11. Lem'ada geçen, "Tabakāt-ı evliyâ içinde en parlağını ve en haşmetlisini ve en letâfetlisini ve en emniyetlisini, sünnet-i seniyeye ittibâı, esâs-ı tarîkat ittihâz edenleri gördüm." cümlesini nasıl anlamalıyız? Bazı evliyalar sünneti esas yapmamışlar mı?
Sıradan müminler dahi sünneti yaşamayı hayatlarının en mühim esası yapmaya çalıştıklarına göre, evliyaların, sünneti hayatlarının en büyük esası yapmamaları düşünülemez...
Öyleyse, risalede geçen "sünnet-i seniyeye ittibâı, esâs-ı tarîkat ittihâz edenler" cümlesini nasıl anlamalıyız?
Bu sualin cevabı, aslında cümlenin kendi içinde olduğu halde dikkatlerden kaçabiliyor. Hem tarikatin mahiyetinin bilinmemesi, dikkatlerden kaçmasına bir sebeb oluyor.
Dikkat edilirse, cümlede "sünneti, tarikatin temeli yapmak" diyor, "dini hayatın temeli yapmak" demiyor.
Sünneti hayatımızın temeline yerleştirmek noktasında bütün evliyalar aynıdır. Zaten başka türlü evliya olunamaz.
Fakat tarikatle nefis terbiyesinde ise, her tarikatin farklı metotları vardır. İşte bu metotlar, İmam-ı Rabbani (ks)'nun ifadesiyle, "tarikat pirlerinin hususi keşifleridir". Üstad Bediüzzaman da, "insan kabiliyetlerinin farklı renklerinin tarikat metotlarının çeşitlenmesinde etkisi olduğunu" söyler.
İşte her tarikatin kendine ait bu metotları oluşturulurken, bazıları, bütün metotlarını doğrudan sünnetten bulabilmiş iken, bazıları nisbeten o dereceyi yakalayamamışlardır. Metotlarını sünnete tatbik edebildikleri derecede parlamışlardır. Fakat bu metotların dışında herkesin muhatab olduğu sünnetlerde tarikatlerin farkları yoktur. Bütün ehl-i tarikat bu sünnetlere uyar.
Yani herkes, farzları, vacibleri, nafile ibadetleri sünnet üzere yaşar. Haramlara helallere sünnet üzere dikkat eder. Sünnet olan peygamber ahlakını yaşamaya gayret eder. Bunlarda bütün ehl-i iman gibi, bütün ehl-i tarikat de muhatabdır ve yaşarlar. Fark yalnız hususi terbiye metotlarında ortaya çıkar.
Tarikatin bilemediğimiz pek çok inceliklerini, her yönüyle sünnete dayandırabilmek zannedildiği gibi kolay bir şey değildir.
Nakşi Tarikatinin en büyük imamı ve ikinci bin yılın müceddidi olan İmam-ı Rabbanî Hazretleri bir mektubunda, tarikat metotları arasındaki bazı farklara şöyle temas eder:
"Hiç şüphe edilmeye ki: Onların (Nakşiler'in) tarikat esasları muhkemdir; vusul saraylarının binası dahi yüksek, kandilleri de aydınlıktır.
Bu zatlar, (tarikat metotlarından olan) raksı ve sema'ı ayakları altına almışlardır. Vecdi ve tevacüdü dahi işaret parmakları ile ikiye ayırmışlardır.
Başkalarının (diğer tarikatlerin) keşifleri ve müşahedeleri bunlara göre yabancı ve ağyar sayılır. Bilgileri ve tahayyülleri dahi nefye müstahaktır; şöhrete değil. (...)
Diğer tarikatlarda, nefy ve isbat zikri, müptedilerin haline münasiptir. Sırf isbat zikri olan Allah lâfzı ise, bundan sonra münasip düşer. Ta ki, isbat kelimesinin tekrarı ile keşfolunan müsbet için istikrar ve istimrar hasıl ola.
Bu büyüklerin durumuna gelince... tam onların aksinedir. Zira, evvelâ onda isbat vardır; bu isbatın nefyi dahi sonradan gelir." (Mektubat-ı Rabbani, 336. Mektub)