Hayrat Neşriyat meâlinde bu ayete, parantez içi tefsir açıklamalarıyla birlikte şu şekilde mana verilmiştir:
Hâlbuki dileseydik, herkese hidâyetini elbette verirdik; fakat (herkesi kendi irâdesinde serbest bırakarak) benden: “Cehennemi, bütün cinlerden ve insanlardan (emirlerime isyân edenlerle) muhakkak dolduracağım!” sözü hak olmuştur.1
Tefsirlerin beyanına göre bu ayette, Allah’ın hidayeti kulların iradesine tabi kıldığı bildirilmektedir. Yani Allah Teâlâ, kulun iman etmeyi kendi cüz’î iradesiyle dilemesinden sonra ona hidayet nasip eder. Büyük âlim Seyyid Şerif Taftazânî, imanı şöyle tarif etmiştir:
İman, kulun cüz’î iradesini kullanmasından sonra Allah’ın kalplere bıraktığı bir nurdur.2
Yukarıdaki ayetten anlaşıldığına göre, Allah dileseydi, kulların iradesine bırakmadan da herkese hidayet verebilirdi. Fakat o zaman imtihan sırrı ortadan kalkardı. Zira bu dünya, insanın kendi iradesiyle iman edip amel işleyerek kazandığı kıymeti gösterdiği bir imtihan meydanıdır. Eğer insan iradesiz bir şekilde hidayet edilseydi, imanın değeri ve mükafatı da ortadan kalkardı.
Ayrıca Allahu Teâlâ, ezelî ilmiyle kimin küfrü, dalaleti veya imanı seçeceğini önceden bilir. Fakat bu bilgi, zorlamayı değil, sadece ilm-i ezelîyi ifade eder. Allah kimseyi masum iken cehennemlik kılmamıştır. O sadece, kendi iradesiyle inkârı tercih edenlerin sonucunu ezelde bilmiş ve adaletle takdir etmiştir. Cenâb-ı Hak ayeri kerimede şöyle buyuruyor:
Rabbim ise kullara asla zulmedici değildir.3
Bediüzzaman Said Nursî, 12. Mektup’ta bu hakikati bilmana şöyle izah eder: Eğer Allah, bazı insanların cehenneme gitmemesi için imtihanı hiç açmasaydı, bu durumda insanlık tarihinde peygamberlerin, evliyaların, sadık müminlerin ortaya çıkardığı sayısız hayırlar da meydana gelmezdi. Halbuki bu mübarek zümrelerin ortaya çıkmasıyla, insanlık çok büyük bir değer kazanmıştır. Onların varlığıyla gelen hayırlar, inkârcıların sebep olduğu şerlerin çok üzerindedir. Bu sebeple ilahi hikmet, bu imtihan düzenini en uygun görmüştür.
Fıkıhta meşhur bir kaide vardır: “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl ihtiyar olunur.” Yani “çok hayırlara vesile olacak küçük bir şer, tercih edilebilir.” Kangren olmuş bir parmağı kesmek zahiren şer görünür; fakat bütün bedeni kurtardığı için hakikatte hayırdır.
Aynen bunun gibi, dünya imtihanında bir kısım insanların inkârı, çok sayıda insanın hidayet bulmasına, sabır ve şükürle kemale ermesine, peygamberlik ve velayet gibi en yüce makamların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu da Allah’ın adaletinin ve merhametinin ayrı bir tecellisidir.
Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın “Cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım” buyruğu, zulüm değil, ilahi adaletin bir sonucudur. Çünkü Allah kimseye hidayeti zorla vermemiş, kimseyi de zorla saptırmamıştır; herkes kendi iradesiyle yolunu seçmiştir.
Biz biliyoruz ki, Allah sonsuz merhamet ve adalet sahibidir. O’nun her hükmü hikmetlidir. Bizim sınırlı aklımızla her şeyi kavrayamamamız, o işte hikmet ve rahmet bulunmadığı anlamına gelmez. Nitekim Ziyâ Paşa da bu hakikati şu veciz sözle dile getirmiştir:
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez;
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.4
Öyleyse bu dünyada, anlamakta zorlandığımız ilahi takdirler karşısında kalbimizi bulandırmamalı, şeytanın vesveselerine kulak vermemeliyiz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin şu sözü ne kadar da güzeldir:
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sonuç olarak; Secde Suresi 13. Ayet, Allah’ın merhametinin yokluğunu değil, bilakis adaletle dengelenmiş bir merhametini gösterir. Çünkü Allah kullarını irade sahibi yaratmış, onlara yolu göstermiş ve tercih hakkı vermiştir. Bu iradeyi doğru kullananlar rahmetine, yanlış kullananlar ise adaletine kavuşurlar. Her iki durumda da O’nun fiilleri zulümden münezzeh, hikmet ve rahmetle doludur.
Secde, 32/13
Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid en-Nesefiyye, s. 128
Fussilet, 41/46
Harabat Mukaddimesi, Terkib-i Bend

