Arama sonuçları: 384 sonuç bulundu.

"Hem, anlarsın ki, şu fânî masnuât fenâ için değil. Bir parça görünüp, mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki, vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlûb bir vaziyet alıp; tâ sûretleri alınsın, timsâlleri tutulsun, mânâları bilinsin, neticeleri zaptedilsin. Meselâ, ehl-i ebed için dâimî manzaralar nesc edilsin, hem âlem-i bekâda başka gâyelere medâr olsun." izah eder misiniz?
Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydi...
Tabiat Risalesi’nin üçüncü muhalinde geçen, ''Sultan-ı Ezeli’nin hikmetinden gelen nizamat-ı kainatın MANEVİ KANUNLARINI birer MADDİ MADDE tasavvur ederek ve saltanat-rububiyetin KAVANİN-İ İTİBARİYESİNİ ve o Mabud Ezeli’nin şeriat-ı fıtriyye-i kübrasının MANEVİ ve yalnız VÜCUD-U İLMİSİ bulunan ahkamlarını ve düsturlarını birer MEVCUD-U HARİCİ ve maddi bir madde tahayyül ederek o İLM ve KELAMD...
"Ey arkadaş, şu هُدًى لِلْمُتَّقِينَ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir. 1. Bu cümlede “mübteda” mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden “mübteda” ile “haber” arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki “mübteda” hazf olmayıp haberin içerisine girmiş. Haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir. 2. 1 هَادِى yeri...
"Eğer sen vücûdundaki o zerreleri, Kadîr-i Ezelî’nin kanunuyla hareket eden küçük me’murları veya bir ordusu; veya kalem-i kaderin uçları; her bir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları; ve her bir zerre bir nokta olduğunu kabûl etmezsen; o vakit senin vücûdunda çalışan her bir zerreye öyle bir göz lâzım ki; senin mecmû‘-u cesedin her tarafını görmekle beraber, münâsebetdâr olduğun bü...
"İnsanda cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayâl, hâfıza gibi ma‘nevî vücûdlar da var." (Sözler, Otuz Birinci Söz, s. 251) cümlesinden mezkur letaifin müstakil birer vücudu olduğu anlıyoruz. Ancak birbirleri ile alakadarlıkları noktasında ruhun birer cihazı, ruha takılmış birer latifeler olduklarını ifade eden bir ibare risalede mevcut mudur? 
Tabiat Risalesi'nde geçen şu suali nasıl anlamalıyız? "Bazı esbab,cüziyyatın bazı ubudiyetlerine merci olsa o mabud-u mutlak olan zat-ı vacibül vücuda müteveccih zerrattan seyyarata kadar mahlukatın ubudiyetlerine ne noksan gelir?''
Üstadın, Sözler Lemalar gibi eserleri talebelerine yazdırdığını biliyoruz. Peki Şualarda, mahkemede cereyan eden hadiseleri kim yazmış? Çünkü birinci ağızdan anlatılıyor. Mahkeme zabıtlarının derlenmesiyle mi vücuda gelmiş? Üstad mı istemiş?
Bigbang teorisine göre milyonlarca yıl önce evren tek bir noktadan genişlemeye başladı ve trilyonlarca parça ( yıldız, gezegen vs.) evrenin çeşitli noktalarına konumlanmış oldu. Dünya ise bu etrafa dağılan trilyonlarca parçadan sadece bir tanesiydi ve bizim dünyamız yaşama elverişliydi. Dolayısıyla bizim dünyamızda yaşam başladı. Şimdi sorum tam olarak şu: Biz Müslümanlar olarak hep deriz. (Örneği...
2. Lem'a'da geçen “Yeknesak, istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücûddan ziyâde, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.” Cümlesini izah edebilir misiniz?