Üstad Bediüzzaman hayattayken Hüsrev üstad ile arasının açıldığı söyleniyor. Hüsrev üstad ki Üstad'ın Risalelerde çok övdüğü ve Risalelerde birçok mektubu geçen bir talebedir. Üstad izin verdiği halde Latin harflerine karşı çıkmış mı? Bunu tam olarak nasıl anlamamız gerek?
Hüsrev Efendi çok nahif, ince ve nazik bir beyefendiydi. Osmanlı’nın son dönem Isparta valilerinden Hacı Edhemoğlu Ali Ağa’nın torunu olması ona devlet terbiyesini miras bırakmıştı. Çok saygılı, edepli, güzel ahlak sahibi bir kimseydi. Bununla birlikte Üstadına da çok sadıktı. Davasına kuvvetli bir ihlas ile bağlıydı. Aralarının açılması, üstadına muhalefet etmesi şöyle dursun Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikasında; Hüsrev Efendi’nin mektuplarının bile kendisini hiç incitmediğini, hüzünlü vakitlerinde ise ruhunu okşadığını şöyle ifade etmektedir;
"Hüsrev'in mümtaz bir hasiyeti budur ki; şimdiye kadar bana gelen bütün mektublarının hiçbirisi beni incitmiyor, elîm (acılı) zamanlarımda da yumuşak geliyor, ruhumu okşuyor." [1]
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda Hüsrev Efendi’ye beş yüzden fazla yerde hüsn-ü şehadet etmiş; ondan övgü, muhabbet ve hürmetle bahsetmiştir. Eserlerinde en çok ismi/bahsi geçen talebesidir.
Bediüzzaman Hazretleri diğer Nur talebelerine, onu asla tenkit etmemelerini, ona ihlasla kardeş olunması ve tam bir dayanışma üzere onunla beraber çalışılması gerektiğini şöyle tembihlemiştir;
"Başta Hüsrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd (dayanışmak) ve tam kardeş olmak lâzımdır"[2]
“Hüsrev’le beraber bu büyük ve ağır ve kıymetdâr hizmet-i Kur’âniye’ye kemal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır”[3]
Yine Hz. Üstad, Hüsrev Efendi’nin hayatının İslâm’a hizmetteki ehemmiyetinin, kendi ömründen daha ehemmiyetli olduğunu şöyle ifade etmiştir;
“Risale-i Nur’un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Telif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre fâideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azaplı hayatımdan o derece fâidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim."[4]
Hüsrev Efendi’nin hayatını kendi hayatından daha ehemmiyetli görmek ve ömründen vermek kadar büyük bir muhabbet Bediüzzaman Hazretleri tarafından gayet açık ifade edilirken nasıl bir ara açıklığından ve küskünlükten bahsedilebilir ki?
Bediüzzaman Hazretleri’nin -yazıyı uzatmamak adına burada zikredemediğimiz- iltifat, tazim ve övgü ile dolu yüzlerce cümlesi, Hz. Üstad’ın hapiste olduğu vakitlerde Hüsrev Efendi’nin hizmetlerde merkez nokta olması ve bu vazifeyi muvaffakiyetle yerine getirmesi henüz Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken dahi Hüsrev Efendi’nin, talebeler ve hükümet yetkilileri arasında “Üstad-ı Sânî”, yani “İkinci Üstad” olarak anılmaya başlanmasına sebep olmuştur. Bu ifadelerden bazıları şöyledir;
Saff-ı evvel Nur Talebelerinden Yakub Cemal Efendi bir mektubunda;
“Aziz, sıddık Üstad-ı Sânîmiz Hüsrev Efendi! 12 Haziran 1952 Perşembe günü vazife ile Nazilli’ye gitmiştim…”
Nazif Çelebi’nin mektubundan:
“Kıymetlerini takdirden âciz bulunduğum ikinci Üstad’ım olan birinci Nur Kahramanı, elmas kalemli, kıymetli ve sevimli kardeşimizin himmetleriyle muhitimizi nurlandıran...”
Denizlili Sami Tüzün’ün Mektubundan:
“Çok sevgili ağabeyim ve Üstad’ım efendim! O nurlu ellerinizden hürmet ile öperim. Nur dualarınızı beklerim...”
Emirdağlı Ceylan Çalışkan’ın Mektubundan:
“Çok mübarek, çok sevgili ikinci Üstad’ım efendim hazretleri! İstifsar-ı hatırla (hatırını sorarak) mübarek ellerinizden ziyade hasret ve iştiyakla öperim. ... Kusurlu talebeniz Ceylan”
Abdullah Yeğin’in mektubun’dan:
“Kahraman-ı Nur Üstad-ı Sânîmiz Hüsrev Ağabeyimiz!
Evvelen mübarek hizmetlerinizi ve Nurlar’ın daha ziyade feyizdar olduğu çok mübarek Ramazanınızı bütün bu havalideki kardeşlerimiz namına tebrik eder hasret ve hürmetle ellerinizden öperiz. … Kusurlu kardeşlerinizden Urfa’da Abdullah”..
Yine aynı vakitlerde yazılan bir iddianamede: “Üyelerin daima reis Said Okur veya Üstad-ı Sânî diye tanınan Hüsrev Altınbaşak’la temas ve ziyarette bulundukları, sık sık mektublaştıkları…” ifadeleri buna örnektir.
Hüsrev Efendi ve Bediüzzaman Hz. arasında bir küskünlük, kırgınlık veya muhalefet olduğunu iddia edenler bu mektupları nasıl izah edebilirler? Böyle bir durum söz konusu olsa idi Hüsrev Efendi talebeler arasında “İkinci Üstad” olarak vasıflandırılır mıydı? Çok mektupların şehadetiyle Bediüzzaman Hz.’nin hapiste olduğu zamanlarda Üstad ve talebeler arasında irtibatı kurarak hizmetleri sevk ve idare eden Hüsrev Efendi değil miydi? Acaba durum iddia edildiği gibi olsaydı hizmetlerdeki idare ve sevki bilittifak tüm nur talebeleri tarafından kabul edilir miydi? Risalelerde tadil-tebdil-tashih yetkisi bizzat Üstad Bediüzzaman tarafından kendisine verilen ve levh-i mahfuzdaki Kur’ân’ın bir benzerini tevafuklu Kur’ân’ı yazan Ahmed Hüsrev Efendi değil miydi? Hangi niyet ile ortaya atılan bir iddia ki böylesine mektupları ve delilleri yok sayarcasına devam edegelmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri ile arasının açık olduğu ve hizmetlerden ayrılarak yalnız başına devam ettiği iddia edilen Ahmed Hüsrev Efendi’nin, Bediüzzaman’dan sonra istikametle hizmetleri devam ettireceğini işaret eden gerek üstadımızdan gerek Nur talebelerinden çok açık deliller bulunmaktadır. Örneğin;
“Hüsrev gibi Nur kahramanından -benim yerimde ve Nur’un şahs-ı mânevîsinin (manevi şahsiyetinin) çok ehemmiyetli bir mümessili (temsilcisi) olmasından- hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir (çok lazımdır)”[5]
“Bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayet sahibi”[6]
“Aziz, hakikatli, gayretli, sıddık kardeşim Hüsrev! …İnayet-i ilâhiye tarafından sen Sözler’in (Risalelerin) yazmasına tavzif edilmişsin ve o vazifede senin yüksek bir makamın var. Her tarafta âsâr-ı muvaffakiyet görünüyor. Senin yazdığın risalelere baktıkça o kadar bana ruhlu geliyor ki, benimle konuşuyor, kendi kendini tanıttırıyor, her biri seni gösteriyor. Sana takdir ve istihsanı celbettiriyor (çekiyor). Bundan anladım ki, bu işe sen intihab edilmişsin (seçilmişsin). Ne senin ne benim, ne kimsenin hüneri değil; sırf inâyet-i Rabbâniyedir.[7]
Denizli’de Bediüzzaman Hazretleri’nin ayrı bir koğuşa konulması Hüsrev Efendi’nin Nur Talebeleri içindeki merkezî konumunun bir kez daha anlaşılmasına sebep olan bir hadiseye sebebiyet verir. Buna göre hapsin ilk günlerinde, imamlığa geçmeye içlerinden kimin daha layık olduğu konusu talebeler arasında istişare konusu oldu. Hâfız Ali Efendi, imamın seccadesi ile talebeler arasına girerek nasıl keskin bir firâset sahibi olduğunu gösteren şu cümleleri söyledi:
“Şeyh Geylânî Hazretleri, Bediüzzaman Hazretleri ve Nur Talebelerine işaret ettiği kasidesinde geçen ‘Taişu Saiden’ ifadesinde, aynı ibareyle Bediüzzaman’dan sonra Hüsrev’i gösteriyor.[8] Bu da işaret ediyor ki, Nur Talebeleri içinde imamlığa en münasib Hüsrev’dir!” [9]
Mustafa Sungur bir hatırasını şöyle anlatmaktadır;
“Bir gün Üstad bizi alıp Isparta’da ağaçlıklı bir yere götürmüştü. Zübeyr, Bayram, Hüsrev Ağabey, ben ve Ceylan ayakta karşısında duruyorduk. (Üstad) Hüsrev için: ‘Bu beş yıl sonra (1931’de) aramıza katıldı’ dedi. (Şeyh Geylânî’nin kasidesindeki) (Taîşu Saîden) ibaresindeki cifir hesabının beş farkla Hüsrev Ağabey’e işaret ettiğini ifade etti.[10] Sonra, ‘Yeryüzünde en bahtiyar benim. Benden sonra en bahtiyar bu olacaktır’ diye Hüsrev Ağabey’e işaret etti.”[11]
Zübeyr Gündüzalp’in Mektubundan;
“Çok mübarek ve çok aziz ve sevgili ağabeyim efendim!
(…) Cenab-ı Hak’tan siz ağabeyimiz efendimize uzun ömürler dilerim. Nur Camiasının başında daha çok uzun seneler bulunmanızı, bu mukaddes hizmette ebediyen muvaffak ve payidar olmanızı niyaz ederim.[12]
Yukarıda mezkur Zübeyr Gündüzalp abinin Hüsrev Efendi’nin Nur Camiasının başında bulunduğunu söyleyerek uzun seneler bu vazifeyi başarıyla yerine getirmesi için dua ettiği mektup aslında bu işin hakikatini akıllarda zerre kadar şüphe kalmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Zira böyle bir ayrılıktan bahsedilecek olursa Zübeyr Abi’nin bu mektubu nereye konulacak, nasıl değerlendirecektir? Yoksa tüm bu abiler yanılmış ve Üstad’ın muhalifi olan! Hüsrev Efendi’ye mi tabii olmuşlardır?
Yine başka bir mektupta şöyledir; Ahmed Feyzi Kul’un Mektubundan;
Memur-u ilâhi’nin (Üstad’ın) bütün vazifesini onun hâl-i hayatında yüklenen ve âhirzamandaki hizmet-i hidâyetin bir nevi Sıddık-ı Ekberi makamında bulunan mübarek ağabeyimizin (Hüsrev Efendi’nin) himaye ve irşadına ve onun inâyâta mazhar olan sevk ve idaresine hangi halis kardeşimiz candan iştirak etmez ve rıza göstermez?
Biz ilâhi Memur’un bütün müstakbel hizmetkarlığını ve bütün sevk ve idare vazifedarlığını siz mübarek ağabeyimizde görüyoruz.Ve bütün kardeşlerimiz gibi emir ve irşadlarınızı kendimiz için vacibü’l-ittiba (uyması zorunlu) bir düstur-u hareket kabul ediyoruz.[13]
Bütün bu zikredilenlere rağmen Üstad Hazretleri’nin Hüsrev Efendi hakkındaki bütün vasiyet ve işaretlerini yok sayanlar ve fiilen onu öne çıkarmış olmasını kabul edemeyerek iftira atan ve değersizleştirme yolunu tercih edenler olmuştur. Binaenaleyh bir süre sonra ‘Bediüzzaman Hazretleri’nin kendinden sonra yerine kimseyi işaret etmediği ve Nur Cemaati’nin başı olmayan bir şahs-ı manevî olarak devam edeceği’ gibi elle tutulacak hiçbir tarafı olmayan, izandan ve muhakemeden çok uzak bir düşünce ortaya atılmıştır.
“Dünyanın ücra bir köşesinde de olsa, üç kişinin, içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları doğru olmaz. [14] Diyerek üç kişilik bir topluluk bile olsa bir lider seçilmesini tavsiye eden, vefatından önce Hz. Ebubekir’e namaz kıldırtarak onu yeni halife olarak öne çıkaran Resûl-u Ekrem’in (sav) hangi sünnetinde böyle bir uygulama vardır? Sahabe-i Kiram’ın ve sonraki övülmüş nesillerin hangisinde bu görüşe uygun bir tavır sergilenmiştir? İslâmiyet geleneklerine tamamen zıt olan bu görüşün kaynağı acaba nereden gelmektedir? Ne Resûl-ü Ekrem’in (sav) sünnetine ne de âdetullâha uymayan, dünyada hiçbir dünyevi ve uhrevi organizasyonlarda benzeri görülmeyen bu fikir hangi aklın ürünüdür?
Hüsrev Efendi'nin kendi hattıyla yazdığı Kur'ân, sadece son 5 yılda Dünya'nın dört bir yanında yaklaşık 40 ülkede 1,5 milyon insanın evine ulaşmış, günbegün okunmaktadır. Bu Kur'ân'ın 80'li yıllardan beri basıldığını hatırlarsak bu sayı on milyonlara çıkacaktır. Acaba Hüsrev Efendi'ye bu asılsız iddiaları yakıştıranların hangisinin ind-i İlahide böyle bir ameli vardır? Kur'ân'ın her bir harfine on sevap verildiğine dair olan hadisi ve bir sevaba vesile olan kişinin o sevabı yapmış gibi olacağına dair hadisi beraber tefekkür ettiğimizde acaba bu akıl almaz sevap ve feyze mazhar bir muvaffakiyeti elde eden kimsenin hakkında aleyhte bulunmak nasıl mümkündür?
Bu gibi itibarsızlaştırma, iftira atma ve bölme faaliyetlerini önceden haber veren Üstad Hazretleri; bu çeşit hareketlerin kaynağının neresi olduğunu ve hangi sebeplerle ortaya çıktığını şöyle ifade etmektedir;
“Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar. Birisi, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki, Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir" [15]
Bediüzzaman Hazretleri bu ifadeleri ile Hüsrev Efendi aleyhtarlığının, aslında Risale-i Nur'un gizli düşmanlarının Nur Talebelerini parçalamak için tertipledikleri bir plan olduğunu haber vermektedir. Bediüzzaman Hazretleri'nin hayatında olduğu gibi vefatından sonra da bu menfî plan aynen işletilmiş, ortalığa pek çok iftira ve aleyhte beyanlar savrulmuştur. Bunların bir kısmı tamamen asılsız iftira iken, bir kısmı yaşanmış bazı meselelerin çarpıtılarak mahiyetinin tam tersine dönüştürülmesiyle ortaya atılmış karalamalardır. Ancak akıl ve vicdan sahibi kimselere şu soruyu arz ederiz ki; Bediüzaman Hazretlerinin fikir ve düşüncelerinin tezahür ettiği yer olan Risale-i Nur’da Hüsrev Efendi’nin aleyhinde tek bir cümle bulunmaması acaba nedendir? Hatta bunun tam aksine Bediüzzaman Hz’lerinin Hüsrev Efendi’ye binlerce tebrik, taltif, sevgi, hürmet cümleleri; Hüsrev Efendi’nin ihlasına, sadakatine, tesanüdüne, istikametine, tedbir ve dirayetine, fedakarlığına; kerametli, dikkatli, keskin zekâ ve nazarına çok yerlerde şahitlik etmesi nasıl açıklanabilir? Onu bu vatanın kurtarıcısı olarak vasıflandırması[16] ne demektir?
Bu gibi iddia sahiplerine insafla Bediüzzaman Hazretleri’nin şu cümlelerini mütalaa ve tefekkür etmelerini tavsiye ediyoruz;
“Hüsrev gibi bir nur kahramanından benim yerimde ve nurun şahs-ı manevisinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir.”[17]
Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri'nin Latin harflerine cevaz verdiği iddiası da asılsızdır, tam bir çarpıtma ve su-i tevildir. Hüsrev Efendi'ye yapılan bu aslı olmayan iftiraların asıl sebebi de Kur'an harflerini muhafazadaki bu tavizsiz duruşudur. Bediüzzaman Hazretleri'nin yıllarca mücadelesini verdiği, uğruna işkence ve eziyetlere maruz kaldığı, hapisler yattığı, İslâmiyet'in şiâr ve alâmeti olan Hatt-ı Kur'an'ı terk etmesi hangi akla göre mümkündür? Risalelerinde Hatt-ı Kur'an'ı muhafaza noktasında birçok tahşidat yapmıştır. Hem Hüsrev Efendi hem de Latin harfleri meselesinde Said Nursi Hz.'nin hayatının bir devrinde başka bir devrinde bambaşka düşündüğünü iddia etmek, haşa onun istikrarsız, basiretsiz ve ferasetsiz bir fikir dünyası içerisinde olduğunu ifade etmek değil de nedir?
Risale-i Nur davasında Hattı Kur’ân’ı muhafazanın ehemmiyeti ile alakalı daha detaylı malumat için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/bediuzzaman-ve-yeni-harfler
https://risale.online/soru-cevap/hatt-i-kuran
https://risale.online/soru-cevap/risale-i-nurun-yeni-harflerle-basilmasi
https://risale.online/soru-cevap/risale-i-nur-hatti-2
[1] Emirdağ Lahikası-1; 95.
[2] Emirdağ Lahikası-2; s. 139.
[3] Kastamonu Lâhikası, s. 137.
[4] Emirdağ Lahikası-1; s. 46.
[5] Şuâlar, s. 543.
[6] Kastamonu Lâhikası, s. 310.
[8]. Bkz. Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 156.
[9] Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, c.2, s.776.
[10]. Hazret-i Üstad’ın bu ifadesinden anlaşılıyor ki, kasidede Hüsrev Efendi’ye Bediüzzaman’la birlikte işaret eden ‘Taişu Saiden’ ibaresinin Hüsrev Efendi’ye cifir hesabıyla “beş fark”la tevâfuk etmesi Üstad Bediüzzaman’ın Barla’ya gelişinin beşinci senesinde Risale-i Nur’a talebe olduğuna işaret etmektedir.
[11] Mustafa Sungur, s. 280; www.cevaplar.org sitesinden, “Hatıralar ve Ölçüler” başlıklı yazı
[12] Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, c.3, s.1187.
[13][13] Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, c.3, s.1191.
[14] Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 177.
[15] Şualar, s. 546.
[16] Şualar, 553
[17] Şualar, 533