Soru

Müzekkâ Nefis

Üstad Bediüzzaman kendi nefisne hitaben, "müzekkâ olmadığın için" diyor. Bunu nasıl anlamamız gerekir?

Tarih: 3.06.2009 00:00:00
Okunma: 4847

Cevap


Nefsin kendini beğenmek ve yüceltmek gibi fıtrî kusurları vardır. İnsanın vazifesi onu bu kusurlarından temizleyip arındırmaktır. Başta peygamberler ve sahabeler olmak üzere kâmil insanların nefisleri, mücâhede  ve manevi terbiyelerinin neticesinde bu gibi duygulardan arınmıştır. İşte böyle arınmış nefse “müzekkâ nefis” denilir.

Üstad Beidüzzaman Hz. sahabelerin nefislerinin müzekkâ olduğuna, Sahabeler Bahsinde şöyle temas eder:

“Çünki sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden ( temizlenip müzekkâ edildiğinden) ; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesîre ile, ubudiyetin enva'ına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar.”

Üstad Hz. gibi büyük zatların ve asırlarının müceddidleri olan kimselerin de nefisleri arınmış ve müzekkâdır. Onların, kendi nefislerini müzekkâ bilmemeleri, gerçekten müzekkâ olmadığı anlamına gelmez. Ancak onların kemalatının bir numunesi olur.

Ömrü boyunca dünyaya zerre miktar değer vermeyen zâhidâne hayatı ve kendisine yapılan onca baskı ve zulümlerin, hapislerin onu dine imana hizmetten alıkoyamaması bunu açıkça ispat eder.


Ek Soru

Üstad Bediüzzaman Hazretleri sürekli nefsini suçluyor. Nefsim emmaredir diyor. Acaba bunu başkalarını irşad için mi yapıyor? veya gerçekten nefsini kusurlu ve emmare görmesinden mi nefsini bu kadar itham ediyor? Bu nafsini itham etmesi sadece bir tevazu mudur?

Tarih: 27.06.2009 00:00:00

Ek Cevap

 

Üstad Hazretleri, böyle anlarda nefsini nasıl görüyorsa öyle konuşuyor. Yani sırf tevazu için yapmacık ifadeler değil bunlar. Yalnız hakikat noktasında şunu bilmek gerekir:

Böyle zatların şikayet ettikleri nefislerinin, hakiki nefs-i emmare olmadığını belki mecazi bir nefsi emmare olduğunu bizzat Üstad anlatır. O mecazi nefs-i emmare sayesinde nefisle mücahede ömür boyu devam edip manen yükselmeye vesile olmaktadır.

İkinci bir nokta ise, insanın Allah katındaki kıymeti, aczini fakrını kusurunu bilmek ve anlamakladır. Ubudiyetin esası bunlardır. Böyle ehl-i kemal insanlar kendilerindeki bütün kemalatı Allah'ın onlara giydirdiği ziynetli bir elbise gibi görürler. Bütün kusurlarını ise nefislerinin kusuru olarak algılar ve bu hissiyatla konuşurlar. Ayet-i kerime de zaten bize bunu emretmektedir. "Sana bir iyilik isabet ederse Allah'tandır. Bir kötülük isabet ederse nefsindendir."

Yani kısaca, bütün müslümanların ermiş de olsalar daima nefislerinin şerrinden sakınmaları ve kendilerini kusurlu bilmeleri kulluk vazifesinin temelidir.

Üstad hz. evliyalarda bulunan mecazî nefs-i emmareyi şöyle tarif eder:

“Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını (şikayetlerini) gördüm. Çok hayret ediyordum.

Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden (hilelerinden) başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden (devam ettiren) ve heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından (karışımından) çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı (sığınağı) bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden (arındırdıktan) sonra onun eski vazife-i seyyiesini (kötü vazifesini) gören ve mücahedeyi (nefisle cihad hizmetini) âhir ömre (ömrün sonuna) kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm.

Ve anladım ki, o mübarek zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor.

Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.” (Kastamonu Lahikası)


Etiketler

Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar