Bu meseleyi ele alırken "Üstad" tabirinin lügat anlamı ile Nur hizmetinde kazandığı hususi anlamını ayrı ayrı zikretmek gerekir. Üstad tabiri hakkında lügatte; “İlim veya sanatta üstün olan kimse. Usta, sanatkâr, muallim. Bilgide veya sanatta veya amelde maharetli zat.” denilmektedir.
Lügat anlamı cihetiyle “Üstad” tabirini Bediüzzaman Hazretleri mektuplarında zaman zaman Nur Talebeleri için kullanmıştır. Misal olarak bir mektubunda şöyle der:
Nur ve Gül fabrikalarının heyetlerini ve medrese-i nuriye şakirdlerinin ve üstadlarının ve Barla sıddıklarının ve masumların ve ümmi ihtiyarların, ricalen ve nisaen umumunun birer birer bayramlarını tebrik ediyoruz.1
Hüsrev Efendi, Bediüzzaman Hazretleri’nin Isparta’ya geldiği ilk yıllarda kendisine talebe olup otuz sene Bediüzzaman Hazretleri ile omuz omuza Nur hizmetinde büyük bir azim, fedakârlık ve dirayetle çalışarak 1950'li yıllara gelindiğinde Nur Talebeleri içinde gayet mümtaz ve seçkin bir mevkiye ulaşmıştı. Bediüzzaman Hazretleri'nin Hüsrev Efendi ile ilgili Risale-i Nur'da geçen pek çok taltif dolu ifadelerinden biri şöyledir:
Husrev'in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risale-i Nur'a karşı irtibat ve iştiyakı ve kanaati gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütur vermiyor.2
Bu ve benzeri pek çok ifadenin hakikatiyle Hüsrev Efendi; isabetli fikir ve istikametli kalbiyle hiç sarsılmaksızın iman hizmetinde gittikçe ilerlemiş, Nur Talebeleri’nin gözünde Bediüzzaman Hazretleri'nden sonra ikinci bir Üstad durumuna gelmiştir. Nur hizmetinde gösterdiği bu fevkalâde istikamet ve muvaffakiyet sebebiyle, canından aziz bildiği Üstad’ının izinde Nur cemaatinin kabul gören bir rehberi vasfını kazanmıştır. Bediüzzaman Hazretleri de talebelerini birçok beyanıyla Hüsrev Efendi ile dayanışmaya ve istişare etmeye teşvik etmiştir. Bir mektubunda şöyle der:
Husrev’le beraber bu büyük ve ağır ve kıymetdar hizmet-i Kur’aniyeye kemal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır.3
Bu sebeplerle daha Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken Hüsrev Efendi’ye talebeler arasında “Üstad-ı Sânî” yani “İkinci Üstad” denilmeye başlanmıştır. Hazret-i Üstad hayatta iken ona mektup yazan talebelerin “Kahraman Nur Üstad-ı Sânîmiz Hüsrev Ağabeyimiz!” şeklindeki hitapları buna misaldir. Bu konuda orijinal mektup örnekleri Hayrat Neşriyat'ın Bediüzzaman ve Hayru'l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (Tarihçe-i Hayat) adlı eserinde yer almaktadır.4 Bu durum o kadar bilinen bir hal almıştı ki, 1956’daki Isparta Mahkemesi’nde Hüsrev Efendi’nin bu vasfı öne çıkarılarak şöyle denilmiştir:
Saîd-i Nursî’nin en mutemet adamı bulunması dolayısıyla Üstad-ı Sânî olarak tanındığı hususlarında maznunun ikrarı ve şâhitlerin şehâdeti ve aramada elde edilen vesikalar gibi deliller mevcuttur.5
Yani zannedildiği gibi Hüsrev Efendi'ye Üstad ya da Üstad-ı Sâni denilmesi Bediüzzaman Hazretleri'nin vefatından sonra değil daha hayatta iken başlamış bir uygulamadır. Bu anlamıyla bu tabir; Nur Talebeleri'nin içerisinden yetişmiş, onların büyük bir muallimi, hocası, rehberi olduğunu ifade etmektedir.
Üstad tabirinin diğer bir anlamı ise Nur Cemaatinin başı demektir. Bediüzzaman Hazretleri bu manaya İhlas Risalesi’nde şu ifadeyle işaret eder:
Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlad, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer.6
Yine İhlas Risalesi'nin ardında yer alan meşhur Yazı Mektubunda şöyle der:
Kendi nokta-i nazarımda liyakatsız olduğum halde, haydi hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız.7
Bu ifadelerde üstadlık makamının, kendisine tabi olunan ve sözü dinlenen kişi anlamında kullanıldığı görülür.
Bediüzzaman Hazretleri'nin yazılı ve sözlü birçok beyanıyla, O'nun vefatından sonra O'nun tayini ile Hüsrev Efendi Nur Camiasının başına geçerek ikinci üstad olmuştur. Misalen bir ifadesi şu şekildedir:
Hüsrev gibi Nur kahramanından -benim yerimde ve Nur'un şahs-ı manevisinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından- hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir.8
Nasıl ki Resul-ü Ekrem (asm)’ın ahirete irtihalinden sonra sahabeler başsız kalmamış ve sırayla dört halife başa geçmişse; Risale-i Nur cemaatinin de başsız kalmaması, birlik ve beraberliğin muhafazası, ihtilafların önlenmesi ve istikametin korunması için Bediüzzaman Hazretleri’nden sonra bu makamı dolduracak birinin olması zaruriydi. İşte bu vazife, Hüsrev Efendi tarafından yerine getirilmiş ve bu cihetle Nur Talebeleri’nin ikinci üstadı olarak kabul edilmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 268
Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 138
Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 304
Hayrat İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman ve Hayru'l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014,
cilt 3, s. 1131-1135
Hayrat İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman ve Hayru'l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014,
cilt 3, s. 1136
Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 170
Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 175
Bediüzzaman Said Nursi, Şua’lar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, cilt 2, s. 533

