescide toplansınlar. Onlara vasiyet etmek isterim. Bu, benim son vasiyetim olacaktır!" Hz. Bilâl, emri yerine getirdi.
Bir anda toplanan halkı, mescid almaz oldu. Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav), Allah'a hamd ve senadan sonra Ashab-ı Kiram'a şöyle hitab etti: "Ey insanlar!.. Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hakkını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, 'Resûlullah bana darılır.' diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki, benden hakkını isteyene darılmak, benim fıtratımda yoktur. Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip benden onu isteyen kimsedir veyahut helâl edendir. Ben, Rabbimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak istiyorum!",
Bir anda ortalığa hazin bir sükût çöktü. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), sözlerini tekrarladı: "Ey insanlar!.. Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her kimin benden alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın!"Cemaat içinden biri ayağa kalktı: "Yâ Resûlallah!.. Sizden üç dirhem alacağım var!" Peygamber Efendimiz (sav), "Ben bu hususta hiç kimseyi yalanlamam ve hiç kimseye 'Yemin et.' diye teklif de etmem; ancak, bu üç dirhemin zimmetime nasıl geçtiğini öğrenmek isterim!" dedi. Adam, "Yâ Resûlallah!.. Bir defasında huzurunuza bir fakir gelmişti. Bana, fakire üç dirhem vermemi emrettiniz. Ben de verdim. İşte, istediğim, bu üç dirhemdir!" dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), "Doğru söylüyorsun!" dedikten sonra, "Ey Fadl!.. Buna üç dirhem ver!" buyurdu."
Hz. Ebû Bekir, Namaz Kıldırmaya Memur Ediliyor
Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav), hastalığı esnasında ezan okununca dâima Mescid-i Şerife çıkar ve cemaate namaz kıldırırdı. Vefatına üç gün kala hastalığı birden ağırlaştı. Bu sebeple artık Mescid-i Şerife de çıkamaz oldu. O zaman, "Ebû Bekir'e söyleyiniz; insanlara namaz kıldırsın!" diye emir vererek, imamlığı Hz. Ebû Bekir'e bıraktı.
Son Anlar
Rebiülevvel ayının 12'si, Pazartesi günü. Güneş, batıya doğru kayıyordu. Resûl-i Kibriya Efendimizin (sav) mübarek başları, Hz. Âişe'nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Artık, nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili Allah'ı zikretmekle meşguldü: "Allah'ım, beni Refik-i Âlâ'ya[1] ulaştır!" duasını tekrarlıyordu.
Bu esnada bile ümmetine irşadda bulunmaktan geri durmuyordu: "Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Namaza, namaza dikkat ve devam ediniz!" diyordu. Bu hazin manzara, orada bulunan Hz. Fâtıma'nın yüreğini âdeta dağlıyordu. Bir ara Resûl-i Kibriya Efendimizi (sav) bağrına bastı; "Vay, babamın çektiği ızdıraba!.." diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Peygamber Efendimiz (sav), "Bugünden sonra baban hiçbir ızdırap çekmeyecektir." buyurdu ve ilâve etti: "Kızım, sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman 'İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi raciûn.'de."
Hz. Cebrail ile Hz. Azrail 'in Birlikte Gelişleri
Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav), bu fânî dünyada artık son dakikalarını yaşıyordu. Bu esnada, Hz. Cebrail, Hz. Azrail'le geldi. Resûl-i Kibriya Efendimizin (sav) hâl ve hatırını sordu; sonra, "Ölüm meleği Azrail, içeri girmek için izninizi ister!" dedi. Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav) müsaade edince, Hz. Azrail içeri girdi. Efendimizin (sav) önüne oturdu. "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım, istersen sana bırakacağım!" Resûl-i Kibriya Efendimiz (sav), Hz. Cebrail'e baktı. O da, "Yâ Resûlallah, Mele-i Âlâ seni beklemektedir!" dedi. Bunun üzerine, Hâtemû'l-Enbiya Efendimiz (sav), "Yâ Azrail, gel, memuriyetini yerine getir." diye buyurdu.
Peygamberimizin, Rabbine Kavuşması
Mübarek başlan Hz. Âişe'nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzüne sürdü. Mübarek dudaklarından "Lâ ilahe İllallah." cümlesi döküldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Gözlerini evin tavanına dikti. "Allah'ım, Refık-i Âlâ!.." cümlesini tekrarlaya tekrarlaya tekrarlaya 63 yaşında iken mübarek ruhu Refık-i Âlâ'ya yükseldi. Tarih, Hicret'in 11. senesi, Rebiülevvel ayının 12'si, Pazartesi günü. Milâdî: 8 Haziran 632[2]
Rabbim O kutlu Nebî’nin (sav) şefaatine bizleri nail eylesin inşallah!
Salat ve selam O’na (sav) ve şerefli ashabına olsu!
[1] Refîk-i A’lâ, en yüksek makamlarda bulunan peygamberler cemaati demektir.
[2] Kâinatın Efendisi Peygamberimizin (asm) Hayatı -Salih SURUÇ