İlgili kısım Risale-i Nur'da şöyle geçmektedir:
O Sultân-ı Ezelî’nin hikmetinden gelen nizâmât-ı kâinâtın ma‘nevî kanunlarını birer maddî madde tasavvur ederek; ve saltanat-ı rubûbiyetin kavânîn-i i‘tibâriyesini ve o Ma‘bûd-u Ezelî’nin şerîat-ı fıtriye-i kübrâsının ma‘nevî ve yalnız vücûd-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düstûrlarını, birer mevcûd-u hâricî ve maddî bir madde tahayyül ederek; kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücûd-u ilmîsi bulunan o kanunları ikāme etmek ve ellerine îcâd vermek sonra da onlara ‘tabiat’ nâmını takmak; ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbâniye olan kuvveti, kudret ve müstakil bir kadîr telakkî etmek, misâldeki vahşiden bin def‘a aşağı bir vahşettir.1
Burada, bazılarının tabiat kanunları dedikleri, aslında Allah’ın kâinatta görünen yaratma kanunlarının özelliklerinin ne olduğu anlatılmaktadır ve özet olarak, yaratanın, iş yapanın kanunlar değil Allah olduğu izah edilmektedir.
Manevi Kanunlar
Kanunların maddi varlıkları yoktur. İlimde ve akılda mana olarak bulunan kavramlardır. Yani ortada bir iş faaliyet var ama görünürde o işi yapanın maddi vücudu yok.
Maddî Madde
Maddeten, yani en boy ve hacim olarak âlemde bir yer işgal eden nesne demektir. Kanunlar böyle bir nesne, ya da enerji değildir.
Kavanin-i İtibariye
İtibarî kanunlar demektir. Aslında maddi olarak var olmadığı halde var gibi itibar olunan var saydığımız kanunlar demektir. Kanunlar itibarî emirlerdir; ilmî vücutları var, haricî vücutları yoktur. Yani kanunlar, sadece zihnen ve manen varlığı olan itibarî emirlerdir; dış dünyada somut bir varlık olarak bulunmazlar. Meselâ yerçekimi kanunu bir “yazılı nesne” değildir, fakat etkisi gerçek olup cisimleri yere çeker.
Şerîat-ı Fıtriyye-i Kübrâ
Allah’ın iki şerîati vardır. Biri insanların hayatını düzenleyen İslâm şerîatidir. Diğeri bütün kâinatı düzenleyen büyük şerîatidir. Evrendeki bütün olaylar, oluşumlar, bu büyük yaratma kanunları ile olur. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi fen bilimlerinin evrende tespit ettiği kanunlar Allah’ın kâinattaki icraâtlerini düzene koyduğu kanunlardır.
Manevî ve Yalnız Vücud-u İlmisi Bulunan Hükümler
Allah’ın büyük yaratılış kanunları manevidir ve yalnız ilmî vücutları vardır. Yani bunlar mânâ olarak bulunan ilmî varlıklardır, âlemde bir yer işgal etmezler, Allah’ın ilminde ve insanların zihinlerinde bulunurlar.
Mesela, bulunduğumuz evde desek ki, “bundan sonra yemek şu saatte yenecek ve şu saatte yatılıp şu saatte kalkılacak ve buna kesinlikle uyulacak” deyip bir günlük program yapsak bu bir kanun sayılır. Fakat bu kanun hiçbir yerde maddi olarak bulunmadığı halde, manevî ve ilmî olarak sadece ev halkının zihinlerinde bulunur. İşte böyle maddi varlığı olmayan ilmî kavramlara mevcûd-u ilmî ya da vucud-u ilmî denilir.
Mesela, yerçekimi kanununun hakiki, maddî bir varlığı yoktur. Ama ilimde ve zihinde böyle bir kavram vardır. Yalnız burada kanun ile kanunun icra edildiği fiilleri karıştırmamak gerekir. Mesela, yerin bir elmayı çekip ağaçtan düşürmesi fiili kanun değildir, kanunun icra edildiği bir iştir. Kanun ise, yerin hangi düsturlarla çekeceğini anlatan bir kavramdır.
Mevcûd-u Hâricî
Bu ise vücud-u ilmînin tam tersidir. Yani yalnız ilimde değil, ilmin dışında da âlemde bir yer işgal eden varlık demektir. Kanunlar mevcud-u haricî değildir, yalnız vücud-u ilmîleri vardır. Meselâ bir ağaç mevcûd-u hâricîdir; çünkü dış dünyada somut olarak vardır, fakat kanunlar böyle değildir, sadece vücud-u ilmî olarak bulunurlar.
Kanunların İlim ve Kelâmdan Gelmesi
Bütün kanunlar Allah’ın ilmindedir ve Allah bu kanunların bu şekilde olmasını kelâm sıfatıyla “ol” emriyle de ifade etmiştir. Yani, “yer böyle çeksin, güneş şöyle ısıtsın, atomlar şu tarzlarda birleşip ayrılsın” gibi emirlerle kelâm sıfatıyla emretmiştir.
Yalnız Allah’ın kelâmını insanın kelâmıyla aynen kıyaslamak bizi yanlış neticelere götürür. Çünkü onun kelâmı ezelidir ve diğer sıfatları gibi onun zatının ne aynısı ne gayrısıdır, zatından ayrılıp kâinata doğru giden bir ses asla değildir. Allah’ın zatında olan bu kelama, âlimler kelam-ı nefsî demişlerdir.
Netice olarak Bediüzzaman Hazretleri bu kısımda şu hakikati anlatmaktadır:
Kâinattaki kanunlar, yapan değildir, Allah’ın yaratırken takip ettiği kendi hikmetli âdetleridir. Bu kanunların böyle olmasını dilemiş ve kelâmıyla emretmiştir. Bu kanunlar maddi varlıklar değildir. Allah’ın ilminde olan manevî varlıklardır. İnsanlar ise Allah'ın ilminde böyle kanunların bulunduğunu etraflarında cereyan eden yaratılış hadiselerindeki düzenden ve hep aynı şartlarda aynı tarz yapılmasını görmekle anlarlar. “Demek ki yaratıcının kendine ait bir yaratma düzeni vardır” diye fark ederler.
Fakat maalesef, bazı insanlar da etraflarındaki bu düzenin bir kanuna dayandığını fark edip Allah’a vermek yerine bu kanunların kendiliğinden var olduğunu ve âlemin düzen ve ahengini bu kanunların sağladığını zannederler.
Halbuki yalnızca ilmî olarak var olan kanunların âlemde maddi işler yapması, etkide bulunarak eşyayı düzene sokması aklen imkânsızdır. Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak, evde koyduğumuz program kendiliğinden evi düzene sokabilir mi? Maddeten var olan, bilgi ve kuvveti bulunan bizler o programı uygulamadıktan sonra, mânâ ve kavram boyutunda ve yalnız zihnimizde bulunan o ilmî program ev işlerini asla düzene sokamaz. Çünkü zihinde varsa da evin içinde maddi olarak yoktur.
Aynen bunun gibi âlemdeki kanunlar da âlemin içinde bulunan maddi varlıklar değildir. Yalnız ilmî, itibari varlığı bulunan ve gerçek maddi varlığı olamayan, âlemde yer kaplamayan, hatta enerji olarak dahi bulunmayan bu kanunlar, âleme etki etme kabiliyetinden yoksundurlar.
Öyleyse o kanunları kendine âdet edinmiş olan Allah’tan başka kimse şu âlemdeki düzeni ve yaratmayı sağlayamaz. Şunu da unutmamak gerekir ki, Rabbimiz Allah her daim bu kanunlarla iş görmez. Zira kendi kuyduğu kanunlara uyma zorunluluğu yoktur. Tıpkı mucize ve kerametlerde olduğu gibi. Neyi nasıl dilerse öyle yaratır.
Sonuç olarak, kâinatta gözlenen düzeni sağlayan şey “kanunlar” değildir; kanunlar sadece Allah’ın ilminde bulunan manevî esaslardır. Bunların maddî varlıkları veya iş yapma güçleri yoktur. Fiilleri yaratan yalnız Allah’ın kudretidir. İnsanlar ise bu düzenli yaratılışı görünce, Allah’ın hikmetli bir yaratma tarzı olduğunu anlarlar. Kanunları yaratıcı yerine koymak, maddî varlığı olmayan bir kavrama ilâhlık vermek kadar aklen tutarsızdır.
Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 195-196.

