Sünnet-i Seniyye Risalesi'nin Dördüncü Nüktesi'nde geçen, el mevtü hakkun hakikatini izah eder misiniz?
Bu söz ölüm haktır manasına gelir. Önemli olan, insanın nefsinin bu hakikati tam olarak kabul etmesidir. Hz. Üstad da orada bunu tam olarak anlamaktan kaynaklanan hislerini bizlerle paylaşıyor. Biz de bu hakikati ölümü çok düşünmekle tam anlayabiliriz. Az düşünmekle, ya da hiç düşünmemekle büyük bir hata yaptığımızın farkında olmamız lazım.
Halbuki peygamberimiz (asm), "Ölümü çokça hatırlayınız" diye bizlere emretmiştir. Ayet-i kerimede de Allahu Teala, "Bütün nefisler ölümü tadacaktır" ve "Sen de ölüsün, onlar da ölüdürler" buyurmuş, "Dünya hayatı ancak aldatıcı bir faydalanmadır" diyerek aldanmayıp ölüme hazırlıklı olmamız için dikkatimizi çekmiştir. Yine Peygamberimiz (sav), "Dünya sevgisi bütün hataların başıdır" buyurarak, kendimizi Dünya sevgisine kaptırarak ölümlü oluşumuzu ve ahiret yolcusu olduğumuzu unutmamamız gerektiğini ihtar buyumuştur.
Ölüme daima hazırlıklı olmamız gerektiğine işaret eden ayet ve hadisler saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bunların hepsinden istifade etmenin yolu, hadisteki ölümü çokça düşünme emrini hayatının şaşmaz bir prensibi yapmak ve her gün bunun için zaman ayırmak, hasta ziyaretlerine, cenaze ve defin merasimlerine, kabir ziyaretlerine gereken ihtimamı göstermektir ve bu konuda kitaplar okumak, sohbetlere katılmaktır.
Risale-i Nur'da, bizleri bu konuda ikaz eden çok güzel dersler vardır. Uzunca bir risale olan 26. Lema İhtiyarlar Risalesi, baştan aşağı ölümü düşündüren ve nasıl hazırlanacağımızı gösteren irşadlarla doludur. Tam bir rabıta-i mevt dersidir. Onu mütalaasını meraklısına tavsiye ederek buraya başka risalelerden bir kaç nükteyi alıyoruz:
"En bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir kabul edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin." (16. Mektub)
"Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir." (9. Mektub)
"İhlası (Allah'a kullukta samimiyeti) kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir (etkili) bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel (uzun arzu ve planlar) olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir .Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.
Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur'an-ı Hakîm'in, ("Bütün nefisler ölümü tadacaktır" ve "Sen de ölüsün, onlar da ölüdürler") gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında (terbiyelerinde) esas tutmuşlar; tul-i emelin (uzun arzuların) menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti (ebedi yaşama zannını) o rabıta ile izale etmişler.
Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer.
Bu rabıtanın faydası pek çoktur. Hadîste ... "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diye bu rabıtayı ders veriyor.
...Evet hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının ölümünü gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemme yol açar." (21. Lema)
Bediüzzaman Hazretleri'nin Eski Said'den Yeni Said'e geçmesine de ölümü çokça tefekkür etmesi vesile olmuştur. O dönemlerde Allah'a münacat tarzında yaptığı gayet hüzünlü bir tefekkürünü nefislerimize bir hisse almak ümidiyle buraya alıyoruz:
"Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! Benim sû'-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır.
Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede göre göre gayet sür'atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbab ve akran ve akaribim gibi kabir kapısına yanaşıyorum.O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebed-ül âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.
Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat'î bir yakîn ile anladım ki; hêliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! (Bütün gelecekler yakındır) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kaliyle bağırarak derim: El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!
İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum: El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!
İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyi'ciler beni bırakıp gittiler. Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki: Senden başka melce' ve mence' yok. Günahların çirkin yüzünden ve masiyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip diyorum: El-Aman, el-Aman! Yâ Rahman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Yâ Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir.
İlahî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten lil-Âlemîn olan Habib'in senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi sana şekva ediyorum.
Ey Hâlık-ı Kerimim ve ey Rabb-ı Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi', hem müsinn, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş. Sana tazarru' ve niyaz eder.
Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünki Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..
(Ya RAb, Senden başka İlah yoktur. Sen birsin. Senin ortağın yoktur. Dünyada son söz ve ahirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah'dan başka İlah yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed Allah Resulüdür sav.)" (12. Nota)
Yukarıda, "Hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir" denilmiş. Hayal ve faraza lüzum kalmaması nasıl oluyor? Diğeriyle farkını açıklar mısınız?
Hayal ve farz etmede şimdi öldüm denirken, istikbale gitmekte öldüğü gün düşünülür. Hakikat mesleğine uygun olan olmayan bir şeyi var gibi kabul ederek değil, zaten olacak bir şeyi, yani öleceği günü hatırlamaktır.