14 yaşlarındaki bir tanıdığım, belki liseye geçiş sınavının etkisiyle belki de ergenliğin etkisiyle yaşadığı sıkıntılardan ve stresten dolayı ciddi imanî sorgulamalar içerisinde. "Ben insan olmayı tercih etmedim, yokluğu veya ölümü isterim. Artık hiçbir şey umrumda değil." gibi cümleler kuruyor. Hayattan bezmiş bir durumda henüz bu yaştayken. Ona çok şeyler anlatmaya çalıştım. Her konuşmanın sonunda bir nebze rahatlıyor fakat hâlâ o enkazın altında olduğu aşikar. Onun bu sorgulamalarına nasıl yaklaşmalıyız ve bu tarz sorularının cevabı nedir?
Günümüzde televizyon, internet, sosyal medya vb. ortamlarda gezinen gençliğimiz, bu tür ortamlarda dinle ilgili birçok yorum, bilgi ve sorularla karşı karşıya kalmaktadır. Üzülerek görüyoruz ki imanî/İslamî bir birikimden yoksun olan gençlerimiz, Kur’ân ve sünnet ışığından mahrum olan bazı sapkın fikir akımlarını kendilerine yol edinmektedir ve bu sapkın felsefî fikir akımlarını sağlıklı bir şekilde yorumlayamamaktadırlar. Aile, okul ve çevrede kendisini aydınlatacak, kafasında beliren sorulara cevap verecek kişiler de yoksa gençlerimizin imanları zedelenmekte ve İslâmiyet’i doğru bir şekilde öğrenmekten ve yaşamaktan uzak kalmaktadırlar.
Bu durumda bizler, gençlerden gelen bu sorulara açık olmalı, onları anlayışla karşılamalı, onlara Kur’ân ve sünnet ışığında doğru cevaplar vermek için çaba göstermeliyiz. Sorulan sorulara “Böyle soru olmaz.”,” Küfre düşersin.”, “Nereden duyuyorsun bu saçma şeyleri?” gibi ifadelerle muhatabımızı susturmak hem ilmî bir yaklaşımdan uzak hem bizim için mesuliyet getiren bir durum olmuş olur. Bize düşen o kardeşimizi sabırla dinlemek, neye ihtiyacı olduğunu bilmek ve anlayışla o sorulara ikna edici tarzda cevap vermektir.
Bu tarz soruların cevaplandığı muteber kaynaklar çok miktarda bulunmaktadır. Onlardan istifade edilebilir. Sitemizde de çoklukla bu tarz konuların izahı bulunmaktadır. Ehl-i iman gençlerden oluşan bir arkadaş çevresi olursa, kardeşimiz daha rahat edecektir. Yaşı itibariyle ergenliğe geçiş döneminde olduğundan bu tarzda kendisini, dünyayı ve Rabbimizi sorgulayıcı yaklaşımları oldukça normaldir. Yeter ki doğru yönlendirme yapılabilsin. Bu arada genç kardeşimizin, ehl-i ilim bir kişi ile yüz yüze görüştürülmesinde de çok fayda olacaktır.
Sorunuzun cevabına gelecek olursak;
“Biz yaratılırken bize insan olmak ister misin, bu imtihanı kabul ediyor musun diye bir şey sorulmadı. Sorulsaydı belki ben kabul etmeyecektim.” Diyenlere kısaca şöyle bir cevap verebiliriz.
Allah âlemlerin Rabbi ve her şeyin yaratıcısıdır. İnsan Allah’a karşı hesap soracak makamda değildir. İnsanın yaratıcısı ve sahibi O'dur. Bunun neticesi olarak insanın Allah’a karşı bir itiraz etme hakkı olmadığı gibi, bunun kendisine zarardan başka hiçbir faydası olmaz.
Ayrıca bu soru kendi içinde birçok çelişkileri içinde barındırıyor. Farazi olarak düşünelim; eğer sorulacak olsa idi, herhalde yaratılmazdan önce sorulması mümkün değil. Çünkü olmayan birine nasıl sorulacak.
Geriye tek şık kalıyor o da dünyaya geldikten sonra sormak. O da ancak çocukken değil, akıl bâliğ olduktan sonra sorulması gerekir. Bu durumda bir insana sorulsa ve denilse ki, “Allah seni ebedi bir saadeti kazandıracak bir imtihan için yarattı. Lakin o ebedi saadet için bu dünyadaki imtihanın hafif meşakkatini çekmen gerekiyor. Eğer kabul etmezsen yaratılış hikmetin iptal olacağı için yok edileceksin!”
Acaba hangi insan “beni yok edin, ben bu imtihanın yükünü çekemem” diyecektir. Bazı insanların bunalıma girerek intihar edip adeta yokluğu seçmeleri bizi aldatmasın. Çünkü onlar başka sebeplerle intihar ediyorlar. Hiç kimse “ben bu imtihana dayanamıyorum” deyip intihar etmiyor.
Diğer bir nokta; var olmak, yaşamak o kadar büyük bir nimettir ki, hiçbir kimse gerçekten yokluğa gidip bu nimetten ebediyen mahrum kalmayı göze alamaz. İntihar edenler ne yaptıklarının ve nereye gittiklerinin farkında olmadıkları için bunu yapıyorlar.
Bediüzzaman Hazretleri yokluğa gitmenin ne manaya geldiğini ve eğer insan anlasa nasıl şiddetle ondan kaçacağını kendi yaşadığı tecrübesiyle şöyle anlatır:
“Bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra yokluğa ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, ebedi fakat sıradan ve meşakkatli bir varlığı mı istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "Ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.”[1]
İnsana böyle bir sorunun sorulmasını imkânsız kılan diğer bir nokta da imtihan sırrının bozulmaması gereğidir. Çünkü diyelim ki, aklı başına gelince insanlara böyle bir teklif yapılıyor. Bu teklifi kim yapacak? Etrafımızdaki sıradan insanlar yapsa, kimse onlara inanmaz ve dinlemez. İkna edici olması için en azından gökten meleklerin inip onların sorması gerekir. Bu takdirde ise imtihan bozulmuş olur. Çünkü dünyadaki imtihanın başı zaten Allah, ahiret ve melekler gibi gözümüzle göremediğimiz varlıkları, aklımızla görerek kabul etmektir. Eğer imtihanın daha başında, insan meleklerle görüştürülerek başlasa bu insana aklını kullanarak değil, zorla iman ettirilmiş olur. Böyle bir imanın kıymeti yoktur. Mesela haşir günü ahiretin, meleklerin varlığını her kes görecek ama bu imanın kimseye bir faydası olmayacaktır. İmtihan sırrı akla kapı açılmasını fakat iradenin elden alınmamasını gerektirir.
İnsan her ne kadar akıl sahibi ise de yaratılıştaki bütün hikmetleri kavramaktan ve kendisinin lehine ya da aleyhine olan şeyleri tamamen görmekten uzaktır. Bu sebeple, insana imtihanının sorulmaması meselesi biraz ana-baba ile evlatlar arasındaki duruma benzer. Onlar evlatlarına pek çok meseleyi sormazlar. Çünkü ana-baba bilir ki o meselelerde evladının kesin menfaati vardır. Mesela, “Evladım istersen seni okula yazdıralım, istemiyorsan sen bilirsin. Karar senin…” diyen olmaz.
İşte bu imtihan meselesi de insanların ebedî bir cenneti kazanmaları ve yaratılmışların en seçkinleri olmaları için önlerine açılmıştır. Kendilerinden istenen imtihan meşakkati kaldıramayacakları bir yük olmadığı gibi, neticedeki kazançları ise sonsuzdur. Böyle mutlak bir maslahat ve fayda, insanın iradesine bırakılmaz.
Son olarak, insanın yaratılmasındaki gayelerden bir tanesi insanın şahsına baksa bile binlercesi yaratıcısının yüce gayelerine bakar. Aciz ve cahil bazı kulların hatırı için bu imtihan yapılmasa pek çok cihetlerle Allah’ın hikmetlerine zıt bir hareket olurdu. Allah u Teâlâ insanların mantıksız, böyle hevaî arzularına uymaktan münezzehtir. Buna işaretle bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Eğer hak, onların hevâlarına (nefislerinin arzularına) uysaydı, elbette gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulup giderdi.”[2]
Yani kısacası, bu kâinat ve onun meyvesi olarak yaratılan insan ve onların imtihanı insanların nefsanî arzularına bakılarak düzenlenecek olsa idi, kâinatın yaratılmasındaki bütün hikmetler bozulur, abesiyete ve faydasızlığa dönerdi. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.