Giriş Yap
Üye Ol
Anasayfa
Soru Cevap
Makaleler
Kur'ân-ı Kerîm
Meâl
Cevşen
رساله نور
Risâle-i Nur
Istılahlar
Hakkımızda
İrtibat
Anasayfa
Soru Cevap
Makaleler
Kur'ân-ı Kerîm
Meâl
Cevşen
رساله نور
Risâle-i Nur
Istılahlar
Hakkımızda
İrtibat
Herhangi Birisi
Mutlaka Olmalı
Aynen Girildiği Gibi
Bu Kelimeler Hariç
Gelişmiş Arama Yap
1
2
3
4
Arama sonuçları: 36 sonuç bulundu.
Müzekkâ Nefis
Soru
Üstad Bediüzzaman kendi nefisne hitaben, "müzekkâ olmadığın için" diyor. Bunu nasıl anlamamız gerekir?
“O Fütûhu’l-Gayb’ın tefe’ülünde en evvel şu fıkra çıktı: اَنْتَ ف۪ي دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَب۪يبًا يُدَاو۪ي قَلْبَكَ Yani ‘Ey bîçâre! Sen Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de bir a‘zâ olmak cihetiyle, güya bir hekimsin. Ehl-i İslâmın ma‘nevî hastalıklarını tedâvi ediyorsun. Halbuki en ziyâde hasta sensin. Sen evvelâ kendine tabîb ara! Şifâ bul! Sonra başkasının şifâsına çalış!’ diyordu. İşte o vakit o tefe’ül sırrıyla, maddî hastalığım gibi, ma‘nevî hastalığımı da kat‘iyen anladım….”
Soru
Sekizinci Lema’da 145. sayfadaki geçen şu cümleleri sayfanın sonuna kadarki metinle beraber izah eder misiniz?
"Öyle de,
Gavs-ı Geylânî’nin
(ks) o hârika kasîdesinin tazammun ettiği ezvâk-ı fevkalâdesi, Hazret-i Şeyh sırr-ı azîm-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle Âl-i Beyt’in şahs-ı ma‘nevîsinin makamı noktasında; ve Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın verâsetiyle hakîkat-i Muhammediyesinde kendini gördüğü gibi; fenâ-yı mutlak ile Cenâb-ı Hakk’ın tecellî-i zâtîsine mazhariyet noktasında kasîdesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmeyen, onu söyleyemez, söylese mes’ûldür. Hazret-i Şeyh, verâset-i mutlaka noktasında Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kadem-i mübârekini omzunda gördüğü için, kendi kademini evliyânın omzuna o sırdan bırakıyor. Kasîdesinde zâhir görünen, temeddüh ve iftihâr değildir, belki tahdîs-i ni‘met ve âlî bir şükürdür. Yalnız bu kadar var ki, mahviyet makamı olan niyâzdan, mahbûbiyet makamı olan nâzdârlık makamına çıkmış. Yani tarîk-i acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğrâka girmiş. Kendine olan niam-ı azîme-i İlâhiyeyi yâd edip bihakkın müftehirâne şükretmiştir."
Soru
Sekizinci Lema’daki 2. Nokta'nın şu cümlelerini izah eder misiniz?
Risale-i Nur için Yapılan Bazı İşaretler
Soru
Emirdağ Lahikasında geçen şu metni açıklar mısınız? "Risale-i Nur mev'id-i Ahmedî (sav) ve müjde-i Haydarî (ra) ve beşaret ve teavün-ü
Gavsî
(ks) ve tavsiye-i Gazalî (ks) ve ihbar-ı Farukidir."
"Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bir fıkrasıdır. وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ مُخْلِصًا ٭ تَع۪يشُ سَع۪يدًا صَادِقًا بِمَحَبَّت۪ي İlm-i cifr ile ma‘nâsı: “Ey Said! Sen zamanın Abdülkādir’i ol. İhlâs-ı tâmmı kazan. Fakirliğinle beraber maîşetini düşünme. Nâsdan minnet alma. İsmin Said olduğu gibi, maîşette de mes‘ud olacaksın. Muhabbetimde sâdık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsî gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman ve Bekir gibi sâdık hizmetkârlar ve Sabrî gibi tam takdîr edici ve ciddî müştâk talebeler size verilmiş.” Evet, lillâhilhamd,
Gavs’ın
sarâhat derecesinde ihbâr ettiği hâl vukū‘ bulmuştur.
Gavs-ı
A‘zam, ‘Said’ nâmıyla tesmiye ettiği mürîdinin târîhçe-i hayatında en mühim noktaları beyân etmekle beraber, ilm-i cifir esrârıyla sekiz-dokuz cihette, Said’in başına parmağını basıyor. Beyitlerin mâ‘nâ-yı zâhirîsiyle ma‘nâ-yı cifrîsi birbirine çok yakın olmakla dokuz vecihteki işaretler birbirini te’yîd ettiğinden, sarâhat derecesine çıkmıştır."
Soru
Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
Risale-i Nur'dan Daha İyi İstifade Yolları
Soru
Risale-i Nur'dan nasıl daha fazla istifade edebiliriz?
"Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi 'Ferid' makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, -belki ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor."
Soru
Kastamonu Lahikası 254. Sayfada geçen bu cümleleri ve devamındaki kısmı izah eder misiniz?
"Said kendi söylüyor: Hazret-i Şeyh-i
Geylânî
,(ks) hizmet-i Kur’âniyeye nazar-ı dikkati celb etmek ve o hizmet-i Kur’âniye âhirzamanda dağ gibi büyük bir hâdise olduğuna işaret etmek için, -şu hizmette isti‘dâd ve liyâkatimin pek fevkinde bulunması ve fedâkâr çalışkan kardeşlerimle çalıştığımıza, fazîlet noktasından değil de, belki sebkatiyet noktasından- kerâmetkârâne ismimi bir derece göstermesi, beni epey zaman¬dan beri düşündürüyordu. “Acaba bunun izhârında ma‘nevî bir zarar bana terettüb eder mi? Bir gurur, bir hodfurûşluk getirir mi?” diye sekiz on senedir üzerinde tevakkuf ettim."
Soru
Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
“Sekizinci Lema.
Gavs-ı
A‘zam’ın(ks) Hizbü’l-Kur’ân’a dâir kerâmet-i gaybiyesidir. Şu risâlenin içindeki imzalarla gösterildiği gibi, benim de hizmet-i Kur’âniyedeki arkadaşlarıma iştirâkim var. Bir kısmı, benim imzam iledir. Bir kısmı, onların tasvîb ve istihrâcıyla ve tasdîkleriyle olduğundan, bana âit haddimden fazla hisseyi onların hatırı için sükût ile kabûl ettim. Yoksa bu risâlenin başında söylediğim gibi, bunda öyle bir hisse-i şerefe hakkım yoktur. “
Soru
Sekizinci Lema’nın ilk parağrafı olan şu kısmı izah eder misiniz?
"Şeyh-i
Geylânî’nin
fıkrasıyla verdiği kerâmetkârâne haber-i gaybînin tetimmesidir. اَنَا لِمُر۪يد۪ي fıkrasında مُر۪يد۪ي ٭ مُنْلَا سَع۪يدُ kelimesine tam tevâfuk ediyor. Yalnız bir elif fark var. Elif ise, kāide-i sarfiyece elfün okunur. Elfün ise bindir. Demek bin iki yüz doksan dörtte (m. 1877) dünyaya gelecek bir mürîdi, bu مُر۪يد۪ي lafzında muraddır. Çünki لِمُر۪يد۪ي de (ل) sayılsa, iki yüz doksan dört eder ki, bir tek fark ile Said’in târîh-i velâdetine tevâfuk ediyor. Esas Arabî sayılsa, fark yoktur. (ل) sız مُر۪يد۪ي ise, iki yüz altmış dört eder مُنْلَا سَع۪يدُ dahi iki yüz altmış beş eder مُنْلَا daki elif, bine işaret olduğu için mütebâkîsi iki yüz altmış dört kalır."
Soru
Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
1
2
3
4