Sorular

6

Teheccüd ve Evvabin Gibi Nafile Namazlar Sesli Kılınabilir mi?

Fıkıh âlimleri, sabah, akşam, yatsı, cuma, bayramlar, terâvih ve Ramazan'daki vitir namazının her rekâtında açıktan okumanın; öğle ve ikindi namazlarının farzlarında ise gizli okumanın sünnet olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.Fakihlerin vitir, nâfile namazlar ve benzeri konularda açıklamaları şöyledir: Hanefîlere göre; imamın, Ramazan'da kılınan vitir, terâvih ve iki bayram namazlarında açıktan okuması vâciptir. Güneş ve ay tutulması namazı ile yağmur duası (istiskâ) namazında ve gündüzün nâfilelerinde ise imamın veya yalnız başına namaz kılanların gizli okumaları vâciptir. Gece nâfilelerinde serbestlik vardır; dileyen sesli, dileyen sessiz okuyabilir. Yalnız başına namaz kılanlar, vaktinde veya vakit dışında edâ yahut kazâ olarak kılınan cehrî namazlarda açıktan okumak ile gizli okumak arasında serbesttir.1 Ayrıca bakınız:Teheccüd Namazı HakkındaTeheccüd Namazı KılmakİSLAM FIKHI ANSİKLOPEDİSİ, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, Risale yayınları, 2.C, s. 24

6

İktisat ile cimrilik; tevazu ile tezellül; vakar ile tekebbür sûreten benzer oldukları hâlde, hakikatte bunları birbirinden ayıran şey nedir?

İktisad Risalesi'nde geçen yerleri kısaca izah etmeye çalışalım:İktisad ve hıssetin çok farkı var.Yani, iktisat, tutumluluk ile hısset cimrilik görünüşte birbirine benzese de mahiyet/öz bakımından birçok farklılıkları mevcuttur.Tevazu nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden ma'nen ayrı ve sûreten benzer bir haslet-i memdûhadır.Bazı haller ve davranışlar vardır ki, zahiren, dış görünüş itibariyle birbirine çok benzer ama mahiyet, öz itibariyle birbirinden tamamen farklılık arz ederler. Mesela tevazu, izzeti muhafaza ederek alçakgönüllü olmak ile tezellül, izzeti kaybedip zillete düşmek, kendini değersiz görmek veya çıkar için eğilmek gibi haller görünüşte birbirine benzerler. Lâkin tevazu ve tezellül Allah katında çok farklıdırlar, birinden lütuf, diğerinden kahır görülür.Ve vakar nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden ma'nen ayrı; ve sûreten benzer bir haslet-i memdûhadır.Aynı şekilde vakar yani imanın verdiği ağırbaşlılık, ciddiyet, tekebbürden yani nefsin verdiği büyüklük taslama, insanlara yukarıdan bakmadan manen, öz itibariyle birbirinden tamamen ayrıdır. Her iki duruma dışarıdan bakan bir kişi, aradaki farkı çok aşikâr bir şekilde fark edemese de, manevi olarak birbirinden çok farklıdır. Vakar Allah için bir izzet halidir, her Müslümanda olması beklenen, kişiyi cennete götüren, Allah ve Hz Peygamber (sav) tarafından övülen hasletlerdendir. Tekebbür ise Allah'a karşı bir isyan hâlidir, kişiyi cehenneme sürükler.Öyle de, ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan; ve belki kâinâttaki nizâm-ı hikmet-i İlâhiyenin medârlarından olan iktisad ise, sefîllik ve bahîlliğin ve tama'kârlık ve hırsın bir halîtası olan hısset ile hiç münâsebeti yoktur.1 Yani peygamberlerin bir hasleti ve vasfı olan, Hz Peygamberin (sav)) hayatının her devresinde yaşadığı, uyguladığı, sünneti olan iktisat, aynı zamanda kâinattaki İlâhî düzenin de bir prensibidir. Yani Allah-u teala her şeyin yaratılışında en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihab etmesi gösteriyor ki Sâni'-i Zülcelal israf etmeyerek, iktisad ile kâinatta faaliyet gösteriyor. İktisada görünüş itibariyle benzeyen lâkin hakikatte tamamen farklı olan sefalet, düşkünlük, vermemek, açgözlülük ve hırsın karışımından oluşan hısset/cimrilik ise Allah tarafından istenmeyen  kötü bir huydur. Yani dış görünüşte aynı gibi gözükmektedirler. İktisat eden de az harcar, cimri de az harcar. Ama birinin az harcaması hikmet ve kanaatten, diğerininki ise cimrilik ve hırstan gelir.Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, iktisat ile cimriliği, tevazu ile tezellülü, vakar ile tekebbürü hakikat noktasında birbirinden ayıran şey; iktisad, tevazu, vakar gibi hasletler Allah'ın emr ettiği, razı olduğu, Rasul-ü Ekrem (sav) efendimizin hayatında yaşadığı, Müslümanlardan yapmasını istediği hasletler olmasıdır. Cimrilik, tezellül ve tekebbür ise Allah'ın sevmediği, razı olmadığı, insanlarda görmek istemediği hasletler olmasıdır.Ayrıca bakınız;İsraf ve Cimriliğin Birbiriyle AlakasıBediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat neşriyat, s151

7

"Levh-i Mahfuz, Levh-i Mahv-ı İspat, Eceli Muallak, Ecel-i Mübrem" Kavramlarının İzahı

Levh-i Mahfuz: Yüce Allah'ın (cc) korumasıyla tahriften ve yanlışlıktan korunmuş levha demektir. Her şeyin yazılı olduğu vücud sayfasına denir. Kader levhasıdır. Bunun aslı ümmü'l-kitap olan ilahî ilimdir. Levh-i mahfuz, kader kaleminin bir sayfası ve ilâhî ilmin bir divanıdır. Levh-i mahfuz sabit ve daimidir.Levh-i Mahv-ı İspat: gerçekleşmesi bazı şartlara bağlı olan hükmün yazıldığı levhaya denir. Bu levhanın mahalli levh-i mahfuzdur. Levh-i mahfuzun bir defteri/sahifesi hükmündedir. Bu hükmün ise silinme ve kaldırılma kabiliyeti vardır. İmam Rabbânî'ye göre keşif sahibi insanların bir kısmı bu hükmü görebilirken şartlarını veya silinip kaldırılabilen bir hüküm olduğunu bilemeyebilir. Bundan ötürü verdikleri haberler de vukua gelmez. Bu zatların gördükleri hükmün doğru olduğunu fakat şartlarını veya silinip kaldırılabilir bir hüküm olma özelliğini bilmediklerinden dolayı meydana gelmediğini ifade eder. İmam Rabbânî'ye göre bu zatların verdikleri haber doğrudur. Mutlaktır. Yalnız şartlarını bilmediklerinden hükmü sınırlandırmadan genel olarak ifade etmişlerdir.Bediüzzaman Hazretlerine göre levh-i mahv ve ispat; sabit ve dâim olan levh-i mahfuzun mümkünatta yani âlemdeki değişebilen bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır. Hz. Üstad bir kısım velî zatların verdiği haberlerin vukua gelmemesinin sebebine yönelik yaptığı açıklama imam Rabbânî'nin düşüncesiyle örtüşmektedir. Hz. Üstad, bu zatların haber verdiği bir kısım şeylerin bazı şartlarla bağlı olduğunu bu zatların ise o şartları göremediğini ifade etmektedir. O şartlar yerine gelmediğinden haber verilen hadise de vukua gelmemektedir. Çünkü hadisenin meydana gelmesi bir kısım şartlara bağlıdır. Evet, verilen haber mukadder imiş yalnız şartları yerine gelmediğinden dolayı vukua gelmemiştir.Hz. Üstad'a göre levh-i mahv ve ispat, ilahî kudretin varlığı icad etmesi, manasını ifade ettirmesi ve sonra da bozması yani “yazar, manasını ifade eder ve sonra bozar” demektir. Bununla birlikte levh-i mahv ve ispatın zaman olduğunu da ifade etmektedir.Eceli Muallak (Ecel-i Kaza): Bir kısım şart ve sebeplere bağlanmış henüz kesinleşmemiş ecel demektir. Ecel-i muallak, şart ve sebepleri bulunduğunda meydana gelir. Ecel-i muallakta değişme ihtimali vardır. Çünkü şart ve sebeplere bağlanmıştır. Bu değişme haşa Allah'ın (cc) ilminde olan bir değişme değildir. Meleklerde mevcut olan ilimdedir. Mahsul almak için tohum ekmenin şart olması gibidir. Hadis-i şeriflerde geçen sadaka vermenin, dua etmenin, ana-babaya iyilik etmenin, sıla-i rahimde bulunmanın ömrü uzatacağı ifade edilmiştir. Bu konu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle ifade edilmektedir:Allah, dilediğini siler (dilediğini de) sabit bırakır.1 Ecel-i Mübrem (Ecel-i müsemma): Hakkında kesin olarak hüküm verilen geri dönülmez ecel demektir. Ecel-i mübremde her hangi bir değişiklik olmaz ve o, herhangi bir şart ve sebebe bağlı değildir.Levh- mahv ve isbat hakkında ayrıca bakınız; Kader Değişir miEcelin bir olup değişmemesi hakkında bakınız; "Ecel Birdir, Değişmez" Hükmünün İzahıEcel-i mübrem hakkında bakınız; Şeyh Geylâninin Duasıyla Ecel-i Mübremin DeğişmesiRa'd, 13/39

18

Ağızdan Çıkan Kötü Sözlerin Telafisi Mümkün müdür?

İnsan, ağzından çıkan iddialı sözlerle kader-i ilâhîye âdeta “fetva” verdirebilir mi? Bunun dinimizde sahih bir dayanağı var mıdır? 28. Lem'a'daki “kef-nûn” bahsi çerçevesinde; beddua, gıybet, yalan, iftira gibi kötü sözler havaya ekilip, sonradan pişman olunduğunda telâfileri mümkün müdür? Yalnız dil ile tevbe kâfî midir, yoksa ilâve ibadet ve sadaka da gerekir mi? Açıklar mısınız?

1.840

Cuma Hutbesinin Arapça Okunması Meselesi

"Meselâ: Bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeair-i İslâmiyeyi, Arabîden çıkarıp her milletin lisanıyla söylemeyi, iki sebep için istihsan ediyorlar:" (27. Söz) 1- Bediüzzaman Hazretlerinin burda bahs ettiği hutbenin Arapça kısmı günümüzde okunan Arapça kısmı mıdır yoksa günümüz de okunan türkçe kısmı mıdır?2- Peygamber Efendimiz'den (s.a.v) günümüze kadar hutbeler nasıl okunuyordu?3- Özellikle Osmanlı döneminde hutbeler Arapça mıydı?