Sorular

5.020

Kütlenin Korunumu Kanununun Tevhidle Alakası

Kütlenin korunumu kanununda geçen ''hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan şey de yok olamaz'' ibaresini bazı felsefciler ve bilim adamları Allah inancının aleyhinde bir argüman olarak kullanıyorlar. Bu meseleyi Bediüzzaman Hazretleri de soru-cevap şeklinde Tabiat Risalesinde ele alıyor ve böyle bir düşüncenin olamayacağını aklen ispat ediyor. Lakin bu düşünce bilimsel bir yasa olarak görülüyor. Nasıl izah edersiniz?

707

Tevbe Suresi Okununca Tevbe Etmiş Olunur mu?

Tevbe sûresinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:Bilmediler mi ki, kullarından tevbe'yi kabûl eden ve sadakaları alan şübhesiz ancak Allahdır; Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden), Rahîm (kullarına çok merhamet eden)de ancak Allah'dır.1Sûrede yer alan başlıca konular şunlardır:Antlaşmalarını bozan müşriklere fesih bildirimi yapılıp Mescid-i Harâm çevresinin putperestlerden arındırılması,Allah ve Resulüne bağlılığın ve iman kardeşliğinin diğer bütün dünyevi bağların üstünde tutulması gerektiği,Allah'ın nimetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman göz ardı etmeksizin iman mücadelesindeki azim ve kararlılığın korunması,Özellikle Tebük Seferi'ne hazırlık, Tebük'e gidiş ve dönüş sırasında münafıkların sergiledikleri davranışlar, Müslümanların böyle sıkıntılı durumlarda hataya düşme ihtimallerinin artması,Ehi-i kitapla ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri,Bedevi Arapların dini bildirimler karşısındaki tavırlarıYaptığı kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabulü hususunda yüce Allah'ın ne kadar lutufkâr olduğu,Resülullah'a canla başla destek olan ilk Müslümanların ve onların yolunu izleyenlerin Allah katında çok üstün bir mertebeye sahip oldukları,Hz. Muhammed'in (sav) müminlere karşı engin şefkati, bu gerçekleri görmezden gelenlere karşı arşın sahibi yüce Allah'a sığınmak, O'na güvenip dayanmak gerektiği.Bu sebeple her ne kadar sûrenin ismi Tevbe olarak geçse de konusu itibarıyla çeşitli konulara değinen bu sure Rabbimiz surenin 104. âyetinde Tevvâb (tövbeleri çok kabûl eden) olduğunu biz kullarına bildirmekte ve kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabul edeceği müjdesini bizlere haber vermektedir. Dolayısıyla burada tövbeye teşvik söz konusudur. Elbette amelleri kabul edecek yüce Rabbimizdir. Belki halis ve samimi niyetle okunan âyetleri tövbe niyetiyle kabul eder. Lâkin bizler âyet ve hadislerin bildirdiği üzere ortaya çıkan tövbe şartlarını dikkate alarak bu hususta Rabbimizin razı olacağı bir tövbe ile O'na duada bulunabiliriz. Şöyle ki Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de tövbe hakkında bizlere nasuh tövbesini şöyle emretmektedir.Ey iman edenler! (Samimi bir tevbe olan) Tevbe-i Nasuh ile Allah'a tevbe edin! Olur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve Allah, peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı bir günde, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar! Onların nuru önlerinde ve sağlarında koşar (da): “Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bize mağfiret eyle! Şüphesiz ki sen, her şeye hakkıyla gücü yetensin!2Sonuç olarak, Tevbe sûresini okumak başlı başına çok faziletli bir amel olup, kulun kalbini muhasebeye sevk eden, günahın ciddiyetini ve ilâhî rahmetin genişliğini hatırlatan güçlü bir vesiledir. Ancak yalnızca Tevbe sûresini okumak, tövbenin şartları gerçekleşmedikçe kişiyi otomatik olarak “tövbe etmiş” saydırmaz. Zira Kur'ân ve sünnette bildirildiği üzere sahih ve makbul bir tövbe; işlenen günahtan samimi bir pişmanlık duymayı, o günahı terk etmeyi ve bir daha dönmemeye kesin azim göstermeyi gerektirir. Kul, Tevbe sûresini bu bilinçle, nasuh bir tövbeye niyet ederek okuyabilir. Kalbinde pişmanlık, dilinde istiğfar ve hâlinde günahı terk iradesi bulunursa, bu okuma tövbeye dönüşür ve Allah'ın Tevvâb ve Rahîm isminin tecellisine mazhar olur. Esas olan, okunan âyetlerin hayata yansıması ve kulun yönelişinin samimiyetidir.Ayrıca BakınızTevbe SuresiNasuh TevbesiKaynakçalarTevbe, 9 / 104Tahrîm, 66 / 8

3

Kur'an Yazısı Şeâir midir?

İslâm'da şeâir, dini açıkça temsil eden, görüldüğünde İslâm'ı hatırlatan alâmetlere denir. Ezan, cami, namaz, oruç, sarık ve tesettür gibi ibadetler şeâir olduğu gibi, Kur'ân-ı Kerîm'in yazısı olan hatt-ı Kur'ân da İslâm'ın önemli sembollerindendir. Risale-i Nur'da bu konuya dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri, Kur'ân yazısının muhalifindeki yazıların bidat olduğunu, hatt-ı Kur'an'ın muhafaza edilmesinin doğrudan doğruya Kur'ân'a hizmet eden bir vasıta olduğunu şöyle vurgular:Risale-i Nur, zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ate karşı da huruf ve hatt-ı Kur'ânı muhafaza etmek bir vazifesi iken…1Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan..2Bu cümleler, Arap harflerinin yalnızca bir milletin değil, bütün İslâm âleminin ortak yazısı olduğunu ortaya koyar. Asırlar boyunca Kur'ân bu harflerle yazılmış, ilimler bu yazıyla kaydedilmiş, milyonlarca Müslüman dinini bu hat sayesinde öğrenmiştir. Bu yönüyle Kur'an harfleri, İslâmı temsil eden bir şeâirdir.KaynakçalarBediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s.94Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2019, c.1 s. 115

6.773

Kur'an'da İncir ve Zeytin Üzerine Yemin Edilmesinin Hikmeti

Kur'an-ı Kerim'de Tîn suresinde geçen âyet meali şu şekildedir:Yemîn olsun tîn'e (incire) ve zeytine! 1Sorunuzun cevabı olarak Bediüzzaman Hazretlerinin izahı da şu şekildedir:Ni'metler içinde tîn ve zeytinin tahsîsinin sebebi, o iki meyvenin çok mübârek ve nâfi' olması ve hilkatlerinde de medâr-ı dikkat ve ni'met çok şeyler bulunmasıdır. Çünki hayat-ı ictimâiye ve ticâriye ve tenvîriye ve gıdâ-yı insaniye için zeytin en büyük bir esas teşkîl ettiği gibi; incirin hilkati, zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihâzâtını saklayıp derc etmek gibi bir hârika mu'cize-i kudreti gösterdiği gibi, taâmında, menfaatinde ve ekser meyvelere muhâlif olarak devamında ve daha sâir menâfiindeki ni'met-i İlâhiyeyi kasem ile hatıra getiriyor. Buna mukābil insanı îmân ve amel-i sâlihe çıkarmak ve esfel-i sâfilîne düşürmemek için bir ders veriyor.2Yukarıdaki metnin izahı şöyledir: Cenâb-ı Hak, şükür, tefekkür ve imana sevk etmek için kudretini ve rahmetini büyük nimetler vasıtasıyla bizlere hatırlatıyor. Bu hatırlatma ile esfel-i sâfilîne, yani aşağıların da en aşağısına giden insanın dikkatini a'lâ-yı illiyyîne, yani meleklerden bile daha üst derecelere çevirmek istiyor. İncir ve zeytin özelinde üç ana başlık zikredilebilir:Zeytinin toplumsal ve ticârî hayata katkısı: Zeytinyağı, tarih boyunca Akdeniz medeniyetlerinin ve geniş toplumların ekonomisinde önemli bir ticaret maddesi ve temel besin kaynağı olmuştur.Aydınlatma: Elektriğin yaygınlaşmasından önce zeytinyağı, lambalarda kullanılarak aydınlatmanın en temel unsuru olmuştur. (Bu, zeytinyağının modern-öncesi toplumlardaki enerji kaynağı olma rolünü vurgular.)İnsan gıdası olması: Zeytin ve zeytinyağı, sağlıklı ve besleyici bir gıda olarak temel bir besin kaynağıdır.İncir; En küçük tohumunun bile, kendisinden kat kat büyük olacak ağacın bütün dallarının, yapraklarının ve köklerinin programını ve cihazlarını içinde barındırması hakikati nazara verilmektedir. Bu durum, Allah'ın nihayetsiz kudretinin en küçük bir noktada dahi büyüklüğünü göstermesinin açık bir delilidir.Sonuç olarak; incirin tadı, faydası ve çoğu meyvenin aksine kurutulabilmesi, saklanabilmesi veya mevsiminin uzunluğu gibi devamlılık arz eden ilâhî nimetler bu yemin ile hatırlatılmaktadır.Ayrıca BakınızRisale-i Nur'da İncir Ağacı Örneğinin Verilmesinin HikmetleriKaynakçalarTîn, 95/1Bediüzzaman Said Nursi, Hayrat Neşriyat, Mektubat, Isparta 2020, s.274, 275

5.628

"Vücûd-u İlmî, Vücud-u Hâricî, Emr-İtibarî, Kanun-u Emrî ve Vâcibü'l Vücud" Kavramlarının Anlamları

Vücud-u İlmîSadece ilim ve bilgisi bulunan, fakat varlık sahasına çıkmamış eşya için kullanılan bir ıstılahtır. Varlıkların vücuda gelmeden önce suretlerinin, şekillerinin, programlarının ve miktarlarının yalnızca Allah'ın ilminde bulunma hâlidir. Meselâ; gelecek baharda yaratılacak ve vücuda gelecek olan tüm mahlûkların, şu anda Allah'ın ilminde kayıtlı olması gibi.Vücûd-u HâricîAllah'ın sınırsız kudretiyle, ilminde kayıtlı bulunan şeylerin içeriklerine ve şekillerine bir vücud giydirip varlık sahasına çıkarmasıyla ortaya çıkan varlıklardır. Somut olarak görülebilen, hissedilebilen her şeyin kendilerine özel bir vücudu vardır. Haricî olması, ilimden varlık sahasına çıkmış olması demektir.Emr-i İ'tibârîVarlığı kabul edilmekle beraber somut bir delili olmayan şeylere denir. Dünyanın etrafındaki paralel ve meridyenler gibi. Kanunların da harici bir vücutlarının olmadığını ama ilmen varlıklarını kabul ettiğimizi, bu sebeple varlıklarına itibar ettiğimizi Bediüzzaman Hazretleri aşağıdaki metinde şöyle beyan eder:Kavanin umûr-u itibariyedir; vücud-u ilmîsi var, haricîsi yok.1 Kanun-u EmrîAllah'ın emir ve iradesinin bir cilvesi olarak, kâinatın heryerine yerleştirilmiş, harici vücudu olmadığı için varlıklarına itibar edilen, yaratılışa dair bütün kanunlardır. Bu kanunlar rastgele değil, bazı ilâhî kanunlara bağlı işlerler.Vâcibü'l-VücûdVarlığı gerekli ve zaruri olan demektir. Sadece Cenâb-ı Hakk için kullanılır. Allah'ın, zihnin dışında gerçekliğinin bulunduğunu ve yokluğunun düşünülemeyeceğini belirten sıfattır.2 Bu ıstılah Seyyid Şerîf Cürcânî Hazretleri'ne göre, yokluğu hiç mümkün olmayan varlıktır. Onun varlığı başkasından değil, bilakis kendi zâtındandır, şeklinde tanımlanmıştır. Risale-i Nur'un çok yerlerinde, kâinatta görünen şu düzen, düzenli ve sanatlı yaratılan bütün varlıklar, varlıklarda görünen ve tesadüf olma ihtimali mümkün olmayan harika haller, bir ve tek olan bir zâtın varlığını gerekli kılmaktadır denilerek bu sıfata çoklukla vurgu yapılmaktadır.KaynakçalarBediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.253"VÜCÛD", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/vucud--sifat (15.11.2025).