Ercüze'nin aslı, Gümüşhanevî Hazretleri'nin Mecmuatül Ahzab kitabında mevcuttur. Türkçe tercümesini aşağıya alıyoruz.
Kaside-i Ercuze
(Efendimiz imam Ali kerremallahu vecheh ve radiyallahuanh’a aittir.)
Hamd o Allah’a mahsustur ki yücedir, Sadıktır, Vahiddir, Ferddir, Alîmdir, Rezzaktır, Meliktir, Kuddüstür, Celal sahibidir. Rızıkları ve ecelleri takdir edendir. Her şeyi bilendir, onun benzeri yoktur. Celali yüce olandır. O’nun misli yoktur. Kaderleri ezelden takdir edendir. Ve o kaderleri kara, deniz ve dağ şeklinde tahakkuk ettirendir. O’nun yüce sıfatları celal cihetiyle yücedir. Teala’nın misli asla olamaz. Nimetleri saymakla bitmez. Mahlukat hakkındaki hükmü reddedilmez. O’dur ki fazlı ve keremiyle insana bilmediğini öğretmiştir.
Bize verilen ilmin en son vardığı nokta ve bizim yanımızda hak ve kat’i olan şudur ki, O tek olan Rab’dır. Mülkünde (tek olan) ilmiyle eşsizdir. Gaybından dilediği şeye muttali olur. Bütün hayırlar elinde toplanmıştır. Zürriyetler aleminden bir takım kavimler seçmiştir. Onların saadeti için kalemler çalıştırmıştır. Onları araştırma vadilerinde dolaştırmıştır. Sonra onlara en doğru yolu göstermiştir. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” dediği günden beri bizi şahit tutmuştur. (Öyleyse sizler) Sözünüze hıyanet etmeyin.
Yine hamd O Allah’a mahsustur ki bizi hidayete erdirmiştir. Hem dalaletten sonra bizi seçmiştir. Sonra salat ü selam devamlı o peygambere olsun ki değeri yanımızda yüce ve hususi şerefe mazhar olan Muhammed’e (asm) olsun. Allah O’nu kıyamete yakın göndermiştir. O, semada Ahmed diye isimlendirilmiştir. Takvanın hazinesi, cömertliğin denizi, hidayetin nurudur. Kul olarak vasıflandırıldığında sıfatları tamdır. Nurları bizatihi kendinden yayılır. Levh-i Mahfuz O’nun nurundan yazıldı. Hem onda yazılı olanları haber verici olarak geldi. Onda (Levh-i Mahfuz’da) ne varsa hepsinden haberdar oldu. Fakat o işittiğinden (vahiyden) başkasını söylemedi. Dost (Habibullah) ne söyledi ise O’nun (Allah) için söyledi ve O’ndan anlattı. (Allah’ın) Söylenmesini nehyettiği her ne olursa olsun edebinden dolayı o sahada mecalsiz kaldı (bir şey söylemedi). Olmuş ve olacakların ilmi göğsünde toplanmış gizlidir. Bu sıfatlara sahip olan kimse dünyada herhangi biriyle nasıl mukayese edilebilir.
Ben onun feyzinden avuçlayan bir kimseyim. Çünkü o bir denizdir büyüklüğü vasf edilemez. Gani ve Muktedir olan Mevlamızın affına muhtaç olan bir kulun hâli üzere bir söz söylerim. Ben Hâdî olan zatın amcasının oğlu Ali’yim. Hakka davet eden Mustafa’nın (amcasının oğluyum). Ali’den sonra beni Haydar diye çağırmıştır Huneyn’de savaştık ve Hayber bize fethedildi. Zülkerrar denen atın üzerinde arkasına bindim. Çarpıştığımızdan dolayı toz yükseldi. Ordu zafer ve sekinet ile müeyyed olarak Medine’den çıktığından beri içinde Emin diye çağrılan bir zat var idi. (O) Kat’i olarak Allah’ın bir nusreti (yardımı) idi.
Ne zaman ki vadide konakladılar, içlerinde Bilal kalktı nidada bulundu. Dedi ki kim bizim ordumuzdan geri kalırsa o kişi Rabbinin ahdine muhalefet etmiş olur. İçlerinde benden başka gaip olan yoktu. (Çünkü) Gözüme bir hastalık isabet etmişti (ve ben onlara katılamamıştım). Mustafa (asm), Damat Osman’ı cahil bir kavmi korkutsun diye göndermişti. Çünkü onda bir vakar vardı. Arapların hepsi arasında bir saygınlığı vardı. O zaman yüce peygamber şöyle niyaz etti ve dedi ki: “Ya Rab damadım Ali’yi getir.” Bir hatif sesinin nidasıyla uyandım. Şöyle diyordu: “Ya Ali! Korkak bir kimse olma. Hâdî zata doğru yürümekte gayretli ol. Yarın düşmanlara karşı ona yardım etmek için sancağı taşıyacaksın.”
Hemen o anda kalktım ve ayeti okudum. Sonra zırhımı miğferimi giydim. Keza kılıcım Zülfikarı aldım. Atıma hızlı bir şekilde yöneldim ve bindim. Ağrılar benden gitti. Fakat iki gözümde rahatsızlık vardı ve bu hal benim mutat bir halim değildi. O sırada Fatıma uykudan uyandı. Neredeyse yüzüne elleriyle vuracaktı. Çünkü olanlardan haberi yoktu. Çünkü o biliyordu ki benim iki gözümde ağrı var. O zaman halimi kendisine açıkladım. Dedi ki: “Yürü aldırış etme. Şüphesiz babam ve ordusu yardım görecektir. Sayleri meşkur olacak (mükafat görecek).” Sonra Haseneyni (Hasan ve Hüseyin’i) gördüm. İstiyordum ki veda edeyim bir bakışla ki tam olmadı. Her ikisini de uykuya iyice dalmışlarken kokladım. Rabbime dua ettim. Eğer selametle dönersem Allah için oruç tutmayı ve oruca başlamadan önce ikram olarak ziyafet vermeyi adadım.
O gece sabaha kadar yürüdüm Taha’ya (peygambere) yaklaştım. Devamlı ona kavuşmayı arzulayan biri olarak yürüdüm. Peygamber ise beni gördüğünde hem selam verdiğimi kardeşlere işaret eyledi. Hem buyurdu ki sancağı Behlul’e (Ali’ye) verin. Allah’ı ve Rasul’u seven kimseye. Sonra (dedi): Ey iki torunun babası bana yaklaş. Allah’tan gözünün şifasını isteyeyim. Her ikisine tükürüğünden sürünce ikisini de iyileştirdi. İkisi de tam çalışır hale geldi. Her ikisinin etrafında elini gezdirdi. Onlardaki elem hemen şifa buldu. O anda her iki elini arka arkaya öptüm.
(Hayber Kalesi önünde) Ümmetin savaşmaya hazır bir askeri olunca ilk karşıma çıkan şiddetli savaşçı Merhab oldu. Bana dedi ki: Ey Ebu Talib’in oğlu, şu savaşmak isteyenin (peygamberin) yardımına mı geldin? Kendi zannınca cehaletle savaşmak isteyen Muhammed’in. Biz ona akıl yoluyla tabi olacakmışız. Kendisinden önce gelen dini terk edecekmişiz. O din ki ehline Tevrat hidayet etmişti. Heyhat o bizden asla bir şey göremez. Ancak kafaların havada uçtuğu bir vuruşma görür. Hem dedi ki: sen benim çok şiddetli gücümle karşı karşıya geldin. Nice kahramanları parçalayarak öldürdüm.
Hücum ederek, kol, el ve beş parmak hepsiyle beraber bana vurmak istedi. Zülfikar ile ona vurarak acele karşılık verdim. Onu yere yıktım. Ölüme yaklaştıracak bir darbeydi. O anda melekler tekbir getirdi. Cinniler yetişilmek korkusuyla geçip gitti. Çünkü o Haşimî darbesiydi. Güçlü bir melek tarafından yardım edilmişti.
Savaş ateşi şiddetli bir şekilde alevlendiğinden itibaren sema boşluğunda haykırmalar duydum. Muhtar’a (asm) dedim: “Ey beşerin en hayırlısı durum nedir?” Buyurdu ki: “Sebatlı ol zaferi müjdelerim. Allah’ın yardımı geldi bize doğru koşuyor. Çünkü biz işimizi ona havale ettik. Cibril ve melekler semadadır. Kınanmış kalabalığa (Yahudilere) galip gelememiz için dua edip seslerini yükseltmektedirler.”
Hayber kalesinin arkasındaki Yahudilere doğru, o anda yüksek sesle tekbir getirdim. Sevinçten dolayı Müjdeleyici’nin (asm) zafer müjdesiyle. İslam askerleri de tekbir getirdiler. Kınanmışlara hep beraber hücum ettiler. Rabbimin izniyle kaçarak hezimete uğradılar. Korku ile doldular, daha da korktular. Hep beraber kale ehline göründüler. Onlar zannetti ki zenginlikleri kendilerini korur. Kapıya doğru azimle yöneldim. Onu sarstım. Civardaki tepeler de sarsıldı. Öyle ki o çok sağlam idi.. Kalenin kapısının bir kısım kırmızı renkli taşlarla birlikte yıkıldığını gördüklerinde her biri hezimete uğradıklarını anladılar. Eğer onların kaleleri mani olsaydı asileri bize itaat etmezlerdi. Ordu bana doğru toplandı ta ki İbn-i Metta Aleyhisselam balığının karnı gibi oldum. Sonra elimi köprü gibi uzattım. Ta ki ordu üzerinden yürüyüp bu derin hendeğin yarığından geçti. Onun üzeri en kolay bir yol halini aldı. Allah öyle bir kaleyi fetheyledi ki Tübba’ ve Âd kavmine ait idi. Kerim olan Allah bizim hakkımızda korkuyu emniyete,
şefkate ve iyiliğe değiştirdi. Onun fethi Taha (asm)’in mucizelerindendir. Öyle ki onun ne eşi vardır ne de biriyle kıyas edilir.
Bundan dolayı iki isim sahibi oldum. Bir de künye ki daha önce hiç duymamıştım. Ebu Turab ki bana bu künyeyi vermişti Hâdî olan Mustafa (asm) Adnan peygamberi. Şöyle ki Fatıma beni gazaplandırmıştı. Sonra bu gazaplanmanın ardından pişman olmuştu. Ben mescidin köşesine gelmiştim. Öfkeli bir halde uyudum. Kolumu da yastık yaptım. Tavandan üzerime toprak döküldü. Bundan dolayı Rabbime yakınlığım arttı. O anda Arabî Peygamber (asm) geldi. Başıma gelen işi soruyordu. Beni yatıp uyumuş bir halde görünce kalbi bana acır oldu. Bana dedi ki Ey Eba Turab uyan! Sana isabet ettirdiği musibet bana ağır geldi. Şerefli elini bana doğru uzattı. Azimet olan rızaya yaklaş dedi ve yumuşak sözler söylemeye başladı. Kalk dedi, Fatıma seni görsün. Çünkü o, sen gazaplanmış olarak çıktığından beri göz kapağının yaşları hala akmaktadır.
O vakit ona hürmeten hemen kalktım. Ve emirlerini kabul ettim. Mahlukatın en şereflisi (asm) önümde yürüdü. Ta ki Marziye’nin (Fatıma) (ra) evine geldik. Girdiğimiz zaman şeytan tekbir getirdi. Ferahlıktan dolayı hem iftirayı teyit etti. O anda O’na (asm) yöneldim ve elini öptüm ve dedim ki: “Ey zorlukların kendisine kolay olduğu zat! Sen Hakk’ın nurusun. Ey mertebesi yüce olan. Ey gazaplı olan kimseyi kurtaran. Şeytani bir hevaya tabi olarak câni bir kul olsam da… (Bu paragrafta tecüme zorluğu yaşanmış olabilir.)
Fatıma da doğru bana yönelerek şöyle dedi: “Ben işimde cahillik etmiştim. Ey babacığım bizim hepimiz için mağfiret dile. Rabbimiz dua edeni işitendir. Söz tamamlanmamıştı ki Cibril (as) Taha’ya (asm) geldi ve bildirdi. Dedi ki: “Ya Muhtar! (asm) Yüce Rabbimiz sana selam söylüyor. Ali’yi müjdele. Keza tertemiz Seyyide’yi Kendisinden razı olunmuş Fatıma sıddıkiyeyi. Sonra diyor ki: “Ben ikisini de affettim. Ve aralarında cereyan eden çekişmeyi. Çünkü ben çok affediciyim aldırmam. Siz de hayır işler yapmaya yönelin.” Peygamber (asm) bu makul işe sevindi. Ve yalvararak Allah’a dua etmeye başladı. Şöyle diyordu: “Ey merhametlilerin en merhametlisi! İkram olarak Al-i Beytin günahını mağfiret eyledin. Onların ilmini ve hayırlı amelini çok artır. Çünkü sen devamlı herkese merhametli olansın.”
Ey bana soru soran bana ne sorarsan sor. Benim ilmim mirastır. Hem ledunîdir. İstersen geçmiş asırlardan sor. İstersen gelecek asırlardan sor. Onların bütün haberleri benim yanımda vazıhtır. Fakat bazı zaman olur ki onların sırları ifşa olabilir. İşte sana delili vazıh olan bir söz. Sana tafsilatlı olarak istikbalden haber veriyor. Tes‘in iliminde, Farisi hesaba göre isyanların olduğu dokuz karın sonra akvam-ı şarkiye Araplara galip gelecek Onları köpeklerin öldürüldüğü gibi öldürecek Çirkin fitnelerin başlangıcı olacak Hınzırların karanlığı gibi bir karanlık. O zaman bütün memleketler çarpışır. Karışıklık hem fesad çoğalır. Arz kendi üzerinde sakin olanlarla sarsılır. Ta ki refah içinde yaşayanlar helak olur.
Ey daima necatı isteyen kişi. Şu söyleyeceğime kuvvetlice sarıl. Tılsımlı bir hakikat olarak yaptığım işe yönel. Kabul edilenlerin hepsi tecrübe edilmiştir. Ben onu Cünnet-ül Esma diye isimlendirdim. Bir dairedir ki şerefi yücedir. Bir hediyedir ki onu bana Bari-i Teala gönderdi. Onu Cebrail (asm) Muhtar’a (asm) getirdi. Bedir gününde bize yardım etmek için. O zaman ki sema melekleriyle yardım ederek bize imdad eyledi. Ve dedi ki: Ya Muhtar (asm) bil ve anla ki biz bugün senin yardımın için geldik. Gece yürüyoruz. Şüphesiz senin Mevla’n Teala bir ikram olarak bize şerefli bir tılsım hediye etti.
Ya Habib Allah ömrüme yemin olsun ki o vasfedilmekte çok yüce oldu. Çünkü onda Rabbimin ismi azamı vardır. Biz onunla bütün alemleri resmederiz. Kim saadete mazhar ise (yani Said ise) Onun boynunda gerdanlık hükmünde olur. Veya silah üzerinde yazılmış hükmünde olur Çok keskin ve kan akıtıcı kılış gibi. O anda Beşir (asm) beni çağırdı ve dedi ki: Senin Basir olan Rabbin şu müjdeyi verdi: Sana öyle bir tılsım hediye etti ki onun ile düşmanlar kahrolup zelil olur. Öyleyse o Hâdi’ye şükret. Bunun üzerine kucağıma sahife düştü Ve onun yazısı şerefli bir daire şeklinde idi. Cibril dedi ki “Ya Ali! Onu al Çünkü o yüce rabbin sekinesidir. Seni korktuğun kötülükten korur. Düşmanla karşılaşınca onu zayıflaştırır.” Sesini işittim fakat hayalini görmedim. Fakat bana gök kuşağı gibi temessül etti.
Sonra (Hz. Peygamber sav.) benden ayrıldı bir iş yapar oldu. Ve şöyle dedi: kalk sana Mevla kafidir. Bilin ki (Bedir’de) kavmin meydanına indiniz. Onların sabahı ne kötüdür. Sen ise en şerefli Kahir olan ilahın isimlerinin…Onlar üzerinde dönen şer ile (Bedir’de) savaş kızışalıdan beri kesiyorum ve boyunları vuruyorum. Kavmin elleri zincirlendi. Ve pişmanlıktan ciğerleri parçalandı. İslam askerleri galip geldi. Puta tapanlar üzerine.
Bu mahlukatın en hayırlısının davetindendir. Muhammed ki bize sıdkı getirmiştir. O bir gün (Kâb’de) ibadetlerinden birinde kıbleye dönmüş olarak namazında idi. Lanetli Amr (Ebû Cehil) ve onunla beraber Şeybe, Utbe ve dört kişi. (Bu kişiler) Bedirde geride kalan (öldürülenlerden) yedi kişidir. Onların zulmünü ve küfrünü almışlardı. Arka arkaya kalpten darbe yediler. Ölümün tadını tattılar. Alçak kavmin en eşkıyası ortaya çıktı. Çok savaşçı olanların heybeti ile karşılaştı. Heybetten müteessir oldu ve koşarak döndü. Bütün hüzün ve pişmanlığı ilan ederek…
Mustafa’nın (asm) arkasında gözetleyerek durdu. (Peygamber asm) nihayet (Kâbe’deki namazında) çeneye kadar secdeye kapandı. (O sırada Ebu Cehil’in teklifi üzerine müşriklerdem Ukbe bin Ebi Muayt) Onu ( deve işkembesini) kafa ile sırt arasına attı… Peygamber bir süre öyle kaldı. Müşrikler o çirkin hale gülmeye başladılar. Allah ona şöyle vahyetti: “Eğer dilersen onunla beraber olan düşmanlarının elleri kurusun… Fatıma Betül geldi. Peygamber Mustafa’nın (asm) gözünün nuru Kınanmışların (o işi yapanların) hepsine beddua etti. Apaçık bir beddua. Sonra dönüp gitti Bunlar (onların Bedir’de katlini) vacip kılan işin esbabıdır.
İsimlerin zikrini ki manaları süslendi. Onları güneş gibi daire şeklinde topladı. Bizzat aydınlatıcı olarak. Hissi değil. Bana onu Allah hediye etti yüceltmek için şerefini artıran kişini kadrini. Onu güzelce Kûfe’de şerh ettim Hikmetli manzumeler şekline getirdim İlimlerimiz neredeyse deniz olacaktı. Ona dalan ondan inci çıkarır. Her kim bizimle münazara etmek isterse büyüklenmekten dolayı helak olmasından korkulur. Ey onun yoluna ulaşmak isteyen! Arif ol cahil olma! Onu ben nasıl yazdı isem öyle bırak. Ondan başkasını araştırıcı olma.
Ey yapan kişi. Allah’ın takvasını yerine getir. Şüphesiz onun ism-i azamında bir yer vardır. Kainatın tamamı onunla ayakta durmaktadır. Rapt etmek de onunladır, çözülmesi de onunladır. Onun isimleri çok mukaddestir O Musa Kelİm’e (as) parlak olarak gözüktü. Açıkça zuhur etmiş olarak onu görünce ehline dedi ki; “ben bir ateş gördüm.” Ona yaklaşınca etrafa yayılmış bir nur gördü. Onu hayrette bıraktı ve kaçtı ve dinledi. Gördüğü şeye teaccüp ederek geçip gitti. Hicaplı olduğundan dolayı onu görmemişti. O anda ezeli olan Rab ona nida etti ve buyurdu ki: “Ey Musa! ben yüce Allah’ım Korkma! Sen tuva vadisindesin. Mukaddes kılınmış düzgün bir mekândasın. Nalınlarını çıkar ve halıya basar gibi bas. Perdemizin asıldığı yer yüksektir. Sen konuşmak için en emin yerdesin. Tebliğ için de en iyi dinleyensin. Onun ism-i azamıyla sebat etti. Kelim ismi onun hakkında doğru oldu.
Ey İsm-i Azam’ın faidesini arzulayan kişi! Yıldızlar gibi süslü olan isimleri hıfzeyle. Ey talepte ısrar eden! Benim adağım ile başla. Çünkü onunla muradına acele kavuşursun hem edeple. Bizim adağımız gücün yeteceği bir şeydir. Musibete uğramış kişiye kolaylık olsun diye. Kim onu kabul ile karşılarsa İstediğine kavuşmak nasib olacaktır. Biz adağımızı şart kıldık Bu daireye haiz olana. Celal ve minnet sahibi olan Rabbimin isimleri paha biçilmez bir şerefe sahiptir. Bu ancak tasdikten dolayıdır. Onu dar bir prensibe koymak için. Cahillik ile kasden aleyhinde konuşana de ki, “bu kasdından vazgeç inatçı olma.” Biz ancak arzın melikleriyiz. Hükmümüz doğu ile batı arasında geçerlidir.
Değerli ilimden her bir mana dünyanın başlangıcından kıyamete kadar bize şuhud derecesinde inkişaf etti. (Bundan) Şüphe edenler zelil olur. Onda söylenen her söz ki o nastır. Bizim haberlerimizi anlatanın ta kendisi. Bizim virdimiz her almak isteyene tatlıdır. Mesleğimiz her arife kolaydır. Bunlar kıymetli mevhibelerdir. Mevla Teala onu mahlukata vermiştir. Altı isimdir ki sened ile gelmiştir. Harflerinin sayısı on dokuzdur Ferdün ve Hayyun keza Kayyumun Ve Hakemün Adlün isteyen kişiye. Sonra hitamında de ki Kuddüsün. Onunla nice nefisler temizlendi. Ona parlak bir daire ilave etti. Etrafında harfler yuvarlaktı. Her bir harfin yanında Kerrub meleği vardır. Harf onun etrafına yazılmıştır. Allah’ın sanatı yazdığı şeyde yücedir. Sakın sözümü inkar edici olma. Onların adedi şerefli on dokuzdur. Kafirler için şiddetli bir ateş yakmışlardır. Onunla her şehirdeki sihri iptal ederim.
Başlangıcından on ikincisine kadar (on ikinci harfe kadar oku. Ferd, Hayy, Kayyum ve Hakem on iki harf). Düşmanların sana gelir iken geri çevrilir. Sana tuzak kurarlar iken acele ederek Altı ismi gizlice oku. Arkasından arka arkaya on tekbir getir. Onların korku ile hezimete uğradıklarını görürsün Korkularından titremeye başlarlar. Keza bir sultan ki zalim ve azgın (“İnsan muhakkak azar” ayetinde işaret edilen azgın kişi olabilir. Bkz. 5. Şua) Öyle ki sen işin hakkında şaşkınlık içindesin. On defa deki Hakemün Adlün Ya Ferdü Ya Kuddüsü hemen gözü kör olur. Kızgınlığın ardından sana gülecektir. (O azgın kişi ertesi gün özür dilemiş) Hem zorluktan sonra ondan kolaylık göreceksin. (Vilayat-ı şarkiye vaiz-i umumiliği ve maaş teklif etmiş).
İsm-i azamın bazı sırlarına mazhar olan kişi. Şunu bil ki o bir kul işi değildir. Gizlenmesini istediğim sözü muhafaza et. Ey irşad dairesine haiz olan. Çünkü o şerefli bir dairedir. Vasıfları açıkça zuhur etmiştir. Onun mekanı gibi hiçbir mekan yoktur. Faidesi hakkında yanımda kat’i bir delil vardır. Keskin vakıalara o bir kalkandır. Hem hasta olanın cinnine şifa olur. Sonra kim halinin darlığından şikayet ederse Halin kazancında genişlik olarak. Aksinin salahı için onu saklasın. Nefsi hakkında Allah’tan korksun. Ey okuyan sonra dinleyen kişi. Sözümü muhafaza ederek dinle faydalanmak için. Ondan bir iyilik ile geçtiği gibi manzum olan şerhinde. Daha önce şunu bil ki taunun büyüklüğü için onun ve suni faide verir. Kabul ile akdedilen şartı almak gerek. Kim onu hafife alırsa onun izzeti hakkında zayıflıkla hükmet. Bir cahile verilmesi hususunda bu isimlerin azameti yücedir.
Rabbime yemin olsun (bu isimler kendisine ulaşan kimselerin) en azametlisi hem en efdali odur ki kendisine hediye edilir o da kabul eder. Bir takım acem harfleri ki satır satır yazdırılmıştır. Zengin fakir onunla gecelettirilmiştir. De ki gözüktü vakit gözüktü hem yaklaştı. (O zamanda) Yalancı azgın Deccali bekleyin. Çünkü o beldelerde dolaşır. Kullar arasında fitne çıkarır.
Kim ki, (Deccal’a karşı) Allah ona yardım etmek ister. Ona bu sekineyi hediye eder. Sonra bilin ey kardeşler cemaati. Şüphesiz ahir zamanın azgınları o âlimlerdir ki ağızlarını tatlandırdılar. Sonra hevalarına tabi olmaya yöneldiler. İlmi sevap isteyerek okumadılar. Ancak dünyada kolaylık için okudular. Onları mal ile genişlemiş ve karınlarını haram ile doldurmuş görürsün. Bu yüzden (onlar yüzünden) insanları zillette bulursun. Zira alimin kayması bin kaymaya bedeldir. Alimin musibeti ilmiyle amel etmediği zamandır. Başkaları ise sormadığı zamandır. Ey kullar fitnenin tamamı devamlı zinadır. Alemde bu çoğaldığı zaman onun icap ettirdiği en kötü azabın onlara gelmesinden korkulur. Deccal olan şu kafirin fitnesi, onu anlatmaya kitaplar yetmez.
Ey o zamana yetişen kişi! Şanı yüce olan Mevla'ndan seni bu fitnenin şerrinden ve her sıkıntı ve musibetin şerrinden korumasını iste. Her asır ve zamanda kim güvende olmayı isterse sözümüzün çaresine yapışsın. Bizim emrimizden sapmasın. Çünkü biz kat’i olarak her sıkıntı ve darlıkta (Âl-i Beyt’ten birer Gavs çıkıp) imdad ederiz. Ve Allah’tan isteriz. İsteyen de öyle yapsın. Ondan başkasından hiçbir halde istenmez. Ömrümüzü Salih amellerle hitama erdirmemizi (isteriz). Zira müminler için ölüm anında rahatlık vardır. Kim fitnesiz ölürse, bu onun için en güzel iyiliktir.
Sonra ikinci olarak, salat ü selam olsun, manalar ihtiva eden Peygamber üzerine, Muhammed (asm)’a ki mahlukatın en çok hamdedenidir. Ve bütün mahlukatın aciz kaldığı mucizelerle zirveye ulaşan en hayırlı kuldur. Bunda ne şek vardır ey genç ne şüphe. O’nun arkasından O’nun âl ve ashabına bazı kavimler ahde vefadan yüz çevirdiler (Hâriciler gibiler âl ve ashaba vefasızlık ettiler). Salat ü selamın en temizi ebedi olarak yıldızlar parladıkça ve sabahın ziyası zuhur ettikçe (O’nun üzerine olsun).
Bu apaçık bir ercuzedir. İçinde manalar ihtiva etmektedir. Acaib sözler açıklanmıştır. Altın değerinde nice acayiplikler bariz olmuştur. Onları daha önce hiçbir kitap ihtiva etmemiştir. Asla ben nüshalar derc etmedim. Fakat o (ercuze) benim parlak bir fikrimin kızıdır. Hiçbir mehir verilmemiş bâkir kafiyelerdir. Sonra toplanmış bir sözdür. Recezinin içinde hazinesinden çıkarılmış cevherler vardır. Allah hibe ettiği şeyi (bana) bildirdi.
Sakladığım şeyden dolayı Allah’a hamd olsun
Not: Bu tercüme, belki de Ercuze’nin ilk tercümesidir. İçinde tashihe muhtaç bazı yerlerin olması muhtemel olmakla birlikte, yine de istifade edilecek yönleri çok daha fazladır düşüncesiyle yayınladık. İnşaallah hayra vesile olur.