Risâle-i Nûr ise, bu dünyada bir manevî cehennemi, dalalette gösterdiği gibi; imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu isbat ediyor.
Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevî elemleri gösterip iyilikler ve güzel hasletlerde ve şeriatın hakîkatlerini yaşamakta cennet lezzetleri gibi manevî lezzetler bulunduğunu isbat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenlerini o cihetle aklı başında olanlarını kurtarıyor.
Eğitimciler, eğitimi şöyle tarif ederler: İnsanlara birşeyler öğreterek onların düşünce ve davranışlarını değiştirme faaliyetidir. Risâle-i Nûr eğitimi de bu tarife göre şöyle yapılabilir: İnsanlara Risâle-i Nûr’u öğreterek, onların düşünce ve davranışlarını Kur’ân ve Sünnet’in ölçülerine göre değiştirme faaliyetidir.
RİSÂLE-İ NÛR’DA AKLIN EĞİTİLMESİ (TERBİYESİ)
İnsan aklı, geniş ve soyut hakîkatleri kuşatıp anlayamıyor, çoğu yerde yetersiz kalıp evham ve vesveseye düşüyor. Özellikle de bu asırda, fen ve felsefeden gelen materyalist bir bakış açısıyla âdeta akıllar gözlere indiğinden en bariz ve şüphe götürmez hakîkatler bile sırf aklın darlığından ve fikrin sığlığından dolayı inkâra uğramış ve imânın temel esaslarına ilişilmiştir.
Risâle-i Nûr’da ise, Kur’ân’ın mucizevî özelliklerinden birisi olan “temsil” dürbünüyle, en uzak hakîkatler gâyet yakın gösterilmiş. En dağınık meseleler, temsilin toplayıcı özelliği sayesinde toplattırılmış. En yüksek hakîkatlere “temsil merdiveni”yle kolaylıkla yetiştirilmiş.
Aklın rızkı ispat ve delildir. Risâle-i Nûr, aklî ve mantıkî delillerle “ikna ve ispat metodu”nu beyanına esas yaptığından, hangi imânî ve Kur’ânî meseleyi ele almışsa, iki kere iki dört eder katiyyetinde ve zarûret derecesinde bütün alternatifleri imkânsız göstererek son derece açık bir tarzda o meseleyi ispat etmiştir (Kastamonu Lâhikası, 11).
Bir cisme bir yönden bakmakla, o cismin sadece o yüzü görünür. Diğer cepheleri görünemez. Farklı açılardan bakmakla, o cismi her açıdan görür ve anlarız. Risâle-i Nûr da gâyet şumüllü ve geniş olan iman hakîkatlerine farklı Risâlelerde farklı yönlerden baktırarak her cihetten o meselenin akıl tarafından kolayca hazmedilmesini temin etmiştir.
RİSÂLE-İ NÛR’DA HİSSİYATIN VE DAVRANIŞLARIN EĞİTİMİ (TERBİYESİ)
Aklın tatmin olup ikna olması, yine de o hakîkati yaşamak için kâfi değildir. Bunun sebebi, akıbeti görmeyen ve bir dirhem peşin lezzeti, ilerideki tonlarca lezzetlere tercih eden hislerin, aklın ve fikrin önüne geçmesi ve onlara gâlip gelmesidir. İnandığı halde, hissiyatına mağlup olup, inandığı gibi yaşayamamak, bu asrın en dehşetli bir hâlidir. (Mektûbât II, 157)
Risâle-i Nûr ise, bu dünyada bir manevî cehennemi, dalalette gösterdiği gibi; imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu isbat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevî elemleri gösterip iyilikler ve güzel hasletlerde ve şeriatın hakîkatlerini yaşamakta cennet lezzetleri gibi manevî lezzetler bulunduğunu isbat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenlerini o cihetle aklı başında olanlarını kurtarıyor. (Mektûbât II, 157)
Bedîüzzaman Hazretleri, 9. Mektûb isimli risâlesinde, nasihat edenlerin nasihatlerinin bu zamanda tesirsiz kalmasının sebebinin ahlâksız insanlara “Haset etme, hırs gösterme, düşmanlık yapma, inat etme, dünyayı sevme!” yani, “Fıtratını değiştir!” gibi, görünüşte onlar tarafından boş bir teklif ve nasihatte bulunmaları olduğunu söyler. Ona göre eğer nasihatçiler deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem iradeleri dâhilinde bir teklif olur.”
İşte, Risâle-i Nûr, güzel ahlâk adına nasihat ettiğinde Cenâb-ı Hakk’ın verdiği ve imhası mümkün olmayan hislerimizi yok etmekten ziyade, nerelerde kullanmamız lâzım geldiğini yani, meşru zeminlerini gösterdiği için nasihati tesirli oluyor.
Ne kadar süslü ve edebî bir üslûp olursa olsun. Ne kadar belâğatli ve fesih bir ifâde tarzı kullanılırsa kullanılsın, eğer anlatılan hakîkati veya yapılan nasihati, bizzat anlatan şahıs yaşamıyorsa, o hakîkat ve nasihat muhatap üzerinde tesirini göstermez. Kulakta kalır, kalbe inmez. Kalbinde hâlâ vesvese ve evham barınmaya devam eder.
“Kendini ıslâh edemeyen başkalarını da ıslâh edemez.” sözü bir hakîkatin ifâdesidir.
İşte Risâle-i Nûr, öncelikle müellifinin nefsini ıslâh etmiş ve kalbinin vesvese ve evhamını susturmuştur (Kastamonu Lâhikası 6). Hem hakîkatlerin tam tesirinin muhatap üstünde görünebilmesi için sadece ve sadece Allah rızası için bu iman ve Kur’ân hizmetinin yapıldığının, muhatap tarafından anlaşılması gereklidir. Ta ki muhatabın nefsi anlasın ki, ne dünyevî ne uhrevî ne maddî ne de manevî bir ücret talep ediliyor. Bu hizmet sadece Allah rızası için yapılıyor. Konuşan yalnız ve yalnız hakîkattir. Kur’ân hakîkatleridir. Nefsin vesvesesi kalmasın.
İşte Risâle-i Nûr’un büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husûle getirdiği büyük tesirin sırrı budur. Bundan başka bir şey değildir. (Emirdağ Lâhikası II, 53)
İmânî meseleler sadece ilim ile değildir. İmânda insandaki çok latîfe ve duyguların da hisseleri vardır. Nasıl ki, bir yemek mideye girdikten sonra, muhtelif sinirlere ve organlara muhtelif suretlerde dağıtılır. İlimle gelen imânî meseleler de, akıl midesine girdikten sonra, derecelere göre ruh, kalp, sır, nefs gibi bütün latîfeler ve hisler hisselerini alırlar ve emerler. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. (Mektûbât I, 129)
Risâle-i Nûr, imânî meselelerden o kadar yoğun, ısrarlı ve tatmin edici bir tarzda bahseder ki, bütün his ve duygular ondan hissesini alır ve nûrlanır. Böylece fiillerin kaynağı olan, kalp ve hislerin meyilleri (Mektûbât II 192-193), haktan ve hayırdan yana olmaya başlar.
RİSÂLE-İ NÛR’UN EĞİTİM (TERBİYE) SİSTEMİNDE CEMAATİN ÖNEMİ
Sadece teoride kalan, uygulaması yapılmayan bilgi, kişi ya da kişilerin düşüncelerini etkileyip değiştirse de, onların davranış, hâl ve tavırlarını etkileyip değiştirmesi kâmil mânâda mümkün değildir.
Risâle-i Nûr’un eğitim (terbiye) sisteminde de, “şahsî okuma”, “ders dinleme”, “beraberce grup şeklinde okuma”, “ezber yapma” ve daha başka usüllerle öğrenilen imânî ve Kur’ânî hakîkatlerin, cisim giymiş numûnelerinin görüneceği, pratikte uygulamasının yapılacağı bir cemaat ortamı vardır. Bedîüzzaman Hazretleri bu cemaate, “Risâle-i Nûr’un Şahs-ı Manevisi” demektedir. (Lem’alar, 175)
Bu cemaat ortamında kardeşlik, ihlâs ve tesânüd düsturlarıyla birbirlerine bağlanmış Nûr Talebeleri, birbirlerinin güzel ahlâkından ve ihlâslarından tam istifâde edip, yani birbirlerine ayna olarak, öğrendikleri hakîkatlerle amel etme cihetine gidip, kâmil manâda Risâle-i Nûr’un eğitiminden (terbiyesinden) istifâde etmektedirler. Böylece, her biri baki elmaslar kıymetinde olan imânî ve Kur’ânî hakîkatlerin, sadece akılda teorik olarak değil, bütün davranış, hâl ve tavırlarlarda da kendini maddeten göstermesi, yani eğitimin (terbiyenin) tamamlanması temin edilmiştir.
Kaynak: irfanmektebi.com