Birinci Söz'de geçen, "düşmanın hacatın nihayetsidir" cümlesini nasıl anlamalıyız?
Bu sualinizin cevabını Üstad Hazretleri, Risale-i Nu'un bir kısım yerlerinde vermiştir. Onlardan ikisini buraya alıyoruz:
Düşmanlar için:
"Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm (hücum eder) vaziyetinde görür.
Elîm bir korku dehşeti içinde her vakit kendine müdhiş görünen kabir kapısına bakıyor.
Hem bu vaziyette iken insaniyet itibariyle nev'-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduğu halde, dünyayı ve insanı Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği (düşünmediği) ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvali (korkuları) ve insanın ahvali onu daima iz'ac (taciz) eder. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker.
Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz'iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder." (32. Söz)
İhtiyaçlar için:
"İnsan, kâinatın ekser enva'ına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış, arzuları ebede kadar uzanmış.
Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister.
Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cennet'i de arzu eder.
Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal'i de görmeye müştaktır.
Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha (kabir alemine) göçmüş yüzde doksandokuz ahbabını ziyaret etmek ve firak-ı ebedîden (ebedi ayrılıktan) kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlak'ın dergâhına ilticaya muhtaçtır.
İşte şu vaziyette bir insana hakikî Mabud olacak; yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelal, bir Rahîm-i Zülcemal, bir Hakîm-i Zülkemal olabilir.
Çünki nihayetsiz hacat-ı insaniyeyi îfa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mabudiyete lâyık yalnız odur." (23. Söz)