Soru

Üstad ve Siyaset

Üstad Bediüzzaman'ın siyasete bakışı nasıldı?

Tarih: 20.12.2009 00:00:00
Okunma: 9835

Cevap

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN SİYÂSETE BAKIŞI

Rabbimiz, Hâlıkımız her yüz senede dinini tecdid ederek kuvvetlendirecek bir müceddidi göndereceğini Resûlü (asm) vasıtasıyla  bizlere müjdelemiştir. İmam-ı Gazalî (ra), Abdülkâdir Geylanî (ra), İmam-ı Rabbanî (ra), Mevlâna Celaleddin-i Rûmî (ra), Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî (ra) gibi mümtaz şahsiyetler Allah’ın dinini yine Efendimiz (asm) zamanındaki canlılığına ve parlaklığına kavuşturmak gayesiyle gönderilmişlerdir. Bu vazifeli zatlar geldikleri asrın ihtiyacına uygun hizmet usülleriyle insanlara Cenab-ı Allah’ı, Kitabullah’ı, Resûlullah’ı tanıtıp sevdirmeye çalışmışlardır. Dine kendilerinden ve yeniden bir şey karıştırmadan dinin ahkâm ve esaslarına ve Peygamberimizin (asm) sünnetlerine harfiyyen ittibâ ederek islâma hizmet etmişlerdir. Doğru islâmiyeti ve islâmiyete layık doğruluğu kendi üzerlerinde göstererek o asrın insanlarına rehber ve mürşid olmuşlardır. Bediüzzaman Hazretleri de ahir zaman müslümanlarının imdadına gönderilmiş bu mümtaz şahsiyetlerden biridir. Bediüzzaman Hazretlerinin siyâsete karşı durumunu ve duruşunu değerlendirirken bu asrın müceddidi olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerektir.

HANGİ SİYÂSET?

Öncelikle belirtmeliyiz ki bizim konumuz olan ve Bediüzzaman Hazretleri’nin meşgûl olmadığı siyâset, iktidâr, makam ve liderlik mücâdelesi anlamındaki siyâsettir. Bir de İmam-ı Gazali (ra)’ın, “Beşeriyeti ıslâh ile dünya ve ahirette, selâmete ulaştıracak doğru yolu göstermek”  diye tarif ettiği siyâset vardır ki; İmam-ı Gazali Hazretleri bu siyâsetin en üstün mertebesini Peygamberlerin, sonra Raşid Halifelerin, sonra Peygamber vârisi olan âlimlerin yaptığını ifade eder. Zaten Bediüzzaman Hazretleri de bu ulvi manadaki, sanatların en şereflisi diye vasıflandırılan, peygamber vârislerinin yaptığı siyâseti yapabilmek için, iktidâr ve makam ve liderlik mücadelesi anlamındaki siyâsetle iştigal etmemiştir. Efendimiz (asm)’ın bu asırdaki vârisi olan Üstad Bediüzzaman, zamanımızda ne şekilde bir hizmet edileceğini, hizmet yaparken nelere dikkat edilmesi gerektiğini, kime nasıl davranılacağını en güzel kendi hayatında göstererek Kur’ân’a ve Resûlullah (asm)’a güzel bir ayine olup, bütün insanlığa dünya ve ahirette kurtuluşa ve selâmete ulaşmalarını sağlayacak doğru yolu biiznillah göstermiştir.

ESKİ SAİD VE SİYÂSET

Bediüzzaman Hazretleri Eski Said döneminde siyâsetle meşgûl olmuştur. Ancak bu meşgûliyet dinin siyâsete alet edilmesi şeklinde değil siyâsetin eğer mümkünse dine alet ve vesile olması şeklinde gerçekleşmiştir. Üstâd “Dinin bir hakikatını bin siyâsete tercih ederim”  diyerek ve “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinâyettir”  diye haykırarak bütün kuvvetiyle siyâseti islâmiyete hizmetkâr bir alet ve araç yapmaya çalışmıştır. Bediüzzaman Hazretleri hayatı boyunca, “Menfaat üzerine dönen siyâset canavardır.”  dediği günümüzdeki siyâsetle meşgûl olmamıştır. Yine tarafgirliği netice veren, meleği şeytan, şeytanı melek gösteren, cemaatin selâmeti için ferdi fedâ eden, zulme ve iftiraya dayalı siyâsete, hiçbir zaman taraftar olmamıştır. Yeni Said döneminde ise siyâset aleminden kendisini Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinin şiddetli bir surette men’ ettiğini söyleyerek  siyâseti bırakmıştır.

NİÇİN SİYÂSETLE MEŞGÛL OLMUYORUZ?

Bediüzzaman hazretleri’nin ve talebelerinin siyâset yoluyla hizmet etmemelerinin başlıca sebebleri şöyle sıralanabilir;

1.Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle meşgûl olmamasının en mühim sebeplerinden bir tanesi Kur’ân’ın elmas gibi ulvi hakikatlarının insanlar nazarında siyâset propagandası zannıyla cam parçaları kıymetine düşmesi tehlikesidir. Eğer îmân hakikatları siyasî bir kimlik veya siyasî bir bayrak altında anlatılsa muhâtap insanlarda “Acaba beni kendi siyasî fikrine çekmek için mi bunları anlatıyor?” düşüncesi uyanır. Ve muhâtap üzerinde o hakikatlar tesirini ya göstermez veya az gösterir. Neticede Kur’ân’ın elmas gibi yüce hakikatları cam parçaları derecesine düşürülmüş olur.

2.Bediüzzaman Hazretleri siyâseti iktidâr ve gücü topuza benzetir. Bu münasebetle gaflet veya dalâlet bataklığına düşmüş ve kendisini kurtaracak bir el arayan, îmân ve Kur’ân’a muhtaç bir insanı o bataklıktan kurtarmak niyetiyle yaklaşırken bir elde nur, bir elde topuz tutulmaması gerektiğini beyân eder. Çünkü îmân ve Kur’ân’a muhtaç bir insan “Acaba nurla beni kendine yaklaştırıp, topuzla dövmek mi istiyor?" diye telaş ve evhâm edebilir. Yine bu zamanda müslümanların karşı karşıya olduğu en mühim tehlike, bilim ve felsefeden gelen bir dinsizlikle kalplerin bozulması ve îmânın zedelenmesi tehlikesidir. Bu tehlikeden kurtulmanın tek çaresi de nurdur. Nur, samimiyetle ve hakkıyla gösterilmelidir ki kalpler ıslâh olsun, îmânlar kurtulsun. Eğer siyâset ve güç topuzuyla hareket edilse hatta galip de gelinse küfür kalplerde saklanır ve asrın dinsizlik tehlikesiyle kafir olmuş bu insanlar, münafık derecesine inerler. Halbuki münafık kafirden daha fenâdır ve tehlikelidir. O yüzden siyâset topuzu bu dinsizlik tehlikesi karşısında kalpleri ıslâh edemez.

3.Îmân ve Kur’ân hakikatlerinin bir mal-ı umumi olması Bediüzzaman Hazretleri’ni siyâsetten men etmiştir. Çünkü Risale-i Nur mesleğinde “siyasî görüşü ne olursa olsun bütün mü’minler kardeştir“ düşüncesi esastır. Her insan îmân hakikatlarına muhtaçtır. Risale-i Nur’dan istifade maksadıyla gelen bu muhtaçlara karşı aynı yakınlığı, aynı muhabbeti gösterebilmek için herhangi bir siyasî partinin veya düşüncenin taraftarı olmamak gerektir ki her gelen kişi ürkmeden, çekinmeden elimizdeki îmân hakikatlarından istifade edebilsin. Bediüzzaman Hazretleri bu noktaya şöyle temas eder: “Nur şakirdleri, hiç siyâsete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki îmân, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü'minlerin uhuvveti esastır.”  Yine bu konuda şöyle der: “Îmân dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyâset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur'u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyâset topuzuna el atmadılar.”

4.Risale-i Nur talebeleri ihlâs ve uhuvvet mesleği münasebetiyle tarafgirlik ve rekâbetten uzak durmalıdırlar. Halbuki siyâsetle meşgûl olmak buna engeldir. Siyâsete giren bir kişi ister istemez muhabbet ettiği siyasî düşünceye ve o siyasî düşüncenin liderine taraftar olur. Taraftar olduğu siyasî düşünce ve liderin İslam’a uygun olmayan ama o anki siyâsete ve vaziyete uygun görülen bazı hallerini kendince te’vil etmek durumunda kalabilir. Ondandır ki tarafgirâne siyâsetin meleği şeytan, şeytanı melek gösterir derecede rızâ-yı ilâhiden ve kabul-ü rabbâniden uzaklaşması Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetten çekilmesinin diğer bir sebebi olmuştur. Bu noktaya bizzat müşahede ettiği bir olayla Üstâd Hazretleri şöyle temas eder: “Bir zaman garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki ilim sahibi dindar birisi siyasî noktada kendisine muhalif bir salih alimi küfürle itham eder derecede küçük düşürdü. Ve kendi siyasî fikrinde olan bir münafığı hürmetle methetti. İşte siyâsetin bu fenâ neticelerinden ürktüm ve siyâsetten çekildim.”  Yine kendisinin şahid olduğu başka bir olay da şöyledir: “Eski Said gördü ki bir salih alim kendi siyasî düşüncesindeki bir münafığı hararetle övdü ve siyâsetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve fasıklıkla itham etti. Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin siyasî fikrine muhalif bir melek olsa lanet edeceksin. Bunun için Eski Said "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase" dedi ve siyâseti terk etti.

5.Fani, dünyevî siyâsetle meşgûl olmanın kişiyi ehemmiyetli uhrevî hizmetlerinden geri bırakması ve çekici siyasî olayları takip ederken tarafgirlik meyliyle zâlimlerin zulmüne ortak olma tehlikesi, Üstâd Hazretleri’ni siyâsetten uzaklaştırmıştır. Bu konuyla ilgili olarak kendisi şöyle der: “Bu dünya fânidir. En büyük dava, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, davayı kaybeder. Hakikî dava budur. Bunun haricindeki davalara karışmak zararlıdır. Siyâsetle meşgûl olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır."  Yine bu konuda şöyle der: “Dünya siyâsetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgûl eder; hakikî ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır; hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zâlimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur”

6.Siyâsetle meşgûl olmanın islâmiyet hakikatlarına ihlâsla ve samimiyetle hizmet etmeye engel teşkil etmesi, Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsete karşı alakasız olması neticesini vermiştir. Bu konuyla ilgili olarak Risale-i Nur’da şu ifadeleri görüyoruz: “Risale-i Nur'un bu kadar muarızlarına mukabil en büyük kuvveti ihlâs olduğundan ve dünyanın hiçbir şeyine âlet olmadığı gibi, tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara, hususan siyâsete temas eden cereyanlarla alâkadar olmaz. Çünki tarafgirlik damarı ihlâsı kırar, hakikatı değiştirir.”

7.Îmâna ve Kur’ân’a hizmetin herşeyin üzerinde olması hakikatı Bediüzzaman Hazretleri’ni siyâsetle meşgûliyetten men etmiştir. Bu konuda kendisi şöyle der: “Îmân hizmeti, îmân hakaiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi' ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i îmâniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi' veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'ân-ı Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyâseti yasak etmiş.”

8.Bediüzzaman Hazretlerinin siyasî sahaya girmemesinin bir diğer sebebi de siyâsetle meşgûliyetin insanın aklını geveze edip selâmet-i kalbini, hüsn-i niyetini, istikâmet-i fikrini bozmasıdır. Üstâd bu konuda şu çarpıcı ifadeleri kullanır: “Geniş ve câzibedar siyâset boğuşmalarına dikkat eden, bazen kapılır; vazifesini yapamadığı gibi, selâmet-i kalbini ve hüsn-i niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetindeki ihlâsını kaybeder. Kaybetmese de o itham altında kalabilir.”  Ve şöyle bir tavsiyede bulunur: “Bu zamanda siyâset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen âdem, siyâseti bırakmalı.”

9.Risale-i Nur’un meslek esaslarından olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdân düstûrları ve toplumun her bir ferdinin hukukunu düşünme sorumluluğu Üstâdı ve talebelerini siyâsetten men’ etmiştir. Çünkü, toplumda tokadı ve belayı hak eden ve tam bir küfre düşmüş bir iki dinsize mukabil yedi-sekiz çoluk-çocuk, hasta, ihtiyar ve masumlar bulunur. Siyâset yüzünden musibet ve bela gelirse o bîçareler de haksız yere yanarlar. Şimdiki siyasî tarafgirlik hissi öyle zalimdir ki bir cani yüzünden onun akrabasına, köyüne, şehrine ve hatta ülkesine düşmanlık edilebilmektedir. Halbuki islâmiyette bir ma’sûmun hakkı yüz câni için bile olsa fedâ edilmez. O câniler yüzünden ma’sûma zulmedilmez. Hem siyâsetle istenen ve beklenen neticenin gerçekleşmesi de şüpheli olduğu halde, toplum hayatına zarar verecek menfî, hevesî siyasî hareketlerde bulunmak doğru değildir.

10.Üstâdın daha 1911’li yıllarda teşhis ve tespit ettiği, alem-i islâmın altı hastalığından biridir dediği, doğruluğun toplumdaki siyasî hayatta ölmesi hastalığı, Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle meşgûl olmamasının diğer bir mühim sebebidir. Kendisi bu konuda “Siyâsetin çoğu yalancılık”  ifadesini kullanır ve “Asr-ı Saadetteki inkılab-ı azîm, sıdk ile kizb, îmân ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyâset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenâlık ve yalancılık bir derece meydan aldı.”  şeklinde bu hastalığın vahim sonuçlarından bahseder.

11.Maalesef, bu zamanda Allah için sevmek, Allah için buğzetmek anlamındaki “Elhubbu fillah, ve’l buğzu fillah” Rahmânî düstûrunun yerine siyâset için sevmek, siyâset için düşmanlık etmek manasındaki “Elhubbu fissiyase, ve’lbuğzu lissiyase” şeytanî düstûru hâkim olduğundan dolayı Bediüzzaman Hazretleri siyâsete uzak durmuştur. Çünkü bu bozuk anlayıştan ötürü kişi, kendi siyasî görüşünü paylaşmayan mütedeyyin bir din kardeşine düşmanlık edip, kendi siyasî düşüncesindeki şeytan ahlaklı bir siyâset arkadaşına muhabbet ve taraftarlık gösterebilir. Onun zulmüne ses çıkarmayıp, zulmüne manen şerik olabilir. Halbuki İslâmiyette bir müslüman bir müslümanı sadece ve sadece Allah rızası için sever, insanlara da ancak Allah’ın düşman olduğu noktalarda düşmanlık edebilir. Bir müslümanın düşmanlığının sınırlarını belirleyen yine Kur’ânî ve Rahmânî düstûrlardır.

12.İnsana, dünyaya gönderiliş gayesini ve ahireti unutturacak, kula gaflet vererek kulun manevîyatını dünyaya boğduracak, en geniş ve çekici dairenin siyâset dairesi olduğu düşüncesini taşıyan Bediüzzaman Hazretleri, siyâsetin bu tehlikesinden korunmak maksadıyla siyâsetten uzak durmuştur. Kendisi bu konuda şöyle der: “İnsana gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyâset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir îmân lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-i zulmette kalb boğulmasın, îmân sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.”

13.İslâmiyetin esaslarına hizmetkâr olarak Peygamberimiz (asm)’a vârislik gibi bir vazifede bulunan, güneş gibi îmânlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücâhidlerden ve selef-i sâlihînden başka siyâsetçilerin, çoğunlukla tam takvâ sahibi dindâr olamayacaklarını, tam ve hakiki dindâr takvâ sahibi olanların da siyâsetçi olmayacaklarını ifade eden Bediüzzaman Hazretleri bu noktayı şöyle açıklar: “Siyâseti asıl maksat yapanlarda din ikinci derecede kalır. Hakiki dindar ise bütün kainatın en büyük gayesi insanın Allah’a olan kulluğudur, anlayışıyla hareket ettiğinden siyâsete aşk ve merak ile değil ikinci, üçüncü mertebede siyâseti eğer mümkünse dine ve hakikate alet etmeye çalışabilir. Yoksa baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.”

14.Bediüzzaman Hazretleri’nin siyasî alemi bırakmasının mühim bir sebebi de günümüzdeki dünya siyâsetinin dizginlerinin ve uçlarının ecnebiler  elinde olduğu gerçeğidir. O, Sünûhât isimli eserinde bu konuda özetle şöyle der: “Biz burada kendi irademizle hareket etmiyoruz. Siyâsetin dizginleri Avrupa’nın elinde Avrupa oradan üflüyor, biz burada oynuyoruz. Avrupadan yapılan telkinlerle hareket ediyoruz.” Yine başka bir yerde de şöyle der: “Siyâsetin çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olma ihtimali var”  Evet Bediüzzaman Hazretleri siyâsete girmiş olsaydı başkalarının şeklini, kurallarını ve sınırlarını belirlediği bir oyunda bir figür veya bir oyuncu olacaktı. Halbuki günümüz siyâsetine girmeyerek, siyâset üstü bir konumda kalarak, siyâsetle elde edilebilecek netice ve gayelere siyâsetsiz bir şekilde ulaşmıştır. Bu dahi ayrı bir siyâset anlayışı olarak mütâla edilebilir.

15.Bediüzzaman Hazretlerinin siyâset yoluyla hizmeti tercih etmemesinin diğer mühim bir sebebi de davasını, harekâtını ehl-i dalâletin, dünyadaki hâkim cereyanların ve güç odaklarının etkisine kaptırmama ve onların uydusu durumuna düşmeme ferâsetidir. "Biz Risale-i Nur şakirdleri Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına belki kâinata da âlet edemeyiz.”  Diyen Sevgili Üstâdımız,   “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyâset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.”    İfadeleriyle bu noktanın önemini belirtir.

SONUÇ OLARAK

Bediüzzaman Hazretleri, “Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetinin, kendisini, siyâset aleminden şiddetli bir surette men’ ettiğini” söyleyerek siyâset yoluyla hizmet etmemiştir, siyâset ve partiler üstü bir konumda bulunarak, Allah’ın dinini bütün muhtaç müslümanlara ulaştıracak bir tarzda îmân ve Kur’ân’a hizmetkâr olmuştur. Hiçbir siyasî düşüncenin ve partinin aleti olmadan, yaptığı ihlâslı, lekesiz, safî hizmetle ve o hizmetin müşahhas meyveleriyle, en istikâmetli ve en doğru hizmetin nasıl olması gerektiğini bütün dünyaya göstermiştir, bu hakikata milyonlarca insan şâhiddir.

Ancak şunu da belirtmeliyiz ki; Bediüzzaman Hazretleri, “Kimse siyâsetle meşgûl olmasın, siyâsetle hiçbir hizmet olmaz” düşüncesinde de değildir. O yüzden siyâset yoluyla hizmet edecek insanlara da dini, siyâsete vasıta ve alet yapmamalarını, yalana, menfaate, iftiraya ve zulme dayalı siyâsetten kaçınmalarını, hakkın hâtırını yüksek tutarak hiçbir hâtıra fedâ etmemelerini, nefis ve şeytanın razı olacağı bir siyasî anlayıştan uzak, insanları dine soğutmadan, İslâmi ölçüleri muhâfaza ederek siyâset yapmalarını tavsiye etmiştir.


Etiketler

Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar