Hutbe-i Şamiye'de İslâm âleminin manevî hastalıklarından olan ye's yani ümitsizlik hastalığı ve reçetesi anlatılmaktadır. Bu konunun anlatıldığı 2. Kelime'yi kısaca izah eder misiniz?
Hutbe-i Şamiye'de geçen ilgili kısım şöyledir:
“İkinci Kelime: Ki, müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur: Yeis, en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâmın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki, bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umûmiyeyi bırakıp menfaat-i şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i ma‘neviyemizi kırmış, az bir kuvvetle îmândan gelen kuvve-i ma‘neviyeyi şarktan garba kadar istîlâ ettiği halde, o kuvve-i ma‘neviye-i hârika me’yûsiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esîr etmiş. Hatta bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve fütûrunu, kendi tenbelliğine özür zannedip, “Neme lâzım” der. “Herkes benim gibi berbaddır” diye, şehâmet-i îmâniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.
Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor. Biz de o kātilimizden kısâsımızı alıp öldüreceğiz. لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ kılıcıyla, o yeisin başını parçalayacağız. مَا لَا يُدْرَكُ كُلُّهُ لَا يُتْرَكُ كُلُّهُ hadîsinin hakîkatiyle, belini kıracağız inşâallâh.
Yeis, ümmetlerin, milletlerin ‘seretân' denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemâlâta mâni‘ ve اَنَا عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْد۪ي ب۪ي hakîkatine muhâliftir. Korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehâmet-i İslâmiyenin şe’ni değildir. Hususan Arab gibi, nev‘-i beşerde medâr-ı iftihâr yüksek seciyelerle mümtâz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metânetinden ders almışlar. İnşâallâh yine Arablar ye’si bırakıp, İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakîkî bir tesânüd ve ittifâk ile el ele verip, Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında i‘lân edeceklerdir.” (Mektubat, 431)
Bu kısımda, ümitsizliğin insana verdiği zararları, isti’dad ve yeteneklerine nasıl engel olduğu anlatılmaktadır. Ümitsizliğin dehşetli bir hastalık olduğu izah edilmektedir. Özellikle Müslümanların bu hastalığa yakalanmış olmaları ve neticeleri izah edilmektedir. Müslümanları sömürge haline getiren şeyin bu ümitsizlik hastalığı olduğu açıklanmaktadır.
Bu hastalığın ahlakı yok ettiği, yüksek himmet sahibi olması gereken Müslümanların himmetlerini şahıslarına çevirdiği ve bu ümitsizlik hastalığı neticesinde sadece kendi şahıslarını düşünmeye başladıkları ifade edilmektedir. Müslümanların manevi dayanak noktalarının bu hastalıktan dolayı kırıldığı açıklanmaktadır. Bundan dolayı Müslümanların batılılara esir ve sömürge haline geldikleri anlatılmaktadır.
Bu durum öyle bir hal almış ki; başkalarının tembellik gibi olumsuz hallerini Müslümanların kendilerine bahane yapmalarına sebep olduğu beyan edilmektedir. "Bende herkes gibiyim. Dünyayı ben mi kurtaracağım? Sen mi kurtaracaksın?" gibi Müslümana ve İslâmî düşünceye asla uymayan fikirlerin İslam aleminde yayılmasına sebeb olmuştur.
Halbuki Müslümanların “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz”[1] hakikatine dayanarak bu tarz olumsuz düşünce ve hallerden kurtulmaları ve intikamlarını almaları lazım gelmektedir.
“Bir şeyin tamamı elde edilmezse tamamı da terk edilmez”[2] esasını düstur edinmek gerekmektedir.
Bu esaslara dikkat edilmezse toplumların, milletlerin, ümmetlerin en dehşetli hastalığı olan ümitsizlik hastalığı onları mahveder, yutar ve bitirir.
Ümitsizlik korkak ve acizlerin işidir. Mümin Allah’ın rahmetinden ümit kesmez ve kesmemelidir. Dinen de caiz değildir. Zira ayet-i kerimede mealen “…Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kafir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.”[3] Buyurulmaktadır. Bu kelimede genel hatlarıyla bunlar izah edilmektedir.