Giriş Yap
Üye Ol
Anasayfa
Soru Cevap
Makaleler
Kur'ân-ı Kerîm
Meâl
Cevşen
رساله نور
Risâle-i Nur
Istılahlar
Hakkımızda
İrtibat
Anasayfa
Soru Cevap
Makaleler
Kur'ân-ı Kerîm
Meâl
Cevşen
رساله نور
Risâle-i Nur
Istılahlar
Hakkımızda
İrtibat
Herhangi Birisi
Mutlaka Olmalı
Aynen Girildiği Gibi
Bu Kelimeler Hariç
Gelişmiş Arama Yap
1
2
3
4
5
...
6
Arama sonuçları: 58 sonuç bulundu.
"Ma‘lûmdur ki, tevâfuk, ilm-i cifrin anahtarlarından mühim bir anahtardır. Eğer bir tevâfuk ise, delâlet denilmez. Fakat hafî bir îmâ olur. Eğer iki cihetle aynı mes’eleye tevâfuk gelse, îmâdan remiz derecesine çıkar. Eğer iki-üç cihetle aynı mes’eleye tevâfuk etse, işaret olur. Eğer maânî-i elfâz işârât-ı harfiyeye münâsib gelse ve işaretle bahsedilen insanların ahvâli o ma‘nâya mutâbık ve muvâfık olsa, o işaret o vakit delâlet derecesine çıkar. Eğer altı-yedi vecihle tevâfukla beraber ma‘nâ-yı kelimât işârât-ı harfiyeye muvâfık gelse ve muktezâ-yı hâle de mutâbık olsa, o delâlet o vakit sarâhat derecesine çıkar."
Soru
Sekizinci
Lema'da
geçen şu kısmı
izah
eder misiniz?
"Mühim bir ihbar-ı gaybî. Şeyh-i Geylânî’nin (ks), gayb-âşinâ gözüylkendinden sekiz yüz sene sonra vukua geleceğini görüp haber verdiği bir hâdise-i Kur’âniyedir."
Soru
Sekizinci
Lema’da
geçen şu cümleleri
izah
eder misiniz?
“O Fütûhu’l-Gayb’ın tefe’ülünde en evvel şu fıkra çıktı: اَنْتَ ف۪ي دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَب۪يبًا يُدَاو۪ي قَلْبَكَ Yani ‘Ey bîçâre! Sen Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de bir a‘zâ olmak cihetiyle, güya bir hekimsin. Ehl-i İslâmın ma‘nevî hastalıklarını tedâvi ediyorsun. Halbuki en ziyâde hasta sensin. Sen evvelâ kendine tabîb ara! Şifâ bul! Sonra başkasının şifâsına çalış!’ diyordu. İşte o vakit o tefe’ül sırrıyla, maddî hastalığım gibi, ma‘nevî hastalığımı da kat‘iyen anladım….”
Soru
Sekizinci
Lema’da
145. sayfadaki geçen şu cümleleri sayfanın sonuna kadarki metinle beraber
izah
eder misiniz?
“On sene mukaddem bu kasîde-i gaybiyeyi gördükçe bana ma‘nevî bir ihtâr gibi, “Dikkat et!” diye kalbime geliyordu. O hatırayı iki cihetle dinlemiyordum. Birincisi: Benim gibi ehemmiyetli ömrü şân ve şeref perdesi altında geçen bir kimsenin nefs-i emâresi, hubb-u câh ile zehirlenip öldükten sonra, yeniden bu sûretle nefs-i emmâreye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti. İkinci Cihet: Bu muannid zamanda bedîhî da‘vâları ve zâhirî huccetleri kabûl etmeyenlere karşı, böyle işârât-ı gaybiye nev‘inden olan şeyleri hodfurûşâne bir tarzda izhâr etmek hoşuma gitmiyordu.”
Soru
Sekizinci
Lema’da
geçen şu cümleleri
izah
eder misiniz?
"Öyle de, Gavs-ı Geylânî’nin (ks) o hârika kasîdesinin tazammun ettiği ezvâk-ı fevkalâdesi, Hazret-i Şeyh sırr-ı azîm-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle Âl-i Beyt’in şahs-ı ma‘nevîsinin makamı noktasında; ve Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın verâsetiyle hakîkat-i Muhammediyesinde kendini gördüğü gibi; fenâ-yı mutlak ile Cenâb-ı Hakk’ın tecellî-i zâtîsine mazhariyet noktasında kasîdesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmeyen, onu söyleyemez, söylese mes’ûldür. Hazret-i Şeyh, verâset-i mutlaka noktasında Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kadem-i mübârekini omzunda gördüğü için, kendi kademini evliyânın omzuna o sırdan bırakıyor. Kasîdesinde zâhir görünen, temeddüh ve iftihâr değildir, belki tahdîs-i ni‘met ve âlî bir şükürdür. Yalnız bu kadar var ki, mahviyet makamı olan niyâzdan, mahbûbiyet makamı olan nâzdârlık makamına çıkmış. Yani tarîk-i acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğrâka girmiş. Kendine olan niam-ı azîme-i İlâhiyeyi yâd edip bihakkın müftehirâne şükretmiştir."
Soru
Sekizinci
Lema’daki
2. Nokta'nın şu cümlelerini
izah
eder misiniz?
"Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bir fıkrasıdır. وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ مُخْلِصًا ٭ تَع۪يشُ سَع۪يدًا صَادِقًا بِمَحَبَّت۪ي İlm-i cifr ile ma‘nâsı: “Ey Said! Sen zamanın Abdülkādir’i ol. İhlâs-ı tâmmı kazan. Fakirliğinle beraber maîşetini düşünme. Nâsdan minnet alma. İsmin Said olduğu gibi, maîşette de mes‘ud olacaksın. Muhabbetimde sâdık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsî gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman ve Bekir gibi sâdık hizmetkârlar ve Sabrî gibi tam takdîr edici ve ciddî müştâk talebeler size verilmiş.” Evet, lillâhilhamd, Gavs’ın sarâhat derecesinde ihbâr ettiği hâl vukū‘ bulmuştur. Gavs-ı A‘zam, ‘Said’ nâmıyla tesmiye ettiği mürîdinin târîhçe-i hayatında en mühim noktaları beyân etmekle beraber, ilm-i cifir esrârıyla sekiz-dokuz cihette, Said’in başına parmağını basıyor. Beyitlerin mâ‘nâ-yı zâhirîsiyle ma‘nâ-yı cifrîsi birbirine çok yakın olmakla dokuz vecihteki işaretler birbirini te’yîd ettiğinden, sarâhat derecesine çıkmıştır."
Soru
Sekizinci
Lema’da
geçen şu cümleleri
izah
eder misiniz?
"Said kendi söylüyor: Hazret-i Şeyh-i Geylânî,(ks) hizmet-i Kur’âniyeye nazar-ı dikkati celb etmek ve o hizmet-i Kur’âniye âhirzamanda dağ gibi büyük bir hâdise olduğuna işaret etmek için, -şu hizmette isti‘dâd ve liyâkatimin pek fevkinde bulunması ve fedâkâr çalışkan kardeşlerimle çalıştığımıza, fazîlet noktasından değil de, belki sebkatiyet noktasından- kerâmetkârâne ismimi bir derece göstermesi, beni epey zaman¬dan beri düşündürüyordu. “Acaba bunun izhârında ma‘nevî bir zarar bana terettüb eder mi? Bir gurur, bir hodfurûşluk getirir mi?” diye sekiz on senedir üzerinde tevakkuf ettim."
Soru
Sekizinci
Lema’da
geçen şu cümleleri
izah
eder misiniz?
"Şâyân-ı hayret bir tefe’ül ve mühim bir ihbâr-ı gaybî Sabrî, Süleyman, Bekir, Gālib, Tevfîk’in fıkrasıdır. Hem Husrev, Hâfız Ali, Re’fet, Âsım ve Kuleönü’nden Mustafaların fıkrasıdır. Latîf ve müjdeli bir tefe’ül: Üstâd, Gālib ve Süleyman; Ümmî Sinan’ın dîvânında mesleğimize ve Sözler’e dâir tefe’ül edildi, şu beyitler çıktı. Baktık, ‘Sözler’ bahsi, bütün dîvânında yalnız bu kāfiyelerde görünüyor. Demek Sözler ‘hak söz’ hem ‘nûr söz’ oluyor. Derim ki, yardımcım Allah Şefâatçim Resûlullâh Ki burhânım Kitabullâh Budur bendeki hak söz. Senin kapında kul çoktur. Hesabı, haddi hiç yoktur. Velâkin bir dahi yoktur Sinân-ı Ümmî gibi nûr söz."
Soru
Sekizinci
Lema'da
geçen şu kısmı
izah
eder misiniz?
“
Sekizinci
Lema
. Gavs-ı A‘zam’ın(ks) Hizbü’l-Kur’ân’a dâir kerâmet-i gaybiyesidir. Şu risâlenin içindeki imzalarla gösterildiği gibi, benim de hizmet-i Kur’âniyedeki arkadaşlarıma iştirâkim var. Bir kısmı, benim imzam iledir. Bir kısmı, onların tasvîb ve istihrâcıyla ve tasdîkleriyle olduğundan, bana âit haddimden fazla hisseyi onların hatırı için sükût ile kabûl ettim. Yoksa bu risâlenin başında söylediğim gibi, bunda öyle bir hisse-i şerefe hakkım yoktur. “
Soru
Sekizinci
Lema’nın
ilk parağrafı olan şu kısmı
izah
eder misiniz?
"Şeyh-i Geylânî’nin fıkrasıyla verdiği kerâmetkârâne haber-i gaybînin tetimmesidir. اَنَا لِمُر۪يد۪ي fıkrasında مُر۪يد۪ي ٭ مُنْلَا سَع۪يدُ kelimesine tam tevâfuk ediyor. Yalnız bir elif fark var. Elif ise, kāide-i sarfiyece elfün okunur. Elfün ise bindir. Demek bin iki yüz doksan dörtte (m. 1877) dünyaya gelecek bir mürîdi, bu مُر۪يد۪ي lafzında muraddır. Çünki لِمُر۪يد۪ي de (ل) sayılsa, iki yüz doksan dört eder ki, bir tek fark ile Said’in târîh-i velâdetine tevâfuk ediyor. Esas Arabî sayılsa, fark yoktur. (ل) sız مُر۪يد۪ي ise, iki yüz altmış dört eder مُنْلَا سَع۪يدُ dahi iki yüz altmış beş eder مُنْلَا daki elif, bine işaret olduğu için mütebâkîsi iki yüz altmış dört kalır."
Soru
Sekizinci
Lema’da
geçen şu cümleleri
izah
eder misiniz?
1
2
3
4
5
...
6