Tabiat risalesinde, "onlar (tabiatçiler) mesleklerinin iç yüzünü görmemişler" derken neyi kasdediyor?
"Her şeyi tabiat yapıyor düşüncesi" batıl bir felsefedir. Bu fikri savunanlar savundukları fikrin ne anlama geldiğini tam görmüyorlar.
Çünkü onların asıl derdi, varlıkları tabiatin yaptığını ispat etmek değil. Asıl dertleri, Allah'ın varlığını ve herşeyi O'nun yarattığını inkar etmektir. Minareyi çalan kılıfını hazırlar misali, dinsizliklerine bir kulp takmak için "tabiatçı felsefeye" sığınıyorlar.
Eğer, "ana karnında bir bebeğin yaratılması gerçekten tabiat kanunlarıyla ve kendiliğinden olabilir mi?" diyerek kendi kendilerini ikna etmek için kuvvetli ve kesin deliller aramaya kalksalar, bunun çok saçma ve akıl kabul etmez bir yol olduğunu göreceklerdir.
Mesela, tabiatçiler en çok canlıların evrim yoluyla ortaya çıktıklarını iddia ederler. Derler ki canlılık önce denizde başlamış, sonra kıyıya vuran balık benzeri bazı canlıların zamanla ayakları gelişerek, ciğerleri oluşarak karada yaşamaya başlamışlardır. İlk bakışta mantıksızlığı fark edilmeyen bu iddiayı gerçekten böyle olabilir mi diye hiç düşünmezler.
Halbuki bir an için bu hakikaten doğru olabilir mi diye düşünseler hemen şunu fark ederler:
"Biz diyoruz ki evrim uzun zaman içinde olan bir süreçtir. Bu hayvan kıyıda beklerken ciğerleri oluşuncaya kadar havasızlıktan nasıl ölmez? Bu çok saçma bir hayaldir, gerçekten böyle bir şey olamaz" demek zorunda kalırlar.
Ama asıl derdleri tabiati isbat etmek değil, Yaratıcıyı inkar etmek olduğundan bunun üzerinde kafa yormaktan kaçarlar.
Bediüzzaman Hazretleri Tabiat Risalesi'nde, Tabiatçi fikrin iç yüzünde olan saçmalıklara çok numuneler vermiştir. Mesela;
"Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelî'nin kanunuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları, herbir zerre bir nokta olduğunu kabul etmezsen;
o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebetdar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütün senin mazi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anasırının (unsurlarının) menbalarını ve rızkının madenlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhî kadar bir akıl vermek lâzım geliyor.
Senin gibi bu mes'elelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflatun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir!"