RİSALE-İ NUR

31.01.2009

5109

"Tevhidin Mertebe-i Uzması" Tabiri

20. Mektupta geçen tevhidin mertebe-i uzması tabirinden ne anlamalıyız?

 

* *

**** ****

16.02.2009 tarihinde sordu.

Cevap

Tevhid, Allah’ın varlığı ve birliğini, yani ulûhiyet ve rubûbiyetinde hiçbir ortağı bulunmadığını ifade eder. Başka bir ifadeyle tevhid, bütün kâinatın yaratıcısının tek bir Zât olduğunu ve O’nun hükmü dışında hiçbir şeyin tesir sahibi olmadığını ilân eder.

Allah’ın birliği, kâinatın en geniş dairesinden tut, en küçük daireye kadar her yerde gözle görünür bir şekilde tecellî eder. Küçük bir dairede tevhidi görmek daha kolaydır. Meselâ bir arıyı düşündüğümüzde, onun yaratılışındaki sanat, düzen, hikmet ve faydalar bize açıkça gösterir ki, bu arıyı ancak Allah yaratmıştır; yaratmasında hiçbir ortak yoktur. Bu düşünceyle tevhidi küçük bir dairede müşâhede etmiş oluruz.

Eğer bu düşünceden hareketle “Bütün arılar aynı kudret elinden çıkmıştır.” diye tefekkür edersek, tevhidi daha geniş bir dairede, yani bir tür çapında görürüz. Sonra bu nazarı daha da genişletip “Yeryüzündeki bütün canlılar aynı Yaratıcının eseridir; hepsi O’nun kudretiyle terbiye ediliyor, rahmetiyle rızıklandırılıyor.” dersek, artık tevhidin daha yüksek bir mertebesini düşünmüş oluruz.

İşte 20. Mektup’ta Bediüzzaman Said Nursî’nin “tevhidin mertebe-i uzmâsı” tabiriyle işaret ettiği hakikat, tevhidin bu en geniş ve en azamî mertebesidir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder:

“Şu kâinât yüzünde, hususan zeminin sahîfesinde, gayet muntazam bir fa‘âliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hallâkiyet müşâhede ediyoruz. Ve gayet intizâmlı bir fettâhiyet, yani her şeye lâyık bir şekil açmak ve sûret vermek, aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhâbiyet ve ihsânât görüyoruz. Öyle ise, bizzarûre şu hâl ve şu keyfiyet Fa‘âl, Hallâk, Fettâh, Vehhâb bir Zât-ı Zülcelâl’in vücûb-u vücûdunu ve vahdetini isbat eder. Belki ihsâs eder. Evet, mevcûdâtın mütemâdiyen zevâlleri, tazelenmeleri gösteriyor ki, o mevcûdât, bir Sâni‘-i Kadîr’in kudsî esmâsının cilveleri ve envâr-ı esmâiyesinin gölgeleri ve ef‘âlinin eserleri ve kalem-i kader ve kudretin nakışları ve sahîfeleri ve cemâl-i kemâlinin aynalarıdır. Şu hakîkat-i uzmâya ve şu tevhîdin mertebe-i ulyâsına, şu kâinâtın sâhibi, bütün gönderdiği mukaddes kitaplar ve suhuflarıyla o tevhîdi gösterdiği gibi; bütün ehl-i hakîkat ve kâmilîn-i nev-i beşer tahkîkātlarıyla ve keşfiyâtlarıyla aynı mertebe-i tevhîdi gösteriyorlar.”1 

Bu ifadede Bediüzzaman Hazretleri, tevhidin sadece bir varlıkta veya bir türde değil, bütün kâinatın yüzünde okunabileceğini; her şeyin birbiriyle uyumlu bir düzen içinde tek bir kudret tarafından idare edildiğini anlatır. Bu idrak, tevhidin en yüksek mertebesi, yani “mertebe-i uzmâsı”dır.Tevhidin birden çok mertebesi bulunduğuna Risale-i Nur’un başka yerlerinde de işaret edilir:

“Böyle bir zâtın bütün da‘vâlarının esası olan ‘لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهْı bütün merâtibiyle beraber kabul etmemek, nefis ve şeytana ne oluyor ki?”2 

Yine 25. Söz’de bu hakikat şu şekilde beyan edilir:

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ altı cümle var. Üçü müsbet, üçü menfî. Altı mertebe-i tevhidi isbat etmekle beraber şirkin altı envaını reddeder.”3 

Bu ifadelerden anlaşılır ki, tevhid bir mertebeler silsilesidir. İnsan idrakine göre dar veya geniş dairelerde okunabilir. En küçük dairede bir canlıda, bir zerrede tevhid görülürken; en yüksek mertebede, bütün kâinat bir bütün olarak tek bir Yaratıcının eseri şeklinde müşahede edilir.

Bu mertebe anlayışı yalnız tevhidle sınırlı değildir; Cenâb-ı Allah’ın bütün isim ve sıfatları da mertebeler hâlinde tecellî eder. 32. Söz’de şöyle geçer:

“(Kur’ân’ın) ‘Ahsenü’l-hâlıkîn’ demesi, ‘Hâlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir.’ demektir... Hâlıkıyetin sair sıfatlar gibi çok merâtibi var. ‘Ahsenü’l-hâlıkîn’ demek, merâtib-i hâlıkıyetin en güzel, en müntehâ mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelâl’dir, demektir.”4 

Yine aynı risalede isimlerin mertebelerine şu şekilde işaret edilir:

“Ruhun tekemmülâtına göre merâtib-i muhabbet, merâtib-i esmâya göre inkişâf eder.”5 

Sonuç olarak, “tevhidin mertebe-i uzmâsı” ifadesi, Allah’ın birliğini bütün kâinat çapında; varlıkların tümünde, birbirine bağlı, düzenli ve hikmetli bir şekilde tecellî eden kudret, rahmet ve irade içinde küllî olarak görmek demektir. Bu mertebe, imanın en geniş ufkunu, tevhidin en azamî derecesini ve mârifetullahın zirvesini ifade eder.

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2011, s.76

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Beş Risale, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2007, s.34

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2011, s.85

  4. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2011, s.289

  5. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2011, s.310


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız