Sekizinci Lema'da geçen bu kısmı izah eder misiniz?
Hem ezcümle, Mecmûatü’l-Ahzâb’ın ikinci cildinin 379’uncu sahîfesinde, Hazret-i Gavs’ın Virdü’l-İşâ nâmındaki münâcâtında şu fıkra var:
(Hâşiye-2) فَالْوَاصِلُ اِلٰي سَاحِلِ السَّلَامَةِ هُوَ السَّع۪يدُ الْمُقَرَّبُ وَ ذُو الْهَلَاكِ هُوَ الشَّقِيُّ الْمُبَعَّدُ وَ الْمُعَذَّبُ (Hâşiye-1)
Hem mesela, Mecmûatü’l-Ahzâb’ın ikinci cildinin 379’uncu sayfasında, Hazret-i Gavs’ın (ks) Virdü’l-İşâ ismindeki dua ve yakarışında şu kısım var: “Selamet sahiline ulaşan, ancak Said olan ve Allah’a yakın kılınandır. Helâk olan ise, ancak şakî ve Allah’tan uzak kılınan ve azap edilendir.”
Hâşiye-1: فَالْوَاصِلُ kelimesi müteaddî olduğu cihetle, sözleriyle selâmete îsâl edici demektir.
فَالْوَاصِلُ (Ulaştıran) kelimesi gramer olarak geçişli ve etken bir fiil olduğundan bu kelimenin manası; “Sözleriyle selâmete ve kurtuluşa eriştiren” demektir.
Hâşiye-2: وَالْمُقَرَّبُ müşedded ر) ) bir sayılsa, Üstâdımızın lakabı olan اَلنُّو رْسِيُّ وَ kelimesinin aynıdır. Yalnız atıf için ‘vâv’ var. Tam tevâfukla mukarrebden murad Nûrslu olduğunu gösteriyor. اَلْمُقَرَّبُ de şeddeli ر) ) iki sayılsa, بَد۪يعُ الزَّمَانِ النُّورْس۪ي oluyor. Yâ-yı muhaffefle aynıdır. Yalnız iki fark var. İki hemze-i vasıl sayılsa, tam tamına tevâfukla اَلْمُقَرَّبُ doğrudan doğruya ona işaret ediyor.
Şam’lı Tevfîk, Süleyman, Ali_________________________________
وَالْمُقَرَّبُ (Allah'a yakın kılınan) kelimesindeki şeddeli 'ra' tek 'ra' sayılsa, o vakit bu kelime ebced olarak Hz Üstad'ın lakaplarından birisi olan وَاَلنُّورْسِيُّ (Ve’n-Nursî) ile aynı olmaktadır. Yalnız bağlaç olarak ‘vâv’ harfi vardır. Bu durumda tam tevafuk ederek ‘Mukarreb’ (Allah'a yakın kılınan) kelimesinden gaye ve maksat ‘Nurslu’ olduğu açıkça görünmektedir. Eğer اَلْمُقَرَّبُ (el-Mukarreb) kelimesindeki ‘ra’ şeddeli olduğundan çift sayılsa, o zaman da bu kelimenin ebced değeri -hafifletilmiş şeddesiz ‘ye’ harfi ile beraber- بَد۪يعُ الزَّمَانِ النُّورْس۪ي (Bediüzzaman Nursî) olmaktadır.
Bu durumda sadece iki fark ortaya çıkmaktadır. O iki fark da بَد۪يعُ الزَّمَانِ النُّورْس۪ي kelimesinde bulunan iki adet hemze-i vasıldır, yani geçiş hemzeleridir. Eğer bu iki hemze de sayılmış ve ebced hesabına dahil edilmiş olsa, o zaman tam tamına bir tevafukla اَلْمُقَرَّبُ /el-Mukarreb (Allah'a yakın kılınan) kelimesi doğrudan doğruya “Bediüzzaman Nursî’ye” yani Hz. Üstad’a işaret etmektedir.
İşte Hazret-i Gavs’ın şu fıkrası, فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَ سَع۪يدٌ âyetinin bir nevi‘ tefsîridir. Şu küllî âyetin bir kısım efradını altıncı asır ile on dördüncü asır, âyetin külliyetinde dâhil bir kısım efrâd-ı mahsûsayı irâe ettiğine müteaddid emâreler var.
Hazret-i Gavs’ın (ks) “Selamet sahiline ulaşan, ancak Said olan ve Allah’a yakın kılınandır. Helâk olan ise, ancak şakî ve Allah’tan uzak kılınan ve azap edilendir.” cümlesi, “Artık onlardan kimi şakîdir (bedbahttır), kimi de saîddir (bahtiyârdır)!”[1] âyetinin bir çeşit tefsiri hükmündedir. Bütün zamanlara ve bütün insanlara hitap eden bu âyetin umumî ve kapsamlı ifadesi içinde, hicrî altıncı ve on dördüncü asrın bir kısım bedbaht ve bahtiyar fertlerine de özellikle işaret edildiğine dair pek çok alâmet ve işaretler vardır.
Âyetin külliyetinde (Hâşiye-3) tevâfuk sırrıyla, فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ kelimesinde bu zamanın en büyük şakîlerinden üçüne cifirce tevâfuk etmesi, o küllî âyette bunlar dahi kasden murad olduklarına emâredir, belki işarettir.
Bu âyetin tüm zamanlara hitap eden kapsamlı ifadesi içinde, tevafuk sırrıyla فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ (Onlardan kimi şakidir, bedbahttır) kelimesinde, içinde yaşadığımız hicrî on dördüncü asrın, Allah’ın rızasından ve ahiret mutluluğundan mahrum olan en büyük üç bahtsız şakîsine ebced hesabıyla tam olarak işaret edilmektedir. Demek âyetin geniş ve kapsamlı manasında, bu asrın en dehşetli üç şahsının bizzat haber verildiğine dair bir ip ucu hatta işaret vardır.
Hâşiye-3: Âyetin külliyetinde saadet noktasındaki mazhariyete mâsadak olmak için milyarlar dereceden yalnız bir derece murad olduğumuzu anlasak, ebede kadar şükretsek, o ni‘metlerin hakkını edâ edemeyiz. Hazret-i Gavs’ın işaretinden anlaşılıyor ki, o muhît âyetin denizinden bir katre kadar hissemiz vardır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي
Hâşiye-3: “… Kimi de saîddir, bahtiyardır!” âyetinin umumî ve evrensel hitabı içinde dünya ve ahiret saadetine nail olan milyarlarca şahıs vardır. Bunların içinde Risale-i Nur Talebelerinin de ‘Said’ olarak kastedildiğini anlasak ve bunun için sonsuza kadar şükretsek o nimetin hakkını ödeyemeyiz.
Abdulkadir Geylani Hazretlerinin yukarıdaki cümlelerde izah edilen işaretinden anlaşılıyor ki, bu âyet bütün zamanları kuşatır ve bütün insan tabakalarına hitap eder. Hem bu âyetin okyanus gibi derin manaları ve işaretleri vardır. Bu mana denizinden bir damla kadar da olsa Risale-i Nur Talebeleri olarak hissemiz vardır. “Allah’a hamd olsun, bu nimetler Rabbimin fazlındandır.”[2]
İşte Hazret-i Gavs, bu âyetteki bu emâreden bu zamana bakmış. Mezkûr fıkrasını küllî âyete bir nevi‘ tefsîr yaparak, kasîdesinde kerâmetkârâne bahsettiği fitne-i âhirzaman içindeki şâkirdlerini görüp, o zamanın şakîlerinin şerrinden muhâfaza edildiğini görmüş. Buradaki münâcâtında dahi o kasîdenin meâline bakıyor.
İşte Abdulkadir Geylani Hazretleri, bu âyet-i kerimedeki bu işaretten bu zamana yani hicrî 14. asra bakmış. Daha önce bahsi geçen münacatındaki “Selamet sahiline ulaşan, ancak Said olan ve Allah’a yakın kılınandır. Helâk olan ise, ancak şakî ve Allah’tan uzak kılınan ve azap edilendir” cümlesini, tüm zamanlara hitap eden “Artık onlardan kimi şakîdir (bedbahttır), kimi de saîddir (bahtiyârdır)!”[3] âyetinin bir çeşit tefsiri olarak ifade etmiştir.
Şeyh Geylani Hazretleri, bu risalenin başından itibaren izah edilen beş satırlık sırlarla dolu kerametli kasîdesinde, ahir zaman fitnelerinin çoğaldığı bir zamanda, Kur’ân ve sünnetin esaslarını koruyup topluma yaymaya çalışan Hz. Üstad’ı ve Risale-i Nur Talebelerini Allah’ın izniyle görmüş. Hem bu fitne-i ahir zamanın bahtsız dehşetli şakîlerinin ve reislerinin şerlerinden, Allah’ın izniyle korunduklarını görmüş ve haber vermiş. Demek bu “Virdü’l-İşâ” münacatında da beş satırlık kasîdesinin mealine işaret ederek aynı hadiselerden ve aynı şahıslardan keramet göstererek haber vermektedir.